Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 1 Dersi 6. Ünite Özet
Türkiye’De Etkili Olan Felsefe Akımları
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Aydınlanmacılık
18. yy’da ortaya çıkan ve insan aklını her şeyin üzerinde tutan ve insana dair her şeyi doğa temelli açıklamaya yönelen aydınlanmanın temsilcileri arasında Rousseau, Voltaire, Montesqieu gibi düşünürler yer almaktadır. Özellikle Rousseau ve Voltaire’in düşünceleri Türkiye’de tanzimat dönemi sonrasında etkili olmuştur. Bu dönemin aydınlanmacı görüşleriyle ön plana çıkanlar arasında Namık Kemal ve Jön Türkler de vardır. Namık Kemal’in aydınlanmacı görüşleri Rousseau, Lock, Montesquieu’dan izler taşırken, Ziya Paşa’da Fransız İhtilali ve Rousseau etkisi açıkça görülmektedir. Ayrıca Macit Gökberk’e göre ise toplumsal sorunların çözümünde deniz çevresi ve gerilerinin yarattığı bir Batı kültürünün ürünü olan ve Rönesans ve Reform ile temelleri atılan aydınlanmacı görüşlere başvurulmalıdır. Ortaçağ skolastik düşüncesine karşıt olarak ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketlerinin din, devlet veya bilginin dogmalığını sarstığını ve eleştirel düşünceye ivme kazandırdığını belirten Gökberk, bu şekilde geleneklerden kurtularak doğayı ve insan dünyasını akıl ile kavramaya yönelmenin aydınlanma çağına zemin hazırlandığını vurgulamaktadır.
Din ve geleneğe kapılarını kapatan Aydınlanma dönemi, Tanrı’yı geri plana iterek insan aklını yüceltmiş, devlet anlayışında tarihsel dönemlere göre değişkenlik gösteren pozitif hukukun aksine doğadan ve doğuştan gelen bireysel haklara ve menfaat birliğine dayanan doğal hukuk esas almıştır. Bunun yanı sıra öbür dünya değer ölçüsüne göre bu dünyadaki yaşamını şekillendiren Tanrı’nın kulu insan yerine, içinde yaşadığı dünyanın zevkine varmaya odaklanmış, kaderine razı olan Tanrı’nın kulları yerine doğaya meydan okuyan teknik insan geçmiştir. Ulusal üstü olma amacı güden Aydınlanma düşüncesi Avrupa toplumları tarafından Rönesans’tan itibaren benimsenmesine karşın, kökleri İmparatorluğa dayanan Türkler’in Ortaçağ’a özgü ümmet anlayışından millet anlayışına geçememeli nedeniyle Türkler’in yabancı olduğu bir düşünce olarak kalmıştır.
Pozitivizm
19. yy’ın iki gözde akımından Fransız pozitivizmi ve Alman idealizmi arasında bir seçim yapan Osmanlı aydınları, tercihlerini bilimi pratikle bağdaştıran ve toplumsal yönü ağır basan Fransız pozitivizminden yana kullanmıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, aydınlanma düşünürlerinin eserlerinden yaptıkları çevirilerle, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti gerçekleştirdikleri faaliyetlerle Pozitivizmi Osmanlı dünyasına tanıtmışlardır. Bu akım, Osmanlı düşüncesini özellikle üç alanda etkilemiştir:
a. Şinasi’ye dek uzanan ve aklın eleştirelliğinin ön plana çıktığı düşünsel alan
b. Eleştirel aklın etkisini gösterdiği hukuki, idari ve iktisadi alan
c. Temeli Ahmet Şuayb’a dayanan sanat felsefesi
Pozitivizmin yaygınlaşmasında Servet-I Fünun, Ulum-u İktisadiye, İçtimaiye Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası gibi dergiler de etkili olmuştur. Bu akımın Osmanlılardaki temsilcileri arasında ise biyolojik materyalist ve evrimci olarak anılan Beşir Fuat, bu akımın Osmanlılarda yaygınlaşmasının öncülerinden Ahmet Rıza vardır.
Materyalizm
Fransız Devrimi sonrasında yetişen nesillerde etkisini açıkça hissettiren ve din dışı ve bilimsel bir tutuma sahip olan materialist anlayış Osmanlı dünyasında da etkili olmuştur. Materyalizmi Fransız Ansiklopedistler ve Materyalistlerden ve Auguste Comte’un pozitivizm teorisinden, Claud Bernard’ın fizyolojist akımından, Charles darwin’in evrim teorisinden ve Ludwich Büchner’in biyolojik materyalizminden öğrenen Osmanlı aydınları arasında Beşir Fuat, Ahmet Şuayb, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Rıza Tevfik, Hüseyinzade Ali yer almaktadır.
Filibeli Ahmet Hilmi’nin belirttiğine göre materyalizmin özellikleri arasında yaratıcının varlığının inkarı, varlık alemindeki her şeyi ezeli ve ebedi kuvvet ve maddeden ibaret görme, doğanın ezeli ve ebedi kendi yasaları olduğu inancı, insanın zekası ve idrağını tecrübeye indirgeme, insanın doğa kanunlarının hükmü altında olduğu inancı vardır.
Sosyal Darwinizm
Osmanlı düşünürlerini etkileyen akımlardan biri olan ve pozitivizmi gölgede bırakan Sosyal Darwinizm, Darwin’in evrim teorisine dayanmaktadır. Osmanlı döneminde bu akımın etkili olmasını sağlayan; basit mekanik doğal ayıklanmacı tutumla tüm varlığın oluşumunu açıklayabilmesi ve materyalist düşünceyi halk kitlelerine yayabilmesi, toplumsal gerçeklikle örtüşmesi, 3- Bilimin ön planda tutulduğu dönemde biyolojik evrim teorisini bilimselliğe dayandırabilmesidir. Bu bağlamda 19. yy.’ın ikinci yarısında felsefe ve sosyal bilimler alanlarında etkili olan ve liberal ekonomik düşünceyi meşrulaştıran evrim teorisinin Marxçı sınıf çatışması düşüncesini de etkilemesi dikkat çekicidir.
Hofstadter tarafından “yaşamak için mücadele” ve “en iyinin hayatta kalması” düşüncelerinin toplumsal yaşama uygulanması şeklinde tanımlanan Sosyal Darwinizm, başlarda mevcut düzeni korumak amacıyla muhafazakarlar tarafından geliştirilmesine karşın, sonradan ırkçı ve emperyalist düşüncelere hizmet etmiştir.
İlk evrimci Osmanlı düşünürleri arasında; tarihsel gelişmelerin temelinde kökeni orangutana dayanan insanın rekabet kabiliyeti olduğunu ileri süren Ahmet Mithat Efendi, toplumun gelişmesinde biyolojik materyalizmi tetikleyici bir unsur olarak gören ve toplumu beyinlerinin büyük olduğu gerekçesinden hareketle elit tabakanın yönetmesi gerektiğine vurgu yapan, materyalizmi hümanizme kaynaştıran Abdullah Cevdet, Jön Türkler’den Bedi Nuri ve Satı kardeşler yer almaktadır.
Spiritualizm (Ruhçuluk)
Ruhun maneviliği ve yüceliği görüşünden hareket eden ve Spiritualizm, ruhu insandaki evrensel bir güç olarak görmektedir. Bu akımın Türkiye’deki temsilcilerinden Filibeli Ahmet Hilmi, ruhçuluğun ilkelerini Tanrı’nın akıl ve irade sahibi ruhani bir varlık olarak kabulü, Tanrı’nın dünyayı yoktan yarattığı inancı, insanın aklı sayesinde Tanrı’ya ve eşyaya özgü hakikate erişebileceğine dair inanç, insanın irade özgürlüğüne sahip olduğu inancı olarak sıralamaktadır. Özellikle manevi değerlerin kaybolmaya yüz tuttuğu Osmanlı’nın son dönemlerinde bu akımın gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Fenomenoloji
Edmund Husserl’in kurucusu olarak görüldüğü ve 20. yy’ın etkili felsefe anlayışlarından biri olan fenomenoloji, var olan felsefelerden ve onların eleştirisi yerine mahiyet fenomenlerine yönelmektedir. Kökene ulaşma ve kökendeki mahiyeti tespit etmeye odaklanan fenomenoloji, kişisel tinden genel tin alanının bütününe ulaşmaya çalışmaktadır. Takiyettin Mengüfloğlu, Nermi Uygur, Önay Sözer, Hilmi Ziya Ülken fenomenoloji akımından etkilenmişlerdir.
Yeni Ontoloji
Nicolai Hartmann’ın kurucusu olarak kabul edildiği yeni ontoloji Takiyettin Mengüfloğlu’na göre; varolanı var olan olarak ele alan ve var olandaki determination ilkelerini, onun nevilerini ve tarzlarını spekülasyona veya varlığın ispatına dayanan bir teoriye başvurmadan tespit etmeye yönelir. Varolanın fenomenlerinden yola çıkarak deskriptiv ve analitik bilgiye odaklanan yeni ontoloji bu bağlamda, deduktiv, spekülativ, rasyonalist, aksiyomcu bilgiyi hedefleyen eski ontolojiden ayrılmaktadır. Bu akımın Türkiye’deki öncüsü ve Nicolai Hartmann’nın öğrencisi olan Takiyettin Mengüfloğlu, yeni ontolojiye dayanan felsefi antropolojinin temellerini atmıştır.
Analitik Felsefe
Bilimsel ve ortak duygu temelli elde edilemeyen bilgilere ulaşmaya odaklanan geleneksel felsefenin aksine, modern analitik felsefe doğrudan doğruya tek başına bilgiye ulaşma amacı gütmek yerine, mevcut bilgileri aydınlatmaya yönelir.
Analitik felsefenin Türkiye’deki temsilcileri arasında Nermi Uygur ve Teo Grünberg yer almaktadır.
Görüldüğü gibi yukarıda açıklanan akımların hepsinin temeli Aydınlanma anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Her ne kadar pozitivist düşüncenin atası Auguste Comte olarak kabul edilse de, 17. yüzyıldan itibaren doğa bilimlerinde zaten pozitivizme kayma söz konusu olduğu bilinmektedir. Buna benzer şekilde felsefi boyutu eskiçağa kadar uzanan materyalizm, modern dönemin bilim anlayışı çerçevesinde evreni kavramaya yönelmiştir ve siyasal alanda sosyalizmle el ele vererek kapitalist ve gelenekçi anlayışa karşı durmuştur. Sosyal Darwinizm ise, tarihsel ve kültürel olayları evrimci ve ilerlemeci bir bakış açısından ele almıştır.
Çökme tehtidi altına giren toplumlar, gelişmiş toplumların felsefe akımlarını benimseyerek, kendilerini çöküşten kurtarmaya çalışmalarına karşın, yetersiz kalan modern felsefe birikimlerinden dolayı örnek aldıkları felsefe akımlarını toplumlarına uygulamayı başaramamışlardır. Osmanlılarda özellikle Tanzimat devrinden sonra Batının felsefi akımlarını takip etme hevesinin artmasına karşın, bu hiç bir zaman ciddi boyutta olmamıştır. Akademik çevrelerde de özellikle siyasal akımlardan uzak durma gayesi nedeniyle, Sosyal Darwinizm dar bir çevreyle sınırlı kalırken, bilimsel yönü ağır basması nedeniyle Aydınlanmacılık ve Pozitivizm uzun süre etkili olmuştur. 1930’lardan itibaren ise fenomenoloji, analitik ve metafizik yaklaşımlarla yürütülen akademik felsefe çalışmaları ivme kazanmıştır.