Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 2 Dersi 3. Ünite Özet
Estetik-Felsefe Tarihi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Estetik
Estetik, diğer adıyla sanat felsefesi, Platon ve Aristoteles’ten bu yana felsefenin temel disiplinleri arasında yer almaktadır. Temel konusu sanat eserinin nasıl bir yapıya sahip olduğunu açıklamaktır. Estetik, bunu gerçekleştirmek için, sanatçının kaygıları, duygu durumları, yaratıcılığının şartları, sanat eserinin hangi anlamlara sahip olduğu, ona ne türden değerler yüklendiği, toplumda sanatın yeri ve algılanışı türünden sorunlara açıklamalar getirmektedir.
Türkiye’de akademik çevrelerde estetik çalışmaları Darülfünun’un kuruluşuna kadar gider. 1900 yılında Darülfünun’la birlikte kurulan İ.Ü. Felsefe Bölümü dersleri içinde estetik dersleri de yer almaktadır.
İsmail Tunalı
İsmail Tunalı, felsefenin estetik disiplinini, bütün yönleriyle incelemiş ve bütün eserlerini estetik konusunda vermiştir. Tunalı’nın estetik sorununu nasıl anladığı ve ne türden özelliklerini öne çıkardığı, Sanat Ontolojisi ile Estetik adlı kitaplarından hareketle aşağıda ele alınmaktadır.
Tunalı, Sanat Ontolojisi adlı kitabında, sanatın ontolojisi hakkında şunları bildirmektedir: Çağdaş sanat felsefelerinden biri olan sanat ontolojisi, sanat eseri denilen varolanı somut bir varlık olarak ele alıp çözümlemek ister. Nasıl maddi, organik ve ruhi varolanlar varsa, aynı şekilde bir şiir, bir resim, bir heykel, bir yapı ve bir müzik parçası gibi sanat eseri dediğimiz varolanlar da vardır. İşte bu sanat eserini, varolan bir şey olarak inceleyecek felsefe, sanat ontolojisi olacaktır.
Tunalı’ya göre çağdaş felsefe görüşleri arasında en temelli ve en önemlilerinden biri, hiç şüphesiz, ontolojidir. Nicolai Hartmann’ın kurduğu ve geliştirdiği felsefe anlayışı, varolanı ve varlığın bütününü kendine konu olarak alır. Varolan ve varlık nedir? Varlık tarzları, varlık tabakaları ve varlık kategorileri nedir? soruları, söz konusu yeni felsefe anlayışının özellikle araştırdığı, üzerinde durduğu, bir takım ana ve temel sorulardır (Tunalı 1971, 1).
Çünkü, sanat eserleri denilen tek tek varolanların da, varolan olarak bir varlığı vardır. Sanat eserleri de vardırlar. Ama bu varolanlar nasıl ve ne çeşitten bir varlığı gösterir? Böyle bir soru da tamamen ontolojik bir soru olup, ontoloji çerçevesi içinde çözümlenmesi gerekir. Sanat eserinin varlığı, bir şiirin, bir heykelin, bir müzik parçasının, varlığı nasıl bir varlıktır? Sanat eserinin varlığı ile öbür varlıklar arasında nasıl bir ilgi ve ayrılık vardır? Sanat eserinin ontik yapısı nedir? Bu yapı ile sanat eserine yüklediğimiz değer arasında nasıl bir ilgi vardır? Soruları da ontoloji için ele alınması ve çözümlenmesi gereken ontolojik sorulardır. Sanat eserinin ontik yapısını araştıran bir ontoloji gereklidir. Bu ontoloji artık yeni bir ad alır, sanat ontolojisi adını alır. Buna göre, sanat ontolojisi, genel ontolojinin sanat eserini, onun ontik yapı ve tabakalarını, estetik değerini araştıran bir kolu olacaktır (Tunalı 1971, 44).
Tunalı, Estetik kitabında sanatın ana ilkelerini temellendirmiştir. Ona göre estetik, duyulur algının, duyusallığın sağladığı bilgi ile ilgili bir bilimdir (Tunalı 1979, 13).
Estetik süje: Tunalı’ya göre, bilme etkinliğindeki süje rolü, estetik etkinlikte de kendini gösterir. Bir yanda, güzel denilen bir varlık, bir sanat yapıtı, estetik varlık, estetik obje vardır, öbür yanda, bu estetik varlıkla estetik ilgi içinde bulunan, onu estetik olarak algılayan, ondan hoşlanma ya da estetik haz duyan bir süje vardır. Bir estetik obje ile böyle bir ilgi içinde bulunan süje, artık yalın bir bilgi süjesi olmaktan çıkar, bir estetik süje olur. Buna göre, estetik süje, bir estetik objeyi algılayan, onu kavrayan ve ondan estetik olarak hoşlanan, ondan estetik haz duyan bilinç varlığı, ‘ben’ anlamına gelir. Böyle bir estetik süje, bir estetik objeyi kavrarken, ondan haz duyarken bu estetik obje karşısında tavır almış olur (Tunalı 1979, 27).
Estetik obje: Estetik obje, genel olarak bir estetik süjenin kendisiyle estetik bir ilgi içinde girdiği bir varlık anlamına gelir. Estetik süje, geniş anlamda doğa varlığı ile, bu varlığı oluşturan insan, canlı, inorganik doğa gibi doğa kesimleriyle estetik ilgi kurduğu gibi, sanat yapıtlarıyla, resim, heykel, yapı, şiir, roman gibi unsularla ilgi kurar.
Ontolojik çözümleme, estetik objenin, sanat yapıtının varlık tarzını, ontik yapısını, varlık tabakalarını araştıran ontoloji, yani sanat ontolojisi, estetik için en temel araştırma disiplinidir.
Estetik Değer: Estetik gerçekliğin üçüncü ayağı, estetik değerdir. Estetik süje estetik objeyle ilgi kurmakla kalmaz, ona güzel, yüce, trajik, komik gibi değerler de yükler. Estetik objelere yüklenilen bu yüklemler, estetik değerler olarak kabul edilirler (Tunalı 1979, 117). Bu belirlenimden hareketle, başta estetik bir değer olarak güzellik olmak üzere, yüce, trajik, komik gibi estetik değerler çok çeşitli yönleriyle ve estetik anlayışları çerçevesinde incelenmiştir.
Estetik Yargı: Tunalı, estetik gerçekliğin son unsuru olan estetik yargı sorununu, esas olarak Kant’ın estetik yargılar hakkındaki düşünceleri bağlamında analiz etmiştir. Estetik yargı, duyum ve algılar aracılığıyla gelen verilerin bilme süreci içinde dönüştürülerek bilgi haline getirilmesidir. Estetik yargı, bir bilgi sorunu olarak değerlendirilmiştir. Estetik yargılar ayrıca, psikolojik ve Marksist açıdan da ele alınmışlardır. (Tunalı 1979, 271-306).
Felsefe Tarihi
Felsefe tarihçiliği, felsefenin bir dalı olarak Aristoteles’le başlamaktadır. Aristoteles ele aldığı her sorunda, ilkin o sorun hakkında bildirilen görüşleri sıralamış sonra da kendi görüşlerin temellendirmeye geçmiştir.
Bunun içindir ki, felsefe tarihi bir felsefe disiplinidir, hem de felsefenin çok önemli bir disiplini. Felsefe problemleri tarihi akışları içinde dikkate alınır. Böylece onların birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını, birinin ötekilerinden nasıl çıktığını görmek mümkündür.
Macit Gökberk
Felsefenin Evrimi (1979) adlı kitabının Önsöz’ünde felsefe anlayışına ilişkin ipuçları vermiştir. Felsefe tarihi neden gerekli? sorusunu cevaplamak için, felsefe nedir? sorusunu öne çıkarmış ve bu sorunun yanıtının kolay olmadığını belirtmiştir. Ona göre felsefe, felsefeye özgü olan, iyi, doğru, güzel nedir gibi bir takım soruları, özel bir tutumla ele alır. Felsefede görülen tutum da, hep temele kadar gitmek, sonuna kadar gitmek çabasıdır (Gökberk 1979, 1). Felsefenin bütün tarihi boyunca uzayıp giden bu çabalar, felsefe tarihinin konusunu oluşturur.
19. yüzyıl felsefe tarihinin klasikleştiği dönem olarak kabul edilir. 19. yüzyıl felsefe tarihinin klasikleştiği dönem olarak kabul edilir (Gökberk 1963, 123). Hartmann, dönemin felsefe tarihlerinden şüphe edilmesi gerektiğini düşünmüştür.
Hepsinde ortak olan, ele aldıkları sistemlerin büyüsüne kapılmış olmalarıdır. Bunlar kendi düşüncelerini inceledikleri büyük düşünürün tutsağı yaparak, özgürlüklerinden olmuşlardır. Bir sistem için tutarlı olmayan her düşünce gözlerinde uygunsuzdur; tarihe bile aykırıdır; dolayısıyla reddedilebilir.
Hartmann, felsefe tarihinde sistemden çok, problemlerin ele alınmasını önermiştir. Felsefe tarihi boyunca sistem düşüncesi yanında bir de problem düşünceleri göze çarpar. Düşünürlerin çoğu, daha önce kafalarında kurdukları dünya tasarımından kalkmış, objelerini bu tasarım bağlantıları içine zorla yerleştirmişlerdir. Böyle kurulan düşünce yapıları felsefe sistemleridirler (Gökberk 1963, 125-126).
Bir problem bir defa bulunduğunda, gerçekten çözülünceye kadar çözüm denemelerinin içinde yer alır. Felsefe problemleri çok derinlere uzandıklarından, kolay kolay çözülemezler. Bununla birlikte problem hakkında çeşitli çağlarda ve kafalarda ortaya çıkan görüşler içten içe birbirlerine bağlıdırlar (Gökberk 1963, 127).
Hartmann, tarihi düşüncenin önünde üç ön yargının bulunduğunu belirtmiştir: Felsefenin tarihini bir bilgi dalının, bir bilimin tarihini yazar gibi yazmak gerekirdi; oysa felsefe tarihi, din tarihi ya da sanat tarihi gibi yazılmıştır. Onun için bilginin kendisindeki ilerlemeyi araştırma pek cılız kalmıştır. (Gökberk 1963, 131).
Takiyettin Mengüşoğlu
Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş kitabında, Problem Olarak Felsefe Tarihi adlı bölümünde, felsefe tarihini çeşitli yönleriyle tartışmıştır. Tarihi, insan faaliyetleriyle başlatan Mengüşoğlu’na göre tarih, insan başarılarının ve olayların bilgisidir (Mengüşoğlu 1968, 301). Başarıların alanları farklı olduklarından, her farklı alanın da bir tarihinin olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla felsefe tarihi de insanın felsefe sahasındaki faaliyetlerinin, başarılarının tarihidir (Mengüşoğlu 1968, 301).
İnsan başarılarının en önemlileri, onun ilim, felsefe, sanat ve teknik sahasında gerçekleştirdikleridir. Bu nedenden dolayı en önemli tarih de ilim, sanat, teknik tarihidir; çünkü bütün insan faaliyetleri - hangi sahaya ait olurlarsa olsunlar- bilgiye dayanan faaliyetlerdir, fakat ilim için, özellikle de tabiat ilimleri için tarih bir problem değildir (Mengüşoğlu 1968, 302-303).
Felsefede esas olan sistem kurmaktır. Ve her sistemin belli bir çerçevesi vardır. Filozofun fikirleri ya bu çerçevenin içine sığabilir veyahut da onu aşar. Sığdığı zaman filozof, tutarlıdır; yani fikirleri arasında bir tutarlılık vardır. Sığmadığı zaman filozof söylediklerini çürüten, tutarsız, fikirleri birbirini tutmayan bir filozoftur. Böyle bir felsefe tarihi görüşünün tam olabilmesi için, bu sistemlerin de tasnif edilmesi gerekmektedir. Tasnif, bu sistemleri, realizm, idealizm, pozitivizm gibi belli ‘ism’lere ayırmak suretiyle yapılır (Mengüşoğlu 1968, 307-308).
Örneğin Platon’la başlatılan idealizmin Hegel’le doruğa ulaştığının gösterilmesi gibi (Mengüşoğlu 1968, 308). Felsefe tarihçisi, sistemleri ‘izm’lere göre sınıflar ve ‘izm’lerin kendi iç yapılarındaki gelişmeleri aktarır. Böyle bir tarih, hatalar tarihi olmaktadır (Mengüşoğlu 1968, 308). Çünkü, her sistem kendini biricik doğru kabul etmekte ve diğerlerini çürütmeye çalışmaktadır (Mengüşoğlu 1968, 308). Hakiki anlamda felsefe tarihi, felsefenin yüzyıllardan beri ortaya koyduğu bilginin bir tarihi olmalıdır. Tıpkı kimya ve fizik tarihlerinde olduğu gibi. Bilimlerde birikerek devam eden bilgi durumu tarihçiliği kolaylaştırırken, felsefede, her filozof önceden kurulan problemi yeniden kurmak durumundadır.
Nermi Uygur
Nermi Uygur, felsefe tarihi hakkındaki düşüncelerini ilkin Felsefe ve Tarihi (Felsefe Arkivi 13, 1962) adlı yazısında ele almıştır. Sonra bu yazı Felsefenin Çağrısı (1971) adlı kitabında, değiştirilerek yeniden kullanılmıştır. Aşağıda Felsefenin Çağrısı adlı kitapta, Felsefe-Dünü ve Yarını başlıklı bölümde felsefe tarihi hakkındaki düşünceleri ele alınmaktadır.
Felsefe araştırmasının kendi geçmişi ile ilişkisi nedir? Bu ilişki hangi gereksinimlerden doğar? Bu gereksinimin giderilmesiyle ne gerçekleştirilir? Felsefenin geleceğinden neler beklenebilir? (Uygur 1971, 155-156). Uygur’a göre bu sorular nihai olarak felsefe nedir? sorusuna dayanır. Felsefenin dünü ve yarınına duyulan ilgi, felsefenin ne olduğunu belirtmeye yarar (Uygur 1971, 156). Ancak felsefenin ne olduğu da, onun dünü ve yarını hakkında sahip olunan bilgelerle bilinebilmektedir.
Uygur felsefe tarihi sözünün genellikle iki anlamda kullanıldığını belirtmektedir: 1. Bugünden önceki filozofların düşünceleri, bin yıllarla ifade edilen felsefe tarihini oluştururlar. 2. Felsefe çalışmaları üzerinde yapılan çalışmalar. İlk anlamında felsefe tarihinin kurucuları filozoflardır.
Uygur’a göre felsefe tarihçisi, bir tarihçidir. Felsefe tarihçisinin amacı, felsefeyi, felsefe tarihi biliminde yeniden kurmaktır. Bu bakımdan felsefe tarihçisinin görevi: insan tarihinin belli bir kesitini, felsefeyi, özel bir bilinçle yoğurmak, felsefeyi anlamak, bu anlayışla felsefenin tarihini ‘gerçekleştirmektir’. Geçmiş merakı tarihçide düpedüz bir duygu olmaktan çıkmış, yaşayıp eylemeye yön veren bir tutku olmuş, bir geçmiş kaygısına dönüşmüştür. Geçmişi eksiksiz öğrenme, köşe bucağını titizce araştırma, tarihçinin işidir. Geçmişe böylesine bir ilgi, tarih bilincinin dayanağıdır (Uygur 1971, 157-158).
Felsefe, kavramlarla ilgili bir uğraşıdır. Felsefe, dallı budaklı yönelmelerimizde, günlük yaşamda, bilim ve sanatta, din ve teknikte başvurduğumuz belli başlı sözleri (dolayısıyla bu sözlerle yöneldiğimiz dünyayı) anlamları bakamından elden geldiğince açıklayıp eleştirme denemesidir. Bu denemeye girişmeyenin felsefeyle bir alıp vereceği olmamıştır. Geçmişin tam da bu denemelerini konu olarak almayan, felsefenin tarihini yazamaz. İşte bu felsefe anlayışı, felsefenin özel bir kavram araştırması olduğu üzerindeki bilinçtir. Felsefeden anlamak, felsefeyi anlamak, bu bilinçteki aydınlığa göre değişir. Felsefe tarihçisinin başarısı dönüp dolaşıp işbaşındaki bu anlayışa dayanır (Uygur 1971, 171-172). İyi bir felsefe tarihçisi, geçmişteki kavram açıklamalarını incelemekle görevlidir (Uygur 1971, 172). Uygur felsefe tarihinin çıkmazları olarak, felsefeyi felsefe tarihine indirgemek, felsefeyi belli bir felsefe açısından incelemek, geniş bilgi ağlarının altında bocalamak, felsefe tarihlerinde ortaya çıkan görecelik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kuşkuculuğu saymıştır (Uygur 1971, 175-181).
Başarılı filozoflar her zaman yarınların filozofları olmuşlardır. Aralardaki yüzyıllara rağmen, sözgelişi, Aristoteles, Descartes, Kant, Hu-me bir bakıma çağdaşımız değil midir? (Uygur 1971, 184). Öte yandan bir başka sorun ortaya çıkmaktadır. Geleceği önceden bilmek, yarının tarihini yazmaktır. Oysa bir tek geçmişin tarihi yazılabilir (Uygur 1971, 184). Yarınlara ilişkin tahminler doğru çıksalar bile bilgi olmaktan uzaktırlar (Uygur 1971, 185). Yarın bilinmemekle birlikte, filozof yarından sorumludur. Yapılan her şey geleceği etkiler. Felsefenin bugününde yapılanlar, gelecekte yapılacaklara, geleceğin felsefesine bir öndür. Gelecek sorumluluğundan yüz akıyla çıkabilmek için de, filozofun, kendisine kapalı olan geleceği zorlayıp kendi bugününde işini elden geldiği yetkinlikle yerine getirmesi gerekir. Bugününde felsefenin dünü ile yarınını birleştiren filozofların başarısı, felsefe yapmalarına, yaptıkları felsefeye bağlıdır. Felsefenin kaderi filozofların elindedir (Uygur 1971, 185).