İdare Hukukuna Giriş Dersi 8. Ünite Özet
İdarenin Denetlenmesi Ve Mali Sorumluluğu
- Özet
Giriş
Anayasamıza göre, Devletimiz hukuk devletidir ve bu niteliği değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Diğer taraftan idâre hukukumuzun en önemli ilkelerinden bir tanesi, idârenin kanuniliği ilkesidir. Bu iki ilke gereğince, üstün ve ayrıcalıklı yetkilerle donatılmış olan idârenin denetlenmesi ve gerektiğinde sorumluluğuna gidilmesi zorunludur.
Denetleme Kavramı ve İdârenin Yargısal Denetlenmesi
Denetleme Kavramı
Sosyal bilimlerde denetim denince, örgütün beklenen başarı ölçütlerine ne kadar ulaştığını belirlemek üzere bu ölçütlerle yapılan işlerin karşılaştırılması, yapılan işlemlerin örgütsel amaçlara ve hukuka uygunluğunun araştırılması anlaşılır. İdâre de nihayetinde bir örgüttür. Böyle olunca idârenin işlerinin plan ve programlara uygun ve verimli bir biçimde yürüyüp yürütülmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu anlamda denetim yöneticilerin temel görevlerinden biridir.
İç hukuktaki idârenin denetlenme yol ve yöntemlerini, hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesine hizmet etmesi açısından idârenin;
- Yargısal denetimi ve
- Yargı dışı yollardan denetimi olmak üzere ikiye ayrılabilir.
İdârenin Yargısal Denetimi
İdârenin yargısal denetimi, yapılan idârî işin hukuka uygunluğunun yürütme ve idâreden yansız ve bağımsız mahkemeler tarafından denetlenmesidir. Bu denetim sonucunda çıkan “ hüküm ”, kanun yolları tüketildikten sonra “ kesin hüküm ” halini alır ve bu kesinleşmiş hükme karşı olağanüstü yargı yolları dışında başka hiçbir mahkemede yeniden başvuru yapılamaz. İdârenin yargısal denetiminde başlıca iki sistem bulunmaktadır:
- Birincisi, Anglo-Sakson ülkelerinde uygulanan “yargı birliği” sistemidir.
- Diğeri de Fransa ve Türkiye gibi Kara Avrupası hukuk sistemi içinde yer alan ülkelerde uygulanan “yargı ayrılığı” sistemidir.
İdârenin Yargısal Olmayan Yollardan Denetimi
İdârenin yargı dışı denetimi;
- İdarî denetim,
- Siyasî denetim ve
- Kamuoyu denetimi olmak üzere üç farklı yoldan yapılır.
İdârenin İdâre Tarafından Denetlenmesi
İdârenin idâre tarafından denetlenmesine kısaca idârî denetim denmektedir. İdârî denetim, yürütme organı içinde yer alan makamlar tarafından denetlenmesi işidir.
İdârî denetim çeşitli biçimlerde karşımıza çıkabilmektedir. Bunlar;
- İç idârî denetim ve
- Dış idârî denetimdir.
İç Denetim; bir idârî birimin kendi kendini denetlemesidir. Dört şekilde gerçekleşir ve kısaca şöyle açıklanabilir:
- İdârenin Kendini Denetlemesi: İdârî işlem veya eylemden zarar gören kişiler, bu işlem veya eylemi gerçekleştiren idârî makama başvurarak işlemin geri alınmasını, kaldırılmasını, değiştirilmesini, iptal edilmesini, eyleme son verilmesini veya varsa zararlarının giderilmesini isteyebilir. Yapılan başvurular, başvurunun konusu olan idârî işlemin veya eylemin, o işlem veya eylemi yapan idâre tarafından denetlenmesini hedeflemektedir. Başvuru üzerine idârî makam, kendi yaptığı işlem veya eylemin hukuka uygunluğunu veya yerindeliğini tekrar inceleyebilir. Hakkının ihlal edildiğini iddia eden ilgili kişi idâreye başvurarak, uğramış olduğu zararın sulh yoluyla giderilmesini de dava açma süresi içinde isteyebilir. Buna da uzlaşma denir.
- Hiyerarşik Denetim: Üstün ast üzerindeki denetimi olarak ifade edilen hiyerarşik denetim de, hukuka uygunluk ve yerindelik denetimi yapılır. Hiyerarşik denetim kendiliğinden veya başvuru üzerine yapılabilir. Eğer başvuru üzerine yapılırsa, bu başvuru dava açma süresini durdurur.
- Organik İdârî Denetim: Her kamu tüzel kişiliğinin içerisinde bulunan denetleme organlarının yaptığı denetime, organik idârî denetim denmektedir. Organik idârî denetim , aynı tüzel kişilik içinde yer alan bir organın yapmış olduğu işlemin yetkili başka bir organ tarafından denetimidir.
- 5018 Sayılı Kanuna Göre Kurulan İç Denetim Birimlerince Yapılan Denetim: İlgili Kanun maddesine göre iç denetim, kamu idâresinin çalışmalarına değer katmak ve geliştirmek için kaynakların ekonomiklik, etkililik ve verimlilik esaslarına göre yönetilip yönetilmediğini değerlendirmek ve rehberlik yapmak amacıyla yapılan bağımsız ve nesnel güvence sağlayan danışmanlık faaliyetidir. Bu faaliyetler, idârelerin yönetim ve kontrol yapıları ile malî işlemlerinin risk yönetimi, yönetim ve kontrol süreçlerinin etkinliğini değerlendirmek ve geliştirmek yönünde sistematik, sürekli ve disiplinli bir yaklaşımla ve genel kabul görmüş standartlara uygun olarak gerçekleştirilir. İç denetim, iç denetçiler tarafından yapılır.
Dış Denetim; bir idârî birimin, bir başka kamu kurumu tarafından denetlenmesine denir. Dış denetim ikiye ayrılır:
- Vesayet Denetimi: Yerinden yönetim kuruluşlarının, kendi dışındaki bir başka idârî birim tarafından yasanın gösterdiği sınırlar içinde denetlenmesidir.
- Özel Denetim Kuruluşlarının Yapılan Dış Denetim: Özel yetkili denetim kuruluşları tarafından idâre üzerinde yapılan denetime özel denetim denmektedir. Özel denetim , Vesayet makamı olmayan ve denetim konusunda uzman birimlerce yapılan denetimdir.
Türkiye’de özel denetim yapan diğer uzman kuruluşlar
- Devlet Denetleme Kurulu,
- Sayıştay,
- Kamu Denetçiliği Kurumu,
- Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu ile
- İnsan Hakları Kurulu’dur.
Devlet Denetleme Kurulunca Yapılan Denetim: Devlet Denetleme Kurulunun kuruluş yasası, 703 sayılı KHK ile yürürlükten kaldırılmış, Anayasa değişikliğine uygun olarak, 5 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, yeni hükümet sistemine uygun olarak yeni baştan düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı, devletin başı olarak bu kurul sayesinde idâre cihazının yanında, bazı sivil toplum kuruluşlarını da denetleyebilmekte ve belirlediği ölçütler doğrultusunda yönlendirebilmektedir. Kurul kendiliğinden araştırma ve inceleme yapamaz, Cumhurbaşkanı tarafından açıkça görevlendirilmesi gerekli ve zorunludur.
Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nca Yapılan Denetim: 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, gerçek ve tüzel kişilere, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının sahip oldukları her türlü bilgi ve belgeye erişim hakkı amacıyla başvuru yapma hakkını tanımıştır.
İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca Yapılan Denetim: Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun 8. maddesine göre kurulan İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Bu (6701 sayılı) Kanunla ve diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere, idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz, Cumhurbaşkanının görevlendireceği bakan ile ilişkili Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulmuştur. Cumhurbaşkanı bu teşkilatın yönetimi ile ilgili yetkilerini gerekli gördüğü hallerde bakan vasıtasıyla kullanabilir. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu; Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanlığı ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu olmak üzere iki organdan oluşmaktadır.
Siyâsî Denetim: İdârenin TBMM Tarafından Denetlenmesi
Siyâsî denetim, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılan denetimdir. Bu denetim ya doğrudan TBMM tarafından yapılmakta ya da dolaylı olarak Sayıştay ve Kamu Denetçiliği aracılığıyla yapılmaktadır. Böyle olunca siyasî denetimi de; “Doğrudan siyasî denetim ” ve “Dolaylı siyasî denetim” olmak üzere ikiye ayırıp incelemek gerekmektedir.
Doğrudan Siyasî Denetim: Doğrudan siyasî denetim denince anlaşılması gereken, parlamentonun bir başka kuruma veya devlet organına gerek duymadan kendi genel kurulunu veya komisyonlarını kullanarak idâreyi denetlemesi anlaşılır. Bu tür siyasî denetim, Cumhurbaşkanlığı sisteminde sırasıyla;
- Yazılı soru,
- Genel görüşme,
- Meclis araştırması,
- Meclis soruşturması,
- Dilekçe komisyonu aracılığıyla veya
- İnsan hakları inceleme komisyonu aracığıyla yapılan siyasî denetim olmak üzere altı biçimde gerçekleşmektedir.
Dolaylı Siyasî Denetim: Sayıştay aracılığıyla veya Kamu Denetçiliği Kurumu aracılığıyla yapılan denetimler ise dolaylı denetim yoludur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine bağlı veya kendisi adına denetim yapan kamusal kuruluş veya makamlar aracılığıyla idâre üzerinde yaptığı denetime dolaylı siyasî denetim denmektedir. Bu tür siyasî denetim ya Sayıştay aracılığıyla yapılmakta ya da Kamu Denetçiliği Kurumu aracılığıyla yapılacaktır.
Sayıştay Aracılığıyla Yapılan Denetim: Anayasanın 160. maddesine göre Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idâreleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.
Kamu Denetçiliği Kurumu Aracılığıyla Yapılan Denetim: Bazı ülkelerde idâre “ombudsman” (kamu hakemi), médiateur (arabulucu) gibi kamu denetçileri tarafından denetlenebilmektedir. 6328 sayılı Kanunun 5. maddesine göre, Kamu Denetçiliği Kurumu, idârenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idârenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idâreye önerilerde bulunmakla görevlidir. İlgili Kanun maddesine göre, hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Başdenetçiye ve denetçilere görevleriyle ilgili olarak emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Başdenetçi ve denetçiler, görevlerini yerine getirirken tarafsızlık ilkesine uygun davranmak zorundadır
Kamuoyu Denetimi
Kamuoyu denetimi , idârenin her çeşit toplum kümesi tarafından örneğin sivil toplum örgütleri, medya, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar vb. tarafından denetlenmesidir. Kamuoyu denetimi, bazen yargısal denetimden bile daha etkili olabilmekte, daha olumlu sonuçlar doğurabilmektedir. Kitlesel iletişim (medya) demokratik toplumlarda idâre üzerindeki en etkin araçlarından birisidir. Kitlesel iletişim, yönetenlerle yönetilenler arasında bir çeşit aracıdır. İletişimin geliştiği, farklı görüşlerin ifade edildiği ortamlarda kamuoyu, idârenin uygulamalarını eleştirdiği gibi, yapılan hukuka aykırılıkları ve yolsuzlukları da ortaya çıkarır. Bu yüzden demokratik toplumlarda kitlesel iletişim, “ dördüncü kuvvet ” olarak adlandırılır.
İdârenin Mâli Sorumluluğunun Tabi Olduğu Hukuk Dallarına Göre Türleri
Mâli Sorumluluk Kavramı
Mâli sorumluluğa, çoğu zaman, “hukukî sorumluluk” da denmektedir. Mâli (hukukî) olarak sorumluluğun, birbirlerinden farklı iki anlamı bulunmaktadır: Birincisi alacaklının borçluya ait malvarlığına zora başvurarak alacağın yerine getirilmesini sağlama gücünü ifade etmektedir. İkincisi ise, genel davranış kurallarına veya kendisine ait olan bir borca aykırı davranan kişinin, bu eylemi ile verdiği zararı tazmin etme zorunluluğu anlamına gelmektedir. İkinci anlamı ile sorumluluk tazminat borcunun kaynağıdır.
Sorumluluk kavramının temelinde yatan düşünce, “herkes neden olduğu zararları gidermek zorundadır” prensibine dayanmaktadır. Hukuk devleti ilkesinin gereği olan idârenin mâli sorumluluğu; birey için bir hukukî koruma alanı olarak varlık göstermesi nedeniyle aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin de ayrılmaz bir parçasıdır.
İdârenin Mâli Sorumluluğunun Tabi Olduğu Hukuk Dallarına Göre Türleri
Dallarına Göre Türleri İdâre, çoğu zaman idâre hukuku kapsamında, bazen özel hukuk kapsamında faaliyette bulunmaktadır. Dolayısıyla idârenin mâli sorumluluğunu da idârenin faaliyetinin tabi olduğu hukuk dalına göre ikiye ayırarak incelemekte fayda vardır. Bu ayırımda, idâre adına yapılan işlem, eylem veya idâre ile hukukî ilişki kurulan olayın muhatapları ile idâre arasında hukukî eşitlik bulunup bulunmadığıdır. Anayasanın 125. maddesindeki “İdâre, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmü, idârenin her iki hukuk dalına ait sorumluluğunun Anayasal dayanağını oluşturmaktadır
İdârenin Özel Hukuka İlişkin Mâli Sorumluluğu: Bu sorumluluğa, idârenin medenî sorumluluğu da denir. Bu en geniş anlamıyla, idârenin, özel hukuk öznesi olarak diğer kişilere özel hukuk alanında verdiği zararı karşılaması demektir. İdârenin özel hukuka ilişkin mâli sorumluluğunun kaynakları;
- İdârenin özel hukuka göre yapmış olduğu sözleşmeler,
- İdâre tarafından gerçekleştirilen özel hukuka ilişkin eylemler ve
- İdâre lehine gerçekleşen sebepsiz zenginleşmelerdir.
İdârenin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Yaptığı Sözleşmelerden Kaynaklanan Sorumluluğu: İdârenin özel hukuka göre yaptığı sözleşmelerden kamu ihale sözleşmeleri, abonman sözleşmeleri, yap-işlet-devret sözleşmeleri, yap-işlet sözleşmeleri ve diğer özel hukuk sözleşmeleri nden doğan borçlar idârenin yerine getirmekle yükümlü olduğu borçlardan olup, idâre bu açıdan sorumlu tutulur.
İdârenin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Yaptığı Eylemlerinden Kaynaklanan Sorumluluğu: İdârenin özel hukuk kapsamındaki bir diğer sorumluluğu, eylemleridir. Bu anlamda idârenin eylemleri, idâre tarafından kişilerin şahıs varlıklarına veya malvarlıklarına zarar verilmesidir. İdârenin eylemlerinden kaynaklanan mâli sorumluluğu;
- Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu ve
- Kusura dayanmayan sorumluluk olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
İdârenin Kusura Dayanan Haksız Fiil Sorumluluğu: İdârenin gerçekleştirdiği haksız fiillere fiilî yol denir. Fiilî yol, idârenin mülkiyet hakkına ve kamu özgürlüklerine ağır ve hukuk dışı bir tutumla müdahelesi durumunda ortaya çıkar. Bu zararlardan idâre mâli açıdan sorumludur. Bu davalar adlî yargıda görülür.
İdârenin Kusura Dayanmayan Özel Hukuk Sorumluluğu: Kusura dayanmayan sorumlulukta ise idârenin haksız fiil (fiilî yol) olarak nitelendirilmeyen eylemlerinden doğan zararlarından sorumlu olmasıdır. Bu tür sorumluluğa idârenin özel hukuka ilişkin objektif sorumluluğu (kusursuz sorumluluk veya sebep sorumluluğu) da denir. İdârenin bu sorumluluğunda, kusur dışında haksız fiil sorumluluğunun bütün öğeleri aranır.
İdârenin Lehine Gerçekleşen Sebepsiz Zenginleşmelerden Dolayı Sorumluluğu: İdâre lehine bir sebepsiz zenginleşmeden söz edebilmek için, bir malvarlığı değerinin idârenin malvarlığına geçmesi veya idârenin malvarlığından çıkması gereken bir malvarlığı değerinin çıkmaması gerekir. Aksi durumlar, sebepsiz zenginleşme kavramıyla açıklanamaz.
İdârenin İdâre Hukukuna İlişkin Mâli Sorumluluğu: Bu sorumluluk veya kısa ifadesiyle “ idârî sorumluluk” , idârenin taraf olduğu ve kamu hukuku çerçevesinde ortaya çıkan dolayısıyla da idârî yargıda çözümlenen mâlî sorumluluğudur.
İdârenin sorumluluğu; idârenin bir kişiye verdiği zararın, idârenin malvarlığından bazı değerlerin zarar gören kişinin malvarlığına aktarılmasıyla tazmin edilmesi demektir. İdârenin kamu gücü ve ayrıcalıklarıyla donatılmış faaliyetlerinden zarar gören kişiler zararlarınıidâre hukukuna göre idâreden talep ederler ve bu konudaki tazminat davaları idârî yargıda karara bağlanır. İdârî sorumluluğun kaynağı üç tanedir:
- İdarî sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk,
- İdârenin kusur sorumluluğu,
- İdârenin objektif sorumluluğu.
İdârî Sözleşme Nedeniyle İdârenin Sorumluluğu: İdâre kusurlu davranışıyla, keyfi kararıyla, idârî sözleşmenin diğer tarafına zarar verirse bunu tazmin etmek zorundadır. Bunun dışında idârî sözleşmeler nedeniyle idârenin sorumluluğu üç olasılık çerçevesinde gerçekleşir. Birinci olasılık , sözleşmenin karşı tarafının, sözleşmede öngörülmeyen bazı edimleri kendiliğinden sunmuş olmasıdır. İkinci olasılık , Fait Du Prince durumudur. Sözleşmeden doğan idârî sorumluluk, fait du prince’den (egemenlik olgusundan) kaynaklanabilir. Üçüncü olasılık , öngörülemezlik (İmprevision) kuramı çerçevesinde gelişen durumlardır.
Fait Du Prince; idârî sözleşmenin koşullarının, idârenin sözleşme yapma yetkisi dışındaki başka bir yetkisine dayanarak aldığı karar veya yaptığı işlemleriyle ağırlaşmasıdır. Özel şirketin bu zararının karşılanması için kullanılan ilkeye “ fait du prince ” ilkesi denir. Öngörülmezlik (İmprevision) Kuramı; Sözleşmenin taraflarının iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkan, sözleşmenin yapıldığı zamanda öngörülemeyen olaylar sebebiyle, sözleşmecinin olağandışı şekilde ağırlaşan yükünün bir kısmının idâre tarafından karşılanmasını ifâde eder.
İdârenin Kusur Sorumluluğu: İdârenin hukuka aykırı bir eylemi veya işlemiyle yol açtığı zararı tazmin etmesidir. Bu kusurlu sorumluluk; İdârî faaliyete ilişkin ortaya çıkan hizmet kusuru ve Personele ilişkin ortaya çıkan görev kusuru (görevsel kusur) olarak ikiye ayrılır.
Hizmet Kusuru; bir kamu hizmetinin kurulmasında, yürütülmesinde ortaya çıkan aksaklıklar veya eksiklikler şeklindedir. İdârenin tutum ve davranışının hizmet kusuru olduğunu ispat zarar görene düşer. Hizmet kusuru, nesnel ve anonim niteliktedir. Genel ve asli bir sorumluluk türü olması sebebiyle başka bir kusur türüyle birleştiği zaman öncelikli olarak hizmet kusuruna başvurulur. Hizmet kusuru; Hizmetin kötü işlemesi, Hizmetin geç işlemesi ve Hizmetin hiç işlememesi biçimlerinde ortaya çıkmaktadır.
Görev Kusuru; kamu görevlisinin zarar doğuran tutum ve davranışının görevi sırasında ve göreviyle ilgili biçimde meydana gelmiş olmasıdır. Bu zarar belli bir kişiye atfedildiği için anonim değildir. Kamu personelinin vermiş olduğu zararı devlet tazmin eder, sonrasında devlet ödediği tazminat için sorumlu kamu görevlisine rücu eder.
Görevle İlgili Olmayan Kişisel Kusur: Kamu personelinin göreviyle ilgili olmayan kusurlu eylemleri ise özel hukuk hükümlerine tabidir.
Hizmetten Ayrılabilen Kişisel Kusur: Kamu personelinin, üstlendikleri kamu hizmetinin gerektirdiği yetkileri kullanırken kin, garez, husumet gibi duygularla hareket etmeleri veya suç işlemeleri durumunda ortaya çıkan kusura, “ hizmetten ayrılabilen kusur” denmektedir. İdâreye kural olarak bir sorumluluk yüklenemez ve bu davalar adlî yargı alanına girer.
İdârenin Kusursuz Sorumluluğu: İdârenin bazı tutum ve davranışlarından kaynaklanan zararların, idârenin kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın karşılanması yoluna gidilmesidir. Bu sorumluluk hali; “Teknik risk sorumluluğu”, “Sosyal risk sorumluluğu” ve “Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi” gibi durumlarda karşımıza çıkar.
İdârenin Sorumluluğunun Şartları
İdârenin mâlî sorumluluğunun üç şartı vardır. Bunlar; İdâreye ait bir davranış, Zarar ve İlliyet bağıdır.
İdâreye Ait Bir Davranış
Zarar verici tutum ve davranış idâreye atfedilecek bir davranış olmalıdır. Bu davranış; İdârenin özel hukuk sözleşmeleri, Fiilî yol uygulamaları, Sebepsiz zenginleşme durumları, İdârenin özel hukuka tabi objektif sorumluluğunu gerektiren durumlar , İdarî işlemler veya İdarî eylemler şeklinde karşımıza çıkabilir.
Zarar
İdâreye atfedilen faaliyetleri sonucunda bir kimsenin malvarlığında (maddi zarar) veya kişilik varlığında (manevi zarar) bir zarar meydana gelmiş olmalıdır.
İdârenin sözleşmelerinden, idarî işlemlerden, idarî eylemlerden, fiilî yol uygulamalarından, sebepsiz zenginleşmelerden veya idâre ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir tutum ve davranışlardan doğan zararların; idâre tarafından tazmin edilebilmesi için, söz konusu zararın bir takım şartları taşıması gerekir. Bunlar şöyle sıralanabilir: Zarar, gerçek ve kesin olmalıdır. Zararın özel olması gerekir. Zarar, meşru bir menfaat ya da hakka yönelik olmalıdır. Zarar, maddî ya da manevi nitelikte olabilir. Zarar, parayla takdir edilebilen bir zarar olmalıdır. Zarar, anormal olmalıdır.
İlliyet Bağı
İlliyet bağı ( nedensellik ), iki olay arasındaki sebep-sonuç ilişkisinden ibarettir. Bir olay diğer bir olayın doğmasına neden olmuş ise onun sebebi sayılır. İlliyet bağıyla ilgili oluşacak zarar, idâreye atfedilen davranış sonucu gerçekleşmiş olmalıdır. Aksi takdirde idâre sorumlu tutulamaz.
İdârenin Mâli Sorumluluğunu Ortadan Kaldıran veya Azaltan Haller
İdârenin mâlî sorumluluğunu ortadan kaldıran veya azaltan haller altı tanedir. Bu hallerde idâre ortaya çıkan zarardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bu haller şunlardır:
- Tazmini gereken bir zararın bulunmaması,
- Zararın zarar gören kişinin kendi rıza veya tutum ve davranışından (kusurundan) kaynaklanması,
- Zararın 3. bir kişinin eyleminden doğması,
- Zararın kesin, önlenemez nitelikteki olağanüstü bir olaydan (mücbir sebepten) meydana gelmesi,
- Zararın ani, umulmayan veya o sırada bilinmeyen olaylar sonucu meydana gelmesi,
- Zarar ile idârenin faaliyeti, davranışı arasında bir illiyet bağının olmaması.