Çağdaş Felsefe 1 Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
Bütüncülük (Holizm) Ve Doğal Gerçekçilik: Quine
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Quine felsefesini tanımlayınız?
Willard Van Orman Quine 1908 yılında Ohio’da Akron şehrinde doğdu. 1930 yılında Ohio’da bulunan Oberlin College’dan matematik lisans diploması aldı. Bu dönemde matematik felsefesi ile ilgilenmeye başladı. 1932 yılında Harvard Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamladı. Doktora tezini Whitehead’ın ve Russell’ın Principia Mathematica’sı üzerine yazdı. 1932-1933 yıllarında Avrupa’da bulundu. Bu dönemde Carnap’la tanışma fırsatı buldu. 1933-1936 yılları arasında Harvard’da mantık ve küme kuramı üzerine çalışmalar yürüttü. 1936’dan 1978’e kadar Harvard’da öğretim üyesi olarak akademik çalışmalarını sürdürdü. 1940 yılında Mathematical Logic kitabını yayımladı. ikinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan Donanma istihbaratı’nda görev yaptı. 1953 yılında, içinde “Two Dogmas of Empiricism” başlıklı makalesinin de yer aldığı From a Logical Point of View başlıklı eserini yayımladı. 1995 yılına kadar çok sayıda makale ve kitabı yayımlandı. 2000 yılında Boston’da vefat etti. Quine genel olarak mantık, matematik felsefesi ve kuramsal felsefe alanlarında çalışmalarını yürüttü. Mantıksal pozitivizme ve deneyciliğe karşı eleştirileri ile tanındı. Bu eleştiriler üzerinden felsefe ile bilim dalları arasındaki sınırın ortadan kalktığı bütüncü ve doğalcı bir felsefe anlayışının öncüsü oldu.
Bütüncülük kavramını tanımlayınız?
Hume’un fikirler arası bağıntılara dayalı doğrular ile olgusal bir içeriğe dayalı doğrular arasında yaptığı ayrım, deneyciler için son derece belirleyici olmuştur. Daha önce de vurguladığımız gibi analitik doğrular, fikirler (terimler) arası bağıntılara dayanır. Dili anlıyor olmamız analitik doğruları anlıyor olmamız için yeterlidir. Gidip deneyimimizde ne olup bittiğine bakmamız gerekmez. Öte yandan olgusal bir içeriği olan doğrular söz konusu olduğunda sadece dili anlıyor olmamız yeterli değildir. Bu tür doğrular sentetiktir. Duyusal deneyimimizde ne olup bittiğine bakmaksızın söz konusu ifadelerin doğru olup olmadığına karar veremeyiz. Analitik ve sentetik doğrular arasında yapılan bu ayrım, doğruları karşılıklı olarak birbirini dışlayan iki gruba ayırır. Yani bir önerme hem analitik hem de sentetik olamaz. Ayrıca bir doğru ya analitik ya da sentetiktir. Eğer bir önerme fikirler arası bir bağıntıyı ya da bir olguyu ifade etmiyorsa anlamsızdır. Bu durumda her iki gruba da sokulamayan tüm önermeler, tüm metafiziksel önermeleri de içine alacak bir biçimde, anlamsız olarak kabul edilmek durumundadır. Şimdi Quine’ın sözünü ettiği iki dogmayı tekrar ele alalım ve karşılıklı olarak nasıl ilintili olduğunu daha yakından görelim. Olgusal içeriğe sahip herhangi bir önerme alalım ve bu önermeye P diyelim. Mantıksal pozitivistlerin anlam anlayışından hareket edersek söz konusu önermenin anlamı, onun doğrulanma yöntemi olacaktır. Bu doğrulanma yöntemine dair önermeleri bir bileşik önerme halinde E ile ifade ettiğimizi düşünelim. Quine’ın deneyciliğin ikinci dogması olarak andığı dogma, bu durumda şu önermenin analitik ve tanımsal olarak doğru olduğunu söylemektedir: P ancak ve ancak E. Çünkü P’nin anlamı E’ye indirgenmiştir. Şimdi P’nin ve onun anlamını içeren E’nin duyu deneyimine dayanarak doğrulanması ya da yanlışlanması söz konusu olabilir. Ancak “P ancak ve ancak E” önermesinin doğrulanması için bir deneyime ihtiyaç yoktur. Çünkü o analitiktir ve tanımsal olarak doğrudur. Acaba öyle midir? İşte Quine bunu sorgulamaktadır. P önermesine baktığımızda, sadece dili anlı- yor olmamız, söz konusu önermeyi analitik olarak E önermesine çözümlememizi sağlayabilir mi? Quine’ın bu soruya verdiği yanıt olumsuzdur. Bir terimin hangi terimlerle eş anlamlı olduğu, bir terimin tanımının ne olduğu olgulara başvurmaksızın belirlenemez. Gündelik dili bir yana bırakıp biçimsel bir dizge oluşturarak analitikliği böyle bir dilde tanımlamaya çalışmak da sonuçsuz kalacaktır. Çünkü hangi önerme biçimlerinin analitik olduğunu belirleyecek kural ya da kurallara, dışarıdan bizim karar vermemiz gerekecektir. Bu durumda, analitik olanın ne olduğuna biçimsel dilden bağımsız olarak karar verebiliyor olmamız gerekir. Bu da bizi başladığımız noktaya geri getirecektir. Sonuç olarak sadece anlambilimsel bir zemine dayanarak belirlenebilen analitik önermeler olduğu savunulamaz. Bu itibarla sentetik önermelerin doğrudan deneyimle doğrulanabilecek önermelere çözümlenebilmesinden de söz edilemez. Her iki dogma da reddedilmelidir. Quine bilgimizin duyu deneyimine dayandığını düşünmektedir. Bu itibarla deneyciliği reddediyor olması, bilgi için duyu deneyiminin esas teşkil etmediği anlamına gelmez. Quine’ın karşı çıktığı şey, önermelerin anlamlarının atomsal bir biçimde belirlenmesidir. Duyusal deneyimle karşılaştırmak üzere, tek tek önermeler küçük bir birim olarak kalmaktadır. Quine’a göre deneyimle ancak bilimin tamamı karşı karşıya getirilebilir. Şimdi bunun nedenini anlamaya çalışalım. Quine’ın yaklaşımı bu noktada Fransız fizikçi ve felsefeci Duhem’ın düşük belirlenim (ing. underdetermination) savlarından (kuramların deneyim tarafından eksik belirlenmesine ilişkin savlardan) destek görmektedir. Sorunu bir örnekle ele alalım. Diyelim ki bize bir miktar içeriğinde ne olduğunu bilmediğimiz bir bileşik verilsin. Bizden bazı deneyleri yaparak bu maddenin hangi elementleri içerdiğini belirlememiz istensin. Bazı deneyler tasarlayabiliriz. Örneğin, bir başka bizim ne olduğunu bildiğimiz (bildiğimizi varsaydığımız) bir bileşikle tepkimeye girip girmediğine bu tepkimede ne kadar ısı açığa çıktığına, renk değişimleri olup olmadığına bakabiliriz. Diyebiliriz ki tepkimedeki sıcaklık şu kadar dereceye çıkarsa ve karışımın rengi şuna dönerse bu bileşik şudur. Fakat bu varsayımı oluştururken mevcut fizik ve kimya kuramlarından yararlanırız. Sadece bununla da kalmayız. Kullandığımız deney araçlarının dayandığı kuramları da varsayarız. Örneğin termometrenin işleyişine ilişkin olarak genleşme, termodinamik vb. pek çok kuramın savlarından yararlanırız. Dolayısıyla, “Testin sonucunda eğer şu sonuçlar elde edilirse, ilgili bileşik şudur.” dediğimizde sadece tek bir varsayımı değil, çok farklı kuramların ve git gide tüm bilimsel kuramların varsayımlarını test ediyor oluruz. Testin sonucunda istediğimiz sıcaklık ve renk değişimi olursa başlangıçtaki varsayımımızın doğru olduğuna hükmederiz. Ama bunu yaparken diğer tüm varsayımların da doğru olduğunu kabul ederiz. Eğer istediğimiz sıcaklık ve renk değişimi olmazsa başlangıçta varsaydığımız tüm kuramsal önermelerin hangisi ya da hangilerinin aslında yanlışlandığına kolayca karar veremeyiz. Mantıksal bir yapı içerisinde konuyu şöyle sunabiliriz: Y: Deneyimizi tasarlarken varsaydığımız yasaların tümel evetlemelerle bir araya getirildiği bileşik önerme V: Bizim test etmek istediğimiz varsayım Ö: Deneyin yapılması aşamasındaki özel şartlar (örneğin iki bileşiğin karıştırılıp belli bir dereceye kadar ısıtılması) G: Sonuçta gözlemlenmesi beklenen durumu ifade eden önerme olsun. Y ve V ve Ö Öyleyse, G biçiminde bir kanıtlama elde ederiz. Eğer “Y ve V ve Ö” doğru ise G de doğru olacaktır. G önermesinin deney sonunda doğrulandığını varsaydığımızda “Y ve V ve Ö”nün doğrulandığını söyleyemeyiz. Sadece yanlışlanmadığını söyleyebiliriz. G önermesinin deney sonucunda yanlışlanması durumunda ise “Y ve V ve Ö” bileşik önermesinin yanlış olduğu sonucuna varırız. Ancak tikel evetleme ile birleştirilen önermelerin hangi bölümünden bu yanlışlığın kaynaklandığına karar veremeyiz. Bu örnekten de anladığımız gibi, bilimsel önermelerin duyu deneyimiyle karşılaştırılması atomsal bir varsayımın doğruluğuna karar vermekle sınırlandırılamaz. Quine’a göre karşılaştırmanın bir tarafında duyu deneyimi yer alırken diğer tarafında ise bilimsel önermelerin tamamı yer almaktadır. Quine’ın savunduğu bu yaklaşım bütüncülük (İng. holism) olarak adlandırılmaktadır. Benzer öndeyilerde bulunan iki farklı kuram söz konusu olduğunda ise Quine’a göre daha basit olanı tercih etme eğilimindeyizdir. Söz konusu bu basit olanı tercih etme kuralı sadece bilimsel kuramlar için değil, sağduyuya dayalı gündelik düşünme biçimlerimiz için de aynen geçerlidir. Quine’a göre, temel unsurları duyumlar olan bir varlıkbilimdense, orta büyüklükte nesneler olan bir varlıkbilimi kabul etmemizin nedeni de basitlik kuralıdır. Bu varlıkbilimle duyum deneyimindeki karmaşıklıktan kendimizi kurtarıp kendi dışımızdaki nesnelerden bahsedebiliriz. Bu açıdan bakıldığında kendi dışımızda birer nesne olarak bir sandalye ya da masadan bahsettiğimizde, kendi başına var olan şeylerden değil bizim kurduğumuz, bu itibarla da kuramsal nesnelerden söz etmekteyizdir. Ancak bu yaklaşım bir sorun barındırmaktadır. Quine’ın buradaki akıl yürütmesi, öznel deneyimimizin unsurlarından söz edebileceğimiz özel bir dili olanaklı görür gibidir. Quine daha geç dönem yazılarında böyle bir özel dildense daha nesnel ve kamusal bir yaklaşımı savunmayı tercih etmiştir. Bir başka deyişle, duyu organlarımızın uyarılması neticesinde dünyayla temas ediyor olsak da gözlem önermelerimiz bu uyarımlarla değil kendi dışımızdaki nesnelerle ilgilidir. Gözlem önermeleri bilgimizi içeren kuvvet alanının sınırlarında bulunmakta ve diğer tüm bilgilerimiz tarafından etkilenmekte ve belirlenmektedir. Öte yandan, dünyayla teması- mızı sağlayan önermeler olarak bilimi nesnel kılan da bu gözlem önermeleridir.
Bütüncü ve bütünleşik bakış açısı kavramını açıklayınız?
20. yüzyılın başından itibaren felsefenin gelişimine baktığımızda, felsefenin bilimlerden ayrıldığını ve konusunun dil ve dilin mantığı ile sınırlandığını görürüz. İster mantıksal pozitivistler ve erken dönemdeki görüşleriyle Wittgenstein’ı, ister geç dönem görüşleri ile Wittgenstein’ı dikkate alalım, felsefenin metafiziksel olanla ilgili savlarından vazgeçmesi, beraberinde felsefenin ilgi alanında bir daralmaya yol açmıştır. Felsefe dil hakkında, özellikle bilimin dili hakkında konuşur. Amacı bilgi vermek, sentez yapmak vb. değil, ifadeleri açıklığa kavuşturmaktır. Felsefenin yapabileceği en iyi şey tutarlı bir anlam kuramı ortaya koyabilmektir. Hatta geç dönem görüşleriyle Wittgenstein’ı dikkate alırsak, tek ve bütünlüklü bir dil anlayışı geliştirmek bile olanaklı değildir. Felsefe işini bitirdiğinde de dünyayı zaten olduğu gibi bırakır. Felsefe 20. yüzyılın ortasına gelindiğinde böyle bir çizgide ilerlemektedir, ancak bu çizgiden bir sapmanın da sinyalleri belirmeye başlamıştır. Hatırlanacağı üzere, analitik felsefeyi hazırlayan ve etkileyen bir yaklaşım olarak doğalcı ve pragmatist görüşleri ilk bölümde ele almıştık. Bu yaklaşımlar Peirce ve Dewey gibi filozoflar tarafından savunulmaktaydı. İnsan tıpkı diğer türler gibi, doğanın bir parçasıdır ve doğayla etkileşim halindedir. İnsanlık, elde ettiği bilimsel bilgilerin herhangi bir aşamasında, mutlak bir kesinliğe ulaşamaz. Farklı ve yaratıcı varsayımları dener, söz konusu varsayımlar sonuç verdiği sürece mevcut bilgi dağarının bir parçası haline gelir. Bu bakış açısının beraberinde getirdiği bir başka yaklaşım ise herhangi bir bilgi türünün ya da bilim dalının diğerlerine bir önceliğinin olmamasıdır. İnsanların ihtiyaçlarına bağlı olarak arayışları farklılaşır ve sahip oldukları değerlere göre bilgi edinme yöntemleri değişiklik gösterebilir. Bilen ile bilinen arasında ve değerlerle olgular arasında köktenci ayrımlar yapılamaz. Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz bu doğalcı anlayışın felsefeye yüklediği misyon, dilin ve dilin mantığın çözümlemesine dayalı felsefe anlayışından oldukça farklıdır. Bu yaklaşıma göre felsefe, diğer bilim dallarının yapamayacağı kapsamlı ve bütünlüklü bir sentezi gerçekleştirmekle mükelleftir. Ancak felsefenin bu biçimde yapılabilmesinin önünü açabilmek, dile ve dilin mantığına ilişkin çözümlemeleri esasa yerleştiren felsefe anlayışının kökten bir eleştirisini gerektirmektedir. Tarihin bu noktasında böyle bir eleştiriye soyunan ve bu eleştiriden hareketle söz konusu kapsamlı ve bütüncü bir felsefe anlayışını ikame etmeye çalışan felsefeci Willard Van Orman Quine olmuştur.
Varlıkbilimsel bağlanma kavramını açıklayınız?
“On What There is?” adlı makalesinde Quine, varlıkbilimle ilgili tartışmasına “var olmayanın bilmecesi” adını verdiği bir sorunla başlar. İki felsefeci (ya da iki kişi) birbirlerinden farklı ontolojilere sahip olabilirler. Birisine göre bir şey varken, diğerine göre o şey var olmayabilir. Ancak ikinci kişi var olmayan şey hakkında tartışmaya girmek isterse, kullandığı dil ister isteme o var olmayan şeye gönderme yapacaktır. Bu durumda da var olmadığını düşündüğü şeyin var olmadığını söylerken, öncelikle o şeyin var olduğunu ifade etmek durumunda kalacaktır. Quine’ın bu konuda seçtiği örnek Pegasus’tur. “Pegasus yoktur.” dediğimde özne konumundaki “Pegasus” teriminin işaret ettiği bir nesne olarak Pegasus’tan söz etmek durumundayımdır. Quine bu sorunun çözümü için Russell’ın belirli betimleyicilere ilişkin kuramından yararlanır. Russell’ın yöntemini kullanırsak “Pegasus vardır” önermesi “Bir x vardır ki o x Bellorophon tarafından yakalananmış kanatlı bir attır ve Bellorophon tarafından yakalananmış başka bir kanatlı at yoktur.” önermesine çözümlenebilir. İlk önermede tekil bir ad olarak Pegasus bir nesne olarak Pegasus’a gönderme yapıyor gibi görünürken, ikinci önermede böyle bir zorunluluk ortadan kalmaktadır. Artık Pegasus hakkında Pegasus’un varlığını onaylamak zorunda olmaksızın konuşabiliriz. Bu diğer tüm tekil adlar için geçerlidir. Quine buradan şu sonucu çıkarmaktadır: “Bir milyondan büyük asal sayılar vardır dediğimizde kendimizi sayıları içeren bir varlıkbilime bağlamış oluruz; ‘sentorlar vardır’ dediğimizde kendimizi sentorları içeren bir varlıkbilime bağlamış oluruz; ‘Pegasus vardır’ dediğimizde kendimizi Pegasus’u içeren bir varlıkbilime bağlamış oluruz. Ancak Pegasus veya Wawerley ’in yazarı veya Berkeley Koleji’nde yuvarlak kare bir kubbe yoktur dediğimizde Pegasus’u, Wawerley’ in yazarını veya söz konusu kubbeyi içeren bir varlıkbilime bağlamış olmayız. Biz artık, tekil bir terimi içeren bir ifadenin anlamlı olması için bu terim tarafından adlandırılan bir şey olmalıdır gibi bir delüzyonla boğuşmak zorunda değiliz (“On What There Is”, s.47)” Quine bu noktadan hareketle tümeller sorununu ele alır ve benzer bir eleştiriyi genel terimler için de yapar. Quine’a göre genel terimlerin anlamlı olması tümellerin varlığını gerektirmez. Quine bu düşünüş çizgisini kendi anlam anlayışını savunmak üzere sürdürür ve sözcüklerin ve ifadelerin anlamlı olabilmeleri için kendi başlarına anlamların bulunması gerektiği fikrini de eleştirir. “Tüm bu tartışmalardan çıkan sonuç, varlıkbilimsel açıdan kendimizi bağladığımız durumların ancak “şu ve şu özelliklere sahip şu şey (x) vardır.” türü ifadeler yoluyla olduğunu görürüz. Quine bu durumu şu ifadeyle özetlemiştir: “Bir şey olarak var sayılmak, saf ve basit biçimde ifade edersek, bir değişkenin değeri olarak kabul edilmektir”(“On What There Is”, s.50).” Quine’ın verdiği örneği kullanırsak “Bazı köpekler beyazdır.” önermesi bizi beyaz köpeklerin varlığının kabul etmek durumunda bırakır. Ama “köpek olmak” ya da “beyaz olmak” gibi tümellerin var olup olmaması konusunda bağlamaz. Bu açıdan ele alındığında tüm kuramlar, bağlı değişkenlerinin değer aldığı bir varlık alanını var sayarlar ve bu itibarla ontoloji ile ilgili tartışmalar bir ölçüde dile ilişkin tartışmalarca belirlenir. Bizim bir varlıkbilimi kabul etmemiz, bence, ilkesel olarak, bir bilimsel kuramı, mesela bir fizik dizgesini kabul etmemize benzerdir: Biz, en azından makul düşündüğümüz ölçüde, ham deneyimin düzensiz parçalarının içine yerleştirilip düzenlendiği en basit kavramsal şemayı benimseriz. Bizim varlıkbilimimiz en genel anlamda bilimin yerini tutacak kapsamlı bir kavramsal şemayı sabit kıldığımızda belirlenmiş olur. O kavramsal şemanın, mesela biyolojik veya fiziksel bir parçasının akla uygun bir biçimde inşasını belirleyen mülahazalar, bütünün akla uygun bir biçimde inşasını belirleyen mülahazalardan tür bakımdan farklı değildir. Bilimsel bir dizgenin benimsenmesi ne ölçüde bir dil meselesi ise, aynısı, fazlası değil, bir varlıkbilimin benimsenmesi için aynen geçerlidir (“On What There Is”, s.53). Quine’ın burada altını çizmek istediği nokta şudur: Varlıkbilim hakkındaki sorular dile ilişkin sorulara tercüme edilebilir ama bu, sorunun kendisinin dilsel olduğu anlamına gelmez. Quine’ın kendi verdiği örneği dikkate alırsak, “Napoli’yi görmek” yüklemi bir özneyle birleştirilirse anlamlı bir cümle elde edilir ancak Napoli’yi görmenin kendisi dilsel bir şey değildir. Tüm bu tartışmalardan şu sonucu çıkarabiliriz. Quine geleneksel dile ve dilin mantığını çözümlemeye dayalı felsefe anlayışını eleştirmekte, doğalcılığa ve pragmatizme doğru felsefenin dönüşmesini arzu etmektedir. Öte yandan, geliştirdiği anlayışın bilime ve bilimsel ilerlemeye engel olmamasını da gözetmeye çalışmaktadır. Bir bakıma hem bütüncü ve bağdaşıklığa dayalı bir doğruluk anlayışını savunmakta hem de duyusal deneyimin bilginin gelişimindeki kontrol edici rolünü korumaya çalışmaktadır. Bu ikisini aynı anda başarmaya çalışmanın yarattığı gerilim Quine’ın felsefesine ana rengini vermektedir.
Deneyciliğin iki dogmasını tanımlayınız?
Quine’ın hâkim felsefe tarzını eleştirisinde anahtar rolünü “Two Dogmas of Empiricism” makalesi oynamıştır. Quine bu makalesinde gerek deneyciliğin gerekse belli yönleriyle deneyci felsefeye yakın düşen mantıksal pozitivistlerin, birbiriyle ilişkili iki dogmayı savunduklarını iddia etmiştir. Bu dogmalardan ilki analitik ve sentetik önermeler arasında keskin bir ayrım olduğu; ikincisi ise anlamlı ifadelerin dolaysız deneyimle bire bir karşılaştırılabilecek basit önermelere çözümlenebileceği dogmasıdır. Quine bu ikinci dogmayı indirgemecilik dogması olarak da adlandırmaktadır. Çünkü en nihayetinde nesneler hakkında bir konuşma, duyu deneyiminde mevcut basit içeriklere indirgenmektedir. Bu dogmalardan ilki, bilim adamları ile felsefeciler arasında bir işbölümünü de beraberinde getirmektedir. Bilim adamları sentetik doğruların peşine düşerken, felsefeciler mevcut terimleri analitik tanımlar yoluyla açık hale getirmekte, mantıksal çıkarımların biçimlerini ortaya koyarak doğru düşünmenin araçlarını ortaya koymaktadırlar. İkinci dogma, gerek Hume’un deneyimin duyusal izlenimlerle başladığı fikrine, gerekse mantıksal pozitivistlerin doğrulanabilirlik ilkesine dayandırılabilir. İki dogma birbiriyle ilintilidir çünkü analitik önermelerin bulunması sentetik önermeler için bir sınır durumunu ifade etmekte, ayrıca analitik önermeler karmaşık sentetik önermelerin unsurlarına çözümlenerek duyu deneyimiyle karşılaştırılabilir basit önermelerin elde edilebilmesine olanak sağlamaktadır. Sonuç olarak her iki dogma da terk edilmelidir. Ancak bu dogmaların terk edilmesi çok kökten sonuçlara yol açmaktadır. Quine’a göre bu dogmalar ortadan kalktığında, felsefe ile bilim arasında ve dolayısıyla spekülatif metafizik ile doğa bilimleri arasında çizmeye alışık olduğumuz sınırlar keskinliğini kaybedip bulanıklaşacaktır. Öte yandan sağduyuya dayalı genelgeçer düşünme biçimleri ile bilimsel düşünme biçimleri arasındaki yapısal farklardan da artık söz edilemeyecektir. Dolayısıyla, genel anlamda pragmatizme doğru bir kayma olacaktır.
Anlam belirsizliği kavramını açıklayınız?
Quine’ın geleneksel biçimiyle felsefeye yönelik eleştirisi analitik doğrularla sınırlı değildir. Quine doğalcı bakış açısını genel olarak dil anlayışına ve anlambilime taşır. “Ontological Relativity” başlıklı makalesinin girişinde Dewey ve Wittgenstein’ın özel bir dilin olanaklılığını reddedişlerinden bahseder. Öte yandan Wittgenstein’ın Dewey’e benzer bir biçimde özel dili reddetse de dile ilişkin kopya kuramını savunmayı sürdürdüğünü söyleyerek kendisini eleştirir: “Değişik biçimleriyle kopya kuramı ana felsefî geleneğe ve günümüzdeki sağduyuya dayalı tavra yakın durmaktadır. Eleştirel olmayan anlambilim, sergilenenlerin anlamlar ve kelimelerin de etiketler olduğu bir müze mitinden ibarettir. Dil değiştirmek etiketleri değiştirmektir. Şimdi doğalcı yaklaşımı savunanların bu görüşe asıl itirazları anlamların zihinsel şeyler olmasına bir itiraz değildir ki bu da yeterince güçlü bir eleştiri olurdu. Esas eleştiri, etiketlenmiş teşhir ürünlerinin zihinsel fikirler değil Platoncu fikirler ve hatta kendilerine gönderme yapılan somut nesneler olsa da aynen geçerliliğini korur. Bir kişinin anlambiliminin, sergileyebileceği açık davranışlarına içkin olanın ötesinde zihninde bir biçimde belirlenmiş olduğunu düşündüğümüz sürece, anlambilim habis bir zihinsellikle bozulmuş demektir (“Ontological Relativity”, s.569-570).”
20. yüzyıldan itibaren felsefenin gelişiminde belirgin olan nedir?
20. yüzyılın başından itibaren felsefenin gelişimine baktığımızda, felsefenin bilimlerden ayrıldığını ve konusunun dil ve dilin mantığı ile sınırlandığını görürüz.
Quine'ye göre bilgimiz neye dayanmaktadır?
Quine bilgimizin duyu deneyimine dayandığını düşünmektedir. Bu itibarla deneyciliği reddediyor olması, bilgi için duyu deneyiminin esas teşkil etmediği anlamına gelmez.
Quine "DEneyciliğin İki Dogması" adlı makalesinde ne anlatmıştır?
Quine’ın hâkim felsefe tarzını eleştirisinde anahtar rolünü “Two Dogmas of Empiricism” makalesi oynamıştır. Quine bu makalesinde gerek deneyciliğin gerekse belli yönleriyle deneyci felsefeye yakın düşen mantıksal pozitivistlerin, birbiriyle ilişkili iki dogmayı savunduklarını iddia etmiştir. Bu dogmalardan ilki analitik ve sentetik önermeler arasında keskin bir ayrım oldu¤u; ikincisi ise anlamlı ifadelerin dolaysız deneyimle bire bir karşılaştırılabilecek basit önermelere çözümlenebileceği dogmasıdır. Quine bu ikinci dogmayı indirgemecilik dogması olarak da adlandırmaktadır. Çünkü en nihayetinde nesneler hakkında bir konuşma, duyu deneyiminde mevcut basit içeriklere indirgenmektedir.
Quine'ye göre deneyciliğin dogmaları ortadan kalktığında ne olacaktır?
Quine’a göre bu dogmalar ortadan kalktığında, felsefe ile bilim arasında ve dolayısıyla spekülatif metafizik ile do¤a bilimleri arasında çizmeye alışık oldu¤umuz sınırlar keskinli¤ini kaybedip bulanıklaşacaktır. Öte yandan sağduyuya dayalı genelgeçer düşünme biçimleri ile bilimsel düşünme biçimleri arasındaki yapısal farklardan da artık söz edilemeyecektir. Dolayısıyla, genel anlamda pragmatizme do¤ru bir kayma olacaktır.
Quine'in deneyciliği reddediyor olması ne anlama gelir?
Quine bilgimizin duyu deneyimine dayandığını düşünmektedir. Bu itibarla deneyciliği reddediyor olması, bilgi için duyu deneyiminin esas teşkil etmediği anlamına gelmez.
Quine 'e göre bilimsel değişim ne oranda kabul edilebilir?
Bilimsel devrimler söz konusu oldu¤unda bu tür radikal değişimler de gerçekleşebilir. Quine’a göre öndeyide bulunma gücümüzü artırdığı ve çoklaştırdığı sürece bilimsel değişim kabul edilebilirdir.
Quine’a göre, temel unsurlar› duyumlar olan bir varlıkbilimdense, orta büyüklükte nesneler olan bir varlıkbilimi kabul etmemizin nedeni nedir?
Quine’a göre, temel unsurlar› duyumlar olan bir varlıkbilimdense, orta büyüklükte nesneler olan bir varlıkbilimi kabul etmemizin nedeni de basitlik kural›d›r. Bu varlıkbilimle duyum deneyimindeki karmaşıklıktan kendimizi kurtar›p kendi dışımızdaki nesnelerden bahsedebiliriz. Bu açıdan bakıldığında kendi dışım›zda birer nesne olarak bir sandalye ya da masadan bahsetti¤imizde, kendi başına var olan şeylerden de¤il bizim kurduğumuz, bu itibarla da kuramsal nesnelerden söz etmekteyizdir.
Quine'in savunduğu bütüncülük yaklaşımını açıklayınız.
Quine’a göre karşılaştırmanın bir tarafında duyu deneyimi yer alırken diğer tarafında ise bilimsel önermelerin tamamı yer almaktadır. Quine’ın savunduğu bu yaklaşım bütüncülük (ing. holism) olarak adlandırılmaktadır.
Quine insanlığın sahip olduğu bilgiyi nasıl açıklar?
Quine insanlığın sahip olduğu bilgiyi sınır şartlarını deneyimin belirlediği bir güç alanına benzetmektedir. Bu alanda bazı bilgiler merkeze daha yakın ve bu itibarla duyu deneyimine daha uzakken bazıları ise duyu deneyimine daha yakındır.
Quine'nin en az sakatlanma düsturu olarak adlandırdığı düstur nedir?
Bilgisel dizgemizde en az sarsıntıyı yapacak surette değişikliğe gitme eğilimindeyizdir. Quine bunu bir düstur olarak ifade eder ve en az sakatlama düsturu (ing. maxim of minimal mutilation) olarak adlandırır. Öte yandan Quine’a göre hiçbir kuram ya da yasa, değişim sürecinden azade değildir.
Quine’ın geleneksel biçimiyle felsefeye yönelik eleştirisi nasıldır?
Quine’›n geleneksel biçimiyle felsefeye yönelik eleştirisi analitik doğrularla sınırlı değildir. Quine doğalcı bakış açısını genel olarak dil anlayışına ve anlambilime taşır.
Quine'e göre dil öğrenme süreci nasıl olur?
Quine’a göre dil öğrenme sürecinde, bir kişinin di¤erlerinin sergilediği davranışların ötesinde nüfuz edebileceği başka bir veri kaynağı mevcut de¤ildir.
Anlamın davranışçı bir biçimde ele alınmasının sonuçları Quine'e göre nelerdir?
Anlamın davranışçı bir biçimde ele alınmasının ise derin sonuçları bulunmaktadır. Quine’a göre doğalcı bir dil anlayışını ve davranışa dayalı bir anlam kuramını benimsediğimizde, anlamın belirliliğinden de vazgeçmiş oluruz. Bir başka deyişle, iki farklı ifadenin anlamlarının aynı olup olmadığının belirli bir cevabı artık yoktur.
Ouine'nin doktora tezini hangi alanda yazdı?
Quine doktora tezini Whitehead’›n ve Russell’ın Principia Mathematica’sı üzerine yazdı.
Quine genel olarak hangi alanlarda çalışmıştır?
Quine genel olarak mantık, matematik felsefesi ve kuramsal felsefe alanlarında çalışmalarını yürüttü. Mantıksal pozitivizme ve deneyciliğe karşı eleştirileri ile tanındı.
Quine felsefenin neye doğru dönüşmesini hedeflemektedir?
Quine geleneksel dile ve dilin mantığını çözümlemeye dayalı felsefe anlayışını eleştirmekte, doğalcılığa ve pragmatizme doğru felsefenin dönüşmesini arzu etmektedir.
Quine varlıkbilim ile dil hakkında ne düşünmektedir?
Varlıkbilim hakkındaki sorular dile ilişkin sorulara tercüme edilebilir ama bu, sorunun kendisinin dilsel oldu¤u anlam›na gelmez. Quine’›n kendi verdiği örneği dikkate alırsak, “Napoli’yi görmek” yüklemi bir özneyle birleştirilirse anlamlı bir cümle elde edilir ancak Napoli’yi görmenin kendisi dilsel bir şey de¤ildir.
Quine'e göre genel terimlerin anlamlı olması tümelleri gerektirir mi?
Quine’a göre genel terimlerin anlamlı olması tümellerin varlığını gerektirmez. Quine bu düşünüş çizgisini kendi anlam anlayışını savunmak üzere sürdürür ve sözcüklerin ve ifadelerin anlamlı olabilmeleri için kendi başlarına anlamların bulunması gerektiği fikrini de eleştirir.
“Bazı köpekler beyazdır.” önermesi tümellerin varlığına ilişkin en ortaya koymaktadır?
Quine’›n verdi¤i örneği kullan›rsak “Bazı köpekler beyazdır.” önermesi bizi beyaz köpeklerin varlığının kabul etmek durumunda bırakır. Ama “köpek olmak” ya da “beyaz olmak” gibi tümellerin var olup olmaması konusunda bağlamaz.
Quine'e göre "var olmayanın bilmecesi" ne anlama gelir?
“On What There is?” adl› makalesinde Quine, varlıkbilimle ilgili tartışmasına “var olmayan›n bilmecesi” adını verdiği bir sorunla başlar. İki felsefeci (ya da iki kişi) birbirlerinden farklı ontolojilere sahip olabilirler. Birisine göre bir şey varken, di¤erine göre o şey var olmayabilir. Ancak ikinci kişi var olmayan şey hakkında tartışmaya girmek isterse, kullandığı dil ister isteme o var olmayan şeye gönderme yapacaktır. Bu durumda da var olmadığını düşündüğü şeyin var olmadığını söylerken, öncelikle o şeyin var olduğunu ifade etmek durumunda kalacaktır. Quine’ın bu konuda seçti¤i örnek Pegasus’tur. “Pegasus yoktur.” dedi¤imde özne konumundaki “Pegasus” teriminin işaret ettiği bir nesne olarak Pegasus’tan söz etmek durumundayımdır