Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 2 Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Türk Düşüncesi-Türkçe-Eleştiriler
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Türkiye’de felsefecilerin toplumun düşünsel yapısına ilişkin araştırmaları yeterli midir?
Hayır. Türkiye’de felsefecilerin en çok ihmal ettikleri konulardan biri de, ait oldukları toplumun düşünsel yapısına ilişkin araştırma yapmaktır. Toplumun düşünce tarihine ilişkin felsefi bir tutumla yapılmış araştırmalar, yok denecek kadar azdır.
Türk düşüncesine göre kültür nedir?
Bir toplumun düşüncesinden söz etmek, çok karmaşık bir durumdur. Çünkü toplumun yapıp ettiği her şey anlamına gelen kültür, düşünceler yumağından başka bir şey değildir.
Toplumların düşünce yapıları nasıl araştırılmaktadır?
Kültürün içindeki hangi unsurları öne çıkarıp, bunların toplumun genel düşüncesini yansıttığını söylemek de zordur. Bununla birlikte, devlet, iktisat, sanat, din, gibi konular çerçevesinde toplumların düşünce yapıları araştırılmaktadır. Burada ele alınan konular, ait oldukları topumla ilgili ne türden çalışmalar yapıldığıdır.
Fuad Köprülü, en iyi tarihçilerden biri olma niteliğini nasıl hak etmiştir?
Fuad Köprülü (1890-1966), tartışmasız olarak Türk tarihçiliğinin en tepesinde yer alan çok az kişiden biridir. Köprülü’nün yetiştiği dönemde, devlet, toplum, kurumlar ve aydınlar olabilecek en kötü şartlar altındadır. Böyle bir ortamda 23 yaşında Darülfünun’a müderris olmuştur. Türk tarihi hakkında çalışmaları, çalışmalarının kalitesi, sorunlara nüfus edebilme gücü, yeni bir yaklaşımla sorunları kucaklama, içeriden bir okumayla bu topluma ait düşünceleri sergileme becerileriyle, en iyi tarihçilerden biri olma niteliğini hak etmiştir. Türk tarihçiliğinin doruk noktasında olan Köprülü, bu özelliğine 1913 ile 1934 yılları arasındaki çalışmalarıyla ulaşmıştır.
Fuad Köprülü’ye göre tarih nedir?
Köprülü’ye göre tarih, geniş manasıyla, mazide cereyan eden bütün işlerin ve vakaların heyeti mecmuasıdır. Bu genel tanımın devamında, tarihin insanlık fikir ve faaliyetlerinin tezahürü olduğunu belirtmiştir.
Köprülü, tarihçinin hedefini nasıl açıklamıştır?
Tarihçinin hedefi, herhangi bir cemiyetin muayyen bir zaman ve mekan içindeki gidişinin sebeplerini izah etmek, onun içtimai hayatının türlü tezahürlerini realiteye en yakın şekilde canlandırmaktır.
Ümit Hassan, çalışmasında ilk toplum örgütlenişiyle ilgili hangi ölçütleri kullanmıştır?
Çalışmada, ilk toplum örgütlenişiyle ilgili iki ölçüt kullanılmıştır. İlki, eşitlik/ eşitsizlik ikincisi, babahanlık / anahanlık (babaerkil, anaerkil). İlk toplumsal örgütlenmenin, birinci ölçüt açısından, eşitlikçi-sınıfsızlıktan başlayarak çözüldüğünü; ikinci ölçüt açısından da anaerkil karakteristikten babaerkiliğe doğru olduğunu önerme olarak kabul etmiştir.
Ümit Hassan, Türklerde şamanlığı nasıl incelemiştir?
Türklerde Şamanlığı, kökenleri ve değişimi, göçebe hayat tarzı, Şamanlığın tarihsel gelişimi, Türklerde ve Asya Kandaşlığında şaman inanç sistemi, Şamanlığın genel nitelikleri, hayat tarzının kavimler arası genelliği, Şaman tiplerini, anaerkil kökenlerini, efsaneleri, yer ve gök kavrayışı, örgüt kutsallığının temelleri, orman kültünün inanç temelleri ve boyutları, dağ kültü, geleneklerin görenekleşmesi, çağdaş kalıntıların tarihsel anlamı bağlamlarında ele alıp incelemiştir.
Hassan, devletleşme sürecinin temellendirilmeye çalışılmasını nasıl açıklamaktadır?
Devletleşme süreci, töre ve törenin kökenleri, inanç- örgüt ilişkisi, eski inanç sisteminin değişik biçimlerde yeniden canlanışı, değişimin boyutları, töz ve tör(e), Totem- kökencilik, baba erkilliğin ön şartları, Töre “ceddi ata “ile soy kültünün örgütsel sonuçları, göçebe fetihçiliğin simgesel değerleri, yönetim tekniklerinin temelleri, eski geleneklerden yararlanma, ant ve kargış, kandaşlık töreninde örgütsellik, örgüt kişisi olan alp tipi, kandaşlığın askeri alametleri, uran, şiar, Töre ve Uran, kabile toplumunda toplu eylem simgesi gibi konularla temellendirilmeye çalışılmıştır. (135)
Bir toplumun düşünce yapısını çok açık bir şekilde ortaya çıkarmak için gerekli olan nedir?
Bir toplumun düşünce yapısını çok açık bir şekilde ortaya çıkarmak için, o toplumun dilinin özelliklerinin de sergilenmesi gerekmektedir.
Nermi Uygur’un Türkçenin yapısına ilişkin en net görüşleri nerede görülmektedir?
Nermi Uygur, her fırsatta Türkçeye olan tutkusunu dile getirmekten hoşlanmaktadır. Bu tutku, hem felsefe yazılarında hem de edebi denemelerinde açıkça görülmektedir. Uygur, Türkçeye ilişkin her fırsatta dile getirmekle birlikte, Türkçenin yapısına ilişkin görüşleri Türk Dilinin Felsefesi Kültüraşırı Düşünceler adlı makalesinde görülmektedir. Bu düşünceler, Almanya’da bir konferansta Almancayla karşılaştırmalı bir şekilde sergilenmiştir.
Nermi Uygur’a göre konuşma nedir?
Uygur’a göre Türkçenin önemli bir özelliği olan konuşma, Türk kültür çevresinde başlı başına bir amaçtır. Konuşma: “N’oldu böyle sana ağzını bıçak açmıyor?” “Orda ağzı kilitli durma!” “Söz ağzından dirhemle çıkıyor” gibi konuşmayla ilgili deyimleri şöyle değerlendirmiştir: Türkçe deyimler, Türkçeye yapışık kuruluşlar olup başka dillere çevrilmeye gelmezler; bunlar Türkçeye özgü yaşama duygusu, yaşama yöneltisi, yaşama biçimi, yaşama koşullarıdırlar. Bu deyimler, benzetmeli-iğretilemeli anlam örgüleridir; bu örgülerse, özce, kendilerini oluşturan tek tek dil öğelerinden daha çok şeyi sarıp sarmalarlar. Bir bakıma deyimler, vurgular, seslendirişler, söyleyişlerdir, anlamca ince ayrımlar, dil oyunları, yinelemeler, karşıtlıklardır; söz akrabalıklarıdır, anlam ve ses çağrışımlarıdırlar, tarihsel arka planlarla şimdiyi yoğuran koşulların iç içe girdiği birtakım kuraldışı uzanışlar, aşırılıklardır. Deyimlerin bu yapıları çeşitli ayırmaların yapılmasına da neden olmaktadırlar. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar” sözü, insanla hayvan arasındaki özsel farklılığı yansıttığından, konuşma Türkçede çok önemsenmektedir. Gizlisiz-saklısız konuşma, önem verilen bir durumdur.
Uygur, sesleniş biçimlerini hangi açılardan ele almıştır?
Sesleniş Biçimleri: Uygur seslenişleri üç açıdan ele almıştır: İlk sesleniş tarzı özaddır (ad). Türkçede, özadla (adıyla) seslenilir. Türk için kendi olan şey, insanın özü olan şey, onun adıdır. Özad, Türkün kimliği, özelliği. Kendi beni, kendi kişiliğidir. Özad başta yer alırken, bey ve hanım takıları sonda yer alırlar. İkinci sesleniş tarzı: Başkalarına hitaplar büyük ölçüde akrabalık terimleriyle yapılır. Bütün bu niteleme seslenişlerinde dostça bir davranış dile getirilmektedir. Hepsi de konuşanları, içten bir birlik, karşılıklı bir güven ortamı yaratmak amacıyla, akrabalık sıcaklığına bürünen bir anlatım katıyla birbirlerine bağlamaya yönelmiştir. Üçüncü Sesleniş tarzı: Kişilere hitap ederken Siz yerine Sen’i tercih etmektir.
Ömer Naci Soykan, Türkçeyi hangi bakımdan incelemiştir?
Soykan, Türkçeyi yapıca inceleyen biridir. Yayınladığı çeşitli makalelerde Türkçenin yapısına ilişkin önemli görüşler ortaya koymuştur. Özelikle Türkçenin söz dizimine (sentaksı) ilişkin tespitleri Türkçe araştırmalarında önde gelmektedir.
Soykan, Türkçeyi nasıl bir dil olarak betimlemektedir?
Türkçenin anlambilimsel değil, söz dizimsel yapısı üzerinde durulacağını bildiren Soykan, Türkçenin çeşitli özelliklerini incelemektedir. Türkçenin, ön eksiz, son ekli ve eklemeli bir dil olması, ona ayrıcalık veren unsurlar arasındadır. Ayrıca Türkçede kelimelerin bölünemeyen tek heceli kök yapıları, atom olarak adlandırılmış ve cümle yapısın da atomların bileşiminden oluşan moleküler yapılar yani sözcük birimlerin meydana geldiğini belirtmiştir. Bu tespitlerden hareketle Türkçeyi modülsel bir dil olarak betimlemiştir.
Türkiye’de felsefenin genel bir haritası hangi eser ile çıkarılmıştır?
Türkiye’de Felsefenin Gelişimi adlı kitabın ilk cildinde, düşünürleri tanıtarak, ikinci ciltte ise felsefecilerin felsefe disiplinleri hakkındaki düşüncelerini inceleyerek, Türkiye’de felsefenin genel bir haritası çıkarılmıştır. Çizilen bu haritada çok olumlu gelişmelerin olduğu görülmektedir.
Macit Gökberk’e göre Türkiye’de felsefenin durumu nedir?
Gökberk, 1982 ve 1983 yıllarında yapılan söyleşilerinde Türkiye’de felsefenin durumuyla ilgili olumsuz bir resim çizmektedir. Ona göre, yaratıcı ulusal felsefenin sınırlarını çizmek zordur ve Türkiye’de çağdaş felsefe bakımından özgünlük yoktur. Türkiye’de özgün felsefe olmamasının nedenleri olarak, büyük bir felsefe geleneğinin olmaması, Cumhuriyet döneminde felsefeci sayısının azlığı ve yeterli düşünce özgürlüğünün bulunmaması sayılmışlardır. Ona göre, felsefenin gerektiği gibi gelişememesinin en büyük nedeni, gereği kadar özgürlük olmamasıdır. Çünkü felsefe, en radikal, en köke kadar inen soru demektir. Bunun için de mutlaka özgürlük gereklidir ve yasalar ile töreler buna elverişli olmalıdır. Felsefenin, karşında soru soramayacağı hiçbir konunun olmaması gerekir. İlk özgür ortam II. Meşrutiyet döneminde başlamıştır. Buna rağmen Türklerde filozof çıkmamasının nedeni olarak, bizim dünyamızın tek kişinin özgür olduğu ve despotik bir yapıya sahip olması gösterilmiştir. Batı’da Magna Carta, tek kişinin egemenliğine karşı çıkışın örneğidir. İslam medeniyetinde Farabi örneğine karşı, felsefenin bağımsız olmadığı, dinin emrinde olduğu cevabını vermiştir. Ona göre, Farabi döneminde felsefe ne konusu seçebiliyor ne de araştırabiliyor, ne de yöntemini seçebiliyor. Gerçek anlamda özgürlük olmadığı için gerçek felsefe de hiçbir zaman olmamıştır. Özgürlük, Cumhuriyetle gelmiştir. Tanzimat’tan beri biz de bu görüşün (dünyaya felsefi bir tavırla yaklaşma) içindeyiz. Atatürk devrimleri, bu görüşü daha tutarlı, daha kestirmeden, daha hızlı bir benimseme denemesidir. Atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, bundan 2500 yıl önce bizim topraklarımızda tarih sahnesine çıkmış olan bu tutumun bir dile gelmesidir. Bu görüşün bütün dünya tarafından benimsenmiş olması, bütün insanlığı kavrayan bir tarih, ancak şimdi gerçek olmağa başlamıştır. Gökberk’in sunduğu veriler, onun, Türkiye’de felsefenin iyi bir durumda olmadığını düşündüğü göstermektedir.
Felsefe anlayışı tabiri ile ne anlaşılmaktadır?
Felsefe anlayışı, felsefenin temel ilkelerine bağlı kalarak, yani felsefi bir tutumla, sorunların temellendirilmesinde ortaya çıkan kişisel yaklaşım tarzıdır. Başka bir deyişle, felsefe anlayışları, felsefe yapma tarzlarında ortaya çıkar.
Felsefe anlayışının en iyi sorgulanacağı alan neresidir?
Felsefe anlayışının en iyi sorgulanacağı alan, felsefe yapmanın şartlarının yerine getirilip getirilmemesidir. Felsefe yapmak ya da felsefi düşünceler üretmek, akıl yürütme çerçevesinde, şüphe, eleştiri, tanımlama, sınıflama, ilke, tutarlılık gibi unsurları esas alarak, felsefenin konularını bütünlüklü bir şekilde ortaya koymaktır. Ancak bu tanımlama bütün zihinsel faaliyetler için geçerli olmakla birlikte, felsefe ilkelerden hareketle genelleyici yargılara varması nedeniyle diğer çalışma alanlarından görece farklıdır. Felsefe yapmak, esas olarak, felsefe sorunlarını, felsefi bir tutumla temellendirmektir.
Felsefe sorusunun oluşumunda belirleyici olan unsur nedir?
Felsefe sorusunun oluşumunda, eleştirel tutum belirleyici bir rol oynar. Eleştiri, düşüncelerdeki, eksiklikleri, yetersizlikleri, yanlışları ortaya koymak ve tespit edilen sorunları giderme sürecedir. Bu özellikleriyle eleştiri, felsefedeki dinamizmin kaynağıdır. Alana ilişkin görüşlerin eleştirilmesi, konuyla ilgili yeni soruların ortaya çıkması, dolayısıyla da yeni düşüncelerin üretilmesini gerekli kılmaktadır. Somutlaştırırsak, bilgi türleri hakkında yapılan bir çalışma, konuya ilişkin görüşlerin neler oldukları, hangi görüşlerin açıklama güçleri daha fazla, hangilerinin ki zayıf olduğu, açıklama güçleri fazla olanların hangi eksiklik ve yanlışlıkları içerdiklerinin sergilenmesi, eleştirel süreçtir. Bu sürecin son aşamasını, yeni bir bilgi sınıflamasının yapılmasını gerektirir. Türkiye’deki felsefe çalışmalarına bakıldığında, herhangi bir felsefe problemi alanında Batılı düşünürlerin görüşlerinin sistematik eleştirisine rastlanmamaktadır. Her fırsatta eleştirinin önemine işaret edilirken, eleştirin somut örneklerinin üretilmemesi, felsefe anlayışımızın en önemli sorunları arasındadır.
Bir toplumda tarihçiliğin zayıflığı nasıl açıklanabilir?
Tarihçiliğin zayıflığı da düşünce üretiminin önündeki engeller arasındadır. Bir toplumda felsefi düşüncelerin üretilebilmesinin en önemli şartlarından biri de, o toplumun, tarih, devlet, ilahiyat, iktisat, hukuk, bilim, sanat, değerler, kurumlar gibi çok sayıda alanın tarihlerinin yazılmasıdır. Söz konusu alanlarda ne türden düşüncelerin gerçekleştiği, bunların birbirleriyle ilişkileri, başka toplumların aynı konudaki düşünceleriyle karşılaştırarak, teorik olarak temellendirilmelidir. Başka bir deyişle, tarihçilik, özellikle de düşünce tarihçiliği, felsefenin en önemli yardımcı disiplinidir. Türkiye’de düşünce tarihçiliği konusunda, yok denecek kadar az deneme vardır. Bir toplumun düşünce tarihi yazılmamışsa, o toplumun sorunlarını felsefi temellerde ele almak çok zordur. Öte yandan modern felsefeyi kurup geliştiren toplumların genel tarihleri ile düşünce üretimlerinin tarihleri hakkında çalışmalar da yok denecek seviyededir. Böylesine önemli kaynaklar eksik iken, felsefe sorunları hakkında düşünce üretmek mümkün müdür? Bu eksiklikleri kim giderecek sorusunu sormanın anlamı olmasa da, bu eksiklikler yüz yıllık üniversite tarihimizde neden giderilemedi? sorusundan tarihçiler ve felsefeciler başta olmak üzere hiçbir akademisyen kurtulamaz.
Felsefeci-toplum ilişkisi nasıl açıklanabilir?
Felsefeci Toplum İlişkisi: Felsefeciler, toplumun felsefe ihtiyacını karşılayabilmişler midir? sorusu çerçevesinde felsefe toplum ilişkisine bakıldığında, sonucun olumsuz olduğu görülmektedir. Felsefeciler, temel felsefe sorunlarına Türkiye’de karşılık gelecek düşünceler üzerinde durmamışlar ve toplumun yaşadığı sorunları felsefi bir temellendirmeyle incelememişlerdir. Başka bir deyişle, bilgi, ahlak, varlık, mantık, devlet gibi temel felsefe sorunlarının yapıları bütünlüklü bir şekilde ortaya konulmadığı gibi, bu sorunların Türkiye’de, nasıl anlaşıldığı, bu konularda neler düşünüldüğü, üzerinde de durulmamıştır. Öte yandan, toplumda yaşanılan önemli sorunlar felsefeciler tarafından incelenmeye değer görülmemişlerdir. Bütün değer ve kurum sistemlerini değiştiren Türkiye’de felsefecilerin ilgisini çekecek ve felsefe açısından sorgulanacak bir şeyin olmaması mümkün müdür? Sorusunun cevabı, hayırdır. Felsefecilerin ait oldukları toplumun sorunlarından uzak durmaları, felsefe anlayışındaki bir başka sorundur.