Çağdaş Felsefe 1 Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
Mantıksal Pozitivizm Ve Bilim Felsefesi: Schlick, Ayer Ve Carnap
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Carnap’ın mantıksal dizimbilim ile metafiziğin cümlelerinin hangi yönünü gün ışığına çıkarmaya çalışmıştır?
Carnap mantıksal dizimbilim sayesinde metafiziğin cümlelerinin mantıksal çözümleme ile boş veya anlamsız olduğunu gösterebileceğini, bu itibarla da metafiziğin cümlelerinin dizimbilimin kurallarını ihlal eden sahte cümleler olduğunun iddia edilebileceğini düşünmektedir. Geriye kalan anlamlı felsefî sorunlar, bilimin mantığı ile ilgili sorunlar olacaktır. Görüldüğü gibi Carnap’ın amacı; metafiziği ortadan kaldırarak bir tür felsefeye yer açmaktır. Felsefeyi tamamen ortadan kaldırmak değildir.
Viyana Çevresi adlı topluluğun temel görüşlerini açıklayınız!
Bu topluluğun en karakteristik özelliklerinden biri metafizik karşıtı olmasıdır. Her türlü metafiziksel düşünceden arındırılmış bir felsefe oluşturmaya çalışan bu topluluk, Kantçı sentetik apriori yargıları da reddetmiştir ve Frege, Russell ve Whitehead gibi mantıkçıların etkisinde matematiği mantıkçı bir biçimde temellendirmeye yönelmiştir. Hatta bu grubun toplantılarına bir süre katılan Wittgenstein, bu grubun benimsediği analitik ve apriori matematik anlayışını eseri Tractatus’ta kaleme almıştır. Bu grubun ön planda tuttuğu bir diğer görüşü doğrulamacı anlam arayışıdır. Bir önermenin doğrulanmasına ilişkin Viyana Çevresi’nde biri dilsel mantığın deşifre edilmesine yönelen Schlick ve Carnap tarafından temsil edilen, diğeri pragmatik ilkeye bağlı kalan Otto Neurath etrafında gelişen ikili bir kutuplaşma ortaya çıkmıştır.
Carnap’ın mantıksal dizimbiliminin amacı nedir?
Wittgenstein’ın Tractatus’una bir cevap olacak niteliğindeki Carnap’ın Dilin Mantıksal Dizimbilimi adlı eserinde ele alınan mantıksal dizimbilim kavramının amacı, işaretlerden oluşan bir dizge oluşturarak mantıksal çözümlemenin sonuçlarını bir muğlaklığa yol açmaksızın tam olarak ifade edebilmektir. Carnap’a göre bu başarılabilirse felsefe, bilimin cümlelerinin ve kavramlarının mantıksal olarak çözümlenmesine dönüşebilecektir. Felsefe bilimin mantığı olacaktır. Bu, Leibniz’in kurduğu characteristica universalis rüyasının gerçekleşmiş halidir.
Schlick’e göre doğrulanabilirliğin sınırları nelerdir?
Wittgenstein’ın “Tractatus”u etkisinde kalan Schlick’e göre basit önermeleri oluşturan sözcükler, anlamlarını gönderme yaptıkları nesneler üzerinden kazanmaktadır, yani ona göre nesneleri göstermek yerine nesnelerin verilmesi söz konusudur. söz etmektedir. Nitekim Tractatus’ta da sözcüklerin temsil ettiği nesneler, açık biçimde belirlenmemiştir. Oysa mantıkçı pozitivistler için önermelerin doğruluk şartları duyusal deneyimde, algıda verili olmalıdır. Mantıksal pozitivistlerin anlamsız olana karşı hiçbir hoşgörüsü yoktur. Anlamsız olan, felsefî söylemin içerisinden tamamen sökülüp atılmalıdır. Anlamlı olarak geriye kalan bilimsel olandan başkası değildir. Bu itibarla sadece Platon’un ideaları, Aristoteles’in entelekyası, Plotinos ve Yeni-Platoncular’ın Tanrısı, Descartes’in bir töz olarak zihni, Kant’ın saf aklı ya da numeni, Hegel’in tini değil, Wittgenstein’ın mistik olanı da elenmiş olmaktadır. Duyu deneyiminin olanakları içerisinde doğrulanamayan hiçbir önerme anlamlı kabul edilemez. Mantıksal pozitivistlerin tüm bunları reddederkenki stratejileri bu metafiziksel unsurların olmadığını iddia etmek değildir. Bu unsurların olup olmadığı hakkında anlamlı bir konuşma yapabilmek olanaksızdır. Elbette ki her bir önermenin bizatihi duyu deneyimi ile doğrulanması beklenmemektedir. Söz konusu doğrulama, duyu organlarımızı kullanarak doğrudan yapılmak durumunda değildir. Duyu organlarımıza bir takım deney teçhizatı da dâhil edilebilir. Ayrıca bazı varsayımların kendileri doğrudan deneyimle karşılaştırılamayabilir. Bu durumda söz konusu varsayımın bazı sonuçlarının test edilmesi yeterli olacaktır. Dolayısıyla bazı önermeler dolaysız olarak doğrulanabilirken, bazı önermeler ancak dolaylı olarak doğrulanabilir. Ayrıca, elimizde bulunan teknolojik imkânlar bir doğrulamanın yapılabilmesi için yeterli olmayabilir. Söz konusu teknolojinin olduğu varsayımı altında, bir önermenin ilkesel olarak doğrulanabiliyor olması, anlamlı olabilmesi için yeterli kabul edilmek durumundadır. Tüm bunlardan çıkan sonuç şudur: Bir önermenin anlamlı olması için doğrudan, dolaylı veya ilkesel olarak doğrulanabilmesi yeterlidir.
Mantıksal pozitivistlere göre felsefenin konusu ne olmalıdır?
Mantıksal pozitivistler, tıpkı Wittgenstein gibi, felsefenin işinin aşkın olana dair bilgi vermek olmadığını düşünmektedirler. Yine Wittgenstein’la paralel bir biçimde felsefenin ifadeleri açıklığa kavuşturma görevi olduğunu düşünmektedirler. Ancak felsefenin içeriğine bakışları Wittgenstein’dan daha olumlayıcıdır. Felsefe, bilimin dili üzerine konuşmakta ve bilimin mantığını ortaya koymaya çalışmaktadır. Mantıksal pozitivistlerin genel çalışma konuları bu itibarla bilimle ve bilim felsefesi ile ilgilidir.
Moritz Schlick’ın hayatı hakkında bilgi veriniz!
1882 yılında Berlin’de varlıklı bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelen Friedrich Albert Moritz Schlick, Heidelberg’de ve Lozan’da fizik okudu. Berlin Üniversitesi’nde ünlü fizikçi Max Planck’ın öğrencisi oldu ve “Türdeş Olmayan Bir Ortamda Işığın Yansıması” adlı doktora tezini onun danışmanlığında yazdı. İlgi alanı fizik ve doğa bilimleri ile sınırlı olmayan Schlick, 1908 yılında mutluluğu peşine düşülmeye değer en yüksek amaç olarak ele alan “Yaşam Bilgeliği” adlı bir kitap yayımladı. “Modern Mantığa Göre Doğruluğun Doğası” adlı doçentlik tezini 1910 yılında yayımladı. Fizik alanındaki gelişmeleri takip eden Schlick, “Çağdaş Fizikte Uzay ve Zaman” adlı bir çalışmayı da kaleme aldı. Wittgenstein’ın “Tractatus” adlı eserini yayımladığı 1922 yılında Schlick de Viyana Üniversitesi’nde Tümevarıma Dayalı Bilimlerin Felsefesi alanında profesör olarak atandı. Rudolf Carnap, Herbert Feigl, Kurt Gödel, Hans Hahn, Otto Neurath ve Friedrich Waisman gibi adların da aralarında bulunduğu bir grup bilim adamı ve felsefeci Schlick’e düzenli toplantılarda bir araya gelmeyi önerdiler. İlk başta kendilerini Ernst Mach Topluluğu olarak adlandırsalar da daha sonra Viyana Çevresi olarak anıldılar. Schlick’in ikna çabaları sonucunda Wittgenstein, “Tractatus”taki görüşlerini tartışmak üzere 1924-1932 yılları arasında Viyana Çevresi’nin çalışmalarına katıldı. 1918-1925 arasında “Genel Bilgi Kuramı” adlı çalışmasına odaklanan Schlick, bu sentetik a priori doğruları irdeledi. 1926-1930 arasında “Ahlâk Felsefesinin Soruları” çalışmasını kaleme aldı. 1932-1933 arasında yazdığı “Pozitivizm ve Gerçekçilik” adlı makalesinde pozitivizmin temel tezlerini ortaya koydu. Almanya ve Avusturya’da Nazizim’in yükselişe geçmesi nedeniyle Viyana Çevresi’nin bazı üyeleri ABD’ye ve İngiltere’ye gitti. Schlick ise 1936 yılında eski bir öğrencisi tarafından üniversitenin merdivenlerinde bir tabanca ile vurularak öldürüldü. Schlick’i katleden öğrencinin gerekçesi konusunda, farklı görüşler ortaya atıldı. Bazıları, Schlick Yahudi kökenli olmamasına rağmen cinayeti, o sırada yükselen Yahudi karşıtlığına bağladı. Söz konusu öğrencinin aldığı on yıllık cezanın iki yılını doldurduktan sonra salıverilmesinin ardından Avusturya Nasyonal Sosyalist Partisi’ne katıldı. Schlick bilime dayalı bir felsefe anlayışının geliştirilmesine yaptığı katkı nedeniyle mantıksal pozitivizmin önde gelen bir temsilcisi olarak anıldı.
Mantıksal pozitivizmin hangi yönü amprisizm/deneycilikle yakından ilişkilidir?
Dolayısıyla, bu anlam anlayışına göre eğer bir önerme duyusal deneyim itibariyle bir farka yol açmıyorsa, anlamlı olarak kabul edilemez. Bu itibarla mantıksal pozitivizmin amprisizm/deneycilikle yakın bağları bulunmaktadır.
Viyana Çevresi adlı topluluğun tarihini açıklayınız!
Viyanalı felsefeci ve bilim adamlarının bir araya gelip kurdukları ve mantıkçı pozitivizm çizgisindeki bu topluluk, 1920’lerin başından 1930’ların ortalarına kadar etkinliğini sürdürmüştür. Moritz Schlick önderliğindeki bu topluluğun temsilcileri arasında Rudolf Carnap, Hans Hahn, Philipp Frank, Otto Neurath Olga Hahn Neurath, Viktor Kraft, Theodor Radacovic ve Gustav Bergmann, Friedrich Waismann, Herbert Feigl, Marcel Natkin, Karl Menger, Kurt Gödel yer almıştır.
Ayer, doğrulanabilirlik ilkesinin mantıksal statütüsü hakkında ne düşünmektedir?
Analitik bir önerme ya da sentetik (olgusal) bir önerme olmak zorunda olan doğrulanabilirlik ilkesi, doğrulanabilirlik şartlarının ifade edilememesi nedeniyle ne olgusaldır ne de analitiktir. Ancak hiçbir biçimde doğrulayamacağımız halde anladığımızı / anlamlandırdığımızı düşündüğümüz önermeler vardır. Geriye kalan bir seçenek ise doğrulanabilirlik ilkesinin bize ne yapmamızın doğru olduğunu telkin eden ahlaki bir önerme olmasıdır. Ancak bu durumda önermenin değeri uyandırdığı duygularla ölçülebilir. Bir kişi, uyandırdığı olumlu duygulardan ötürü bu ilkeyi kabul etmemiz gerektiğini savunurken; bir başkası, böyle hissetmediğini söyleyebilir. Bu durumda doğrulanabilirlik ilkesinden beklenen yarar ortadan kalkmış olur.
Carnap’ın hayatı hakkında bilgi veriniz!
Rudolf Carnap, Batı Almanya’da 1891 yılında doğdu. Barmen Gymnasium’unda orta öğrenimini tamamladı ve 1910-1914 yılları arasında Jena Üniversitesi’nde fizik okudu. Bu dönemde Kant’ın “Kritik der Reinen Vernunft” adlı başyapıtını okuduğu bir ders aldı. Ayrıca Gottlob Frege’nin bazı derslerine devam etti. Birinci Dünya Savaşı’nda üç yıl askerlik yaptı ve 1917- 1918 yıllarında Berlin Üniversitesi’nde fizik okumak üzere ordudan izin aldı. O sırada Albert Einstein da aynı bölüme professor olarak yeni atanmıştı. Carnap daha sonra Jena Üniversitesi’ne geçti ve uzay ve zamana ilişkin aksiyomatik bir dizgeyi savunduğu bir tez yazdı. Tezi fizik bölümü fazla felsefî, felsefe bölümü de fizikle ilgili bulunca felsefe bölümünden Bruno Bauch’un gözetiminde Kantçı görüşlere daha yakın yeni bir tez yazdı. Bu tez 1922 yılında Kant Studien’in bir ek sayısında “Uzay” başlığı ile yayımlandı. Carnap 1921 yılında Russell ile Principia Mathematica ile ilgili olarak mektuplaştı. 1924 ve 1925 yıllarında Edmund Husserl’in bazı seminerlerine devam etti. 1926 yılından itibaren Viyana Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına başladı. Bir yandan da Viyana Çevresi ile temas etti ve düzenli toplantılara katıldı. 1929 yılında Otto Hahn ve Otto Neurath ile birlikte Viyana Çevresi’nin Bildirisi’ni kaleme aldı. Aynı yıl Hans Reicehenbach’la birlikte Erkenntnis dergisini çıkarmaya başladı. 1928 yılında iki kitap yayımladı: ”Dünyanın Mantıksal Yapısı” ve “Felsefenin Sözde Sorunları”. Carnap, ”Dünyanın Mantıksal Yapısı”nda bilimsel terimleri görüngüsel terimler cinsinden tanımlayacağı biçimsel bir dizge geliştirmeye çalıştı. Söz konusu biçimsel dizge, ikili bir yüklem olan “benzerlik ”e dayanıyordu. Eğer iki birey birbirine benzer ise söz konusu ikili yüklem sağlanmış oluyordu. Çalışma, ayrıca Principia Mathematica’da geliştirilen mantıktan da azamî ölçüde yararlanıyordu. Ancak Carnap elde ettiği sonuçtan kendisi de tatmin olmadı ve projeyi ileriki yıllarda geliştirmeye çalışmadı. (Hatta 1967 yılına kadar İngilizce’ye çevrilmesine dahi izin vermedi.) Felsefenin Sözde Sorunları’nda ise pek çok felsefî sorunun aslında anlamsız olduğunu, çünkü dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını savundu.1930 yılının şubat ayında Polonyalı mantıkçı ve matematikçi Alfred Tarski Viyana’da dersler Verdi. Carnap, Tarski’nin çalışmalarından etkilendi ve Tarski’nin doğruluğun tanımlanmasına ilişkin yaklaşımını kendi felsefî projesine eklemlemeye çalıştı. 1931 yılında öğrenim dili Almanca olan Prag Üniversitesi’nde profesör olarak göreve başladı. Kendisinin en tanınmış eseri olan “Dilin Mantıksal Dizimbilimi”ni burada kaleme aldı ve 1934’te yayımladı. Tarihsel açıdan ilginç karşılaşmalardan birisi de Carnap ile Quine’ın Prag’da bir araya gelmeleridir. Bir bursla Avrupa’da bulunan Quine, Prag’da Carnap ile tanıştı ve Carnap’ın çalışmaları hakkında kendisi ile konuşma olanağı buldu. Felsefî yaklaşımları birbirlerinden kökten bir biçimde farklılaşsa da bu iki felsefeci arasında Prag’da kurulan karşılıklı saygıya dayalı ilişki yaşamları boyu devam etti. Carnap, Nazizim’in yükselişe geçmesi üzerine kendi sosyalist ve pasifist görüşleri nedeniyle kendisini tehdit altında hissetti ve 1935 yılında ABD’ye göç etti. 1941’den itibaren de bu ülkenin vatandaşı oldu. 1936- 1952 yılları arasında Chicago Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak görev yaptı. Quine’ın daveti ve aracılığıyla 1939-1941 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde bulundu. Aynı yıllarda orada bulunan Alfred Tarski ile yeniden temas etme olanağı buldu. Şikago’da bulunduğu yıllarda Carnap anlambilim, kiplikler mantığı, olasılık ve tümevarım mantığı üzerine kitaplar yazdı. 1954 yılından itibaren UCLA’de (Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi) göreve başladı. Carnap iki kez evlendi ve ilk evliliğinden dört çocuk sahibi oldu. 1970 yılında hayata veda eden Carnap’ın termodinamik, tümevarım mantığı ve olasılık ile ilgili üç eseri ölümünden sonra yayımlandı.
Güçlü ve zayıf doğrulanabilmeyi açıklayınız!
Güçlü doğrulanmada eldeki veri, söz konusu önermenin doğrulanabilmesi için kesin bir sonuç vermektedir. Zayıf doğrulanmada ise bir olasılıktan söz edilmektedir. Eldeki veri ve deliller önermenin kesin bir biçimde doğrulanması için yeterli değildir. Bu durumda ancak bir olasılıktan söz edilebilmektedir.
Tarski’nin doğruluk tanımını açıklayınız!
Doğruluk yüklemi bir dilin içerisinde diğer yüklemler gibi kullanılabildiğinde yalancı paradoksu gibi birtakım paradokslara yol açmaktadır. Örneğin, “Bu cümle doğru değildir.” cümlesi eğer doğru ise kendisinin doğru olmadığını, yanlış ise kendisinin doğru olduğunu ifade etmektedir. Bu tür sorunları ortadan kaldıracak biçimde Tarski nesne dili (İng. object language) ile üst dil (İng. metalanguage) arasında bir ayrım yapar ve doğruluk yüklemini üst dilde tanımlar. Doğruluk kuramının teoremleri P nesne dilinde bir önerme olmak üzere üst dilde şu önerme biçimini sağlar: “ ‘P’ doğrudur ancak ve ancak P”. Bir örnek vermek gerekirse “ ‘Kar beyazdır’ ancak ve ancak kar beyazdır ise”. Tarski’nin anlambilimsel doğruluk kuramı olarak anılan bu kuramın doğruluğun uygunluk kuramını tekrar mı ettiği yoksa doğruluk terimini gereksiz kılan bir kıymetten düşürme kuramı mı olduğu tartışma konusu olmuştur. İlk bakışta karşılıklı koşulun art bileşeninin önermeyi tekrar etmesi, söz konusu önermenin gerçekliği temsil ettiği oranda doğru olacağı izlenimini doğurmaktadır. Öte yandan doğruluğun bu şekilde tanımlanması, söz konusu önermenin doğruluk koşulları ile ilgili hiçbir şey söylememektedir. Bu nedenle, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında gelişen gerçekçilik karşıtı pek çok kuram Tarski’nin kuramından yararlanmıştır.
Pozitivizm nedir? Açıklayınız!
Kelime anlamı “ispatçılık” veya “olguculuk” anlamına gelen pozitivizmin felsefi bir terim olarak ortaya çıkışı Auguste Comte’a dayanmaktadır. İnsanlık tarihini teolojik, metafiziksel ve pozitivist olarak üç evreye ayıran Comte’un pozitivizmi, mutlaka değil, fenomenlerin ardındaki yasalara ulaşmaya yönelmektedir. Olgucu veya pozititivist aşamada insan aklı, görüngülerin (İng. phenomena) nedenleri konusundaki arayışını bırakır ve fenomenleri belirleyen yasaların belirlenmesi ile yetinir. Mutlak olana dair arayış, yerini göreli kavramlara bırakır. Bilim, gerçekliğe yaklaşan/yakınsayan bir etkinlik olarak düşünülür.
Schlick’in mantıksal pozitivizm kuramını açıklayınız!
“Pozitivizm and Gerçekçilik” adlı çalışmasında pozitivizmin içinde bulunduğu krizi ele alan Schlick, pozitivizmin sadece metafizik karşıtlığı olarak kendini belirlemesini bu krizin temeli olarak görmektedir. Pozitivizmin deneyimde “verili” olanı esas almasının da onu bu krizden kurtaramayacağını hatta onu idealizme yaklaştıracağını belirten Schlick, metafiziksel konumlar arası bir tartışma yerine, tartışılan konunun neye göre anlamlı/anlamsız olduğunu sorgulamaya yönelir. Bundan şu sonuca varır: Bir önermenin anlamlı olabilmesi için ilkesel olarak doğrulanabilme şartlarının belirlenebilmesini gereklidir. Eğer bir önermenin doğrulanabilme şartları sağlanamazsa, o zaman önermenin anlamsız olduğu kabul edilmelidir. Buna örnek olarak Schlick, bir atomaltı parçacığın (bir elektronun) merkezinde etkili olan fakat parçacığın dışında gözlemlenemeyen bir kuvvetin bulunduğu iddiasını ele alır ve böyle bir iddianın doğru ya da yanlış olduğu şartların ifade edilemezliğini vurgular. Birisi böyle bir önerme sürdüğünde anlamsız bir şey söylemiş olur. Schlick, görelilik kuramından hareketle bir başka örnek de seçer. Göreliliğe dayalı fizik anlayışının aksine mutlak uzayın varlığından söz eden bir önermenin anlamlı olduğu söylenemez. Çünkü doğruluk şartları verilemeyen bir önerme anlamsız kabul edilmek zorundadır. Schlick’in ele aldığı bir başka örnek, Peirce’ın da daha önce tartıştığı, renk tayfının sistemli olarak tersine çevrilmesi vakasıdır. Böyle bir durum, gözlemlenebilir davranışlarda herhangi bir fark yaratmamaktadır. Bu durumda da iki farklı kişinin, iki farklı ve simetrik olarak yer değiştirmiş birer renk tayfına sahip olduğunu öne sürmek anlamlı olmayacaktır. Schlick, tartışmasını felsefeden örneklerle sürdürür. Descartes’ın “Ben varım.” ya da “Zihinsel içerikler vardır.” önermelerini ele alır ve böyle bir önermenin doğru olmadığı şartların düşünülemeyeceğini öne sürer. Doğruluk şartları verilemeyen bu önermeler de dolayısıyla anlamsız kabul edilmek durumundadır. Schlick son olarak, “varlık” terimi üzerine bir tartışmaya girer ve “Deneyimimizin ötesinde bir gerçeklik vardır.” türü bir önermenin anlamlı olup olmadığını tartışır. Aynı düşünce çizgisini izleyerek böyle bir önermenin ne doğrulanabileceğini ne de yanlışlanabileceğini söyler. Dolayısıyla gerçekliğe ilişkin metafiziksel savlar içeren önermeler de anlamsızdır. Anlamsız olmasına rağmen bu önermeleri ifade etmeyi felsefeciler neden sürdürmektedir? Birisinin kalkıp bu önermeler anlamlı ancak doğrulanamıyorlar demesi Schlick’e göre kabul edilemez. Schlick bunun ancak psikolojik bir ihtiyaçla açıklanabileceğini savunur.
Carnap’ın Tarski’nin doğruluk kuramı ile tanışması nasıl gerçekleşmiştir?
Carnap dizimbilim ile ilgili çalışmalarını yürütürken, dizimbilimin sınırları içerisinde doğruluğu tanımlamayı denemiş ancak dilin sınırları içerisinde doğruluk yükleminin kullanımını bir türlü açıklığa kavuşturamamıştır. Carnap bu açılımı Tarski’den öğrenir. Carnap’ın öğrencilerine Tarski’nin kendisine doğruluk hakkındaki görüşlerini ilk kez anlattığı görüşmelerini şu şekilde anlattığı rivayet edilir. Bir kafede oturmaktadırlar ve Carnap “Bu masa siyahtır” gibi duyusal içeriği olan (mantıksal-matematiksel olmayan) bir önermenin doğruluğu hakkında ne söyleyebileceğini Tarski’ye sorar. Tarski “ ‘Bu masa siyahtır’ ancak ve ancak bu masa siyahtır ise” şeklinde cevap verir. Bu cevap Carnap’ın uzun zamandır arayıp da bulamadığı bir kuramı içermektedir. Carnap’ın o anda yaşadığı hislerini “gözümdeki perde nihayet kalkıverdi” diyerek ifade ettiği söylenmektedir.
Ayer’in duygusalcı ahlak kuramını açıklayınız!
Ayer’a göre ahlaki kavramlar “sadece sahte kavramlardır”. Belli bir eylemi yapmanın yanlış olduğunu söylediğimizi düşünelim. “Çalmak ahlâken yanlıştır.”, “İnsanları öldürmek ahlâken yanlıştır.” vb. Ayer’a göre olgusal olarak söz konusu eylemi ifade etmekten fazla bir şey söylemiş olmayız. “Ahlâken yanlıştır.” ifadesi sadece söz konusu önermeye ilişkin bizim tavrımızı belirtir. Bu itibarla ortada ifade edilen olgusal bir içerik yoktur. Bu tür ifadeler sadece bazı duyguların (onaylama-onaylamama gibi) dışavurumundan ibarettir. Dolayısıyla ahlaki yargılar, önermesel bir içeriğe sahip olmadıklarından dolayı doğru veya yanlış olamazlar, doğrulanmaları veya yanlışlanmaları söz konusu olamaz.
Ayer, ahlak felsefecilerinin felsefelerini nasıl değerlendirmektedir?
Ahlaki konularda üzerinde tartışılacak nesnel bir içerik olmadığını ileri süren Ayer’a göre, felsefe tarihi boyunca felsefecilerin geliştirmeye çalıştıkları ahlâk felsefeleri bu felsefecilerin hissettiklerinin ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Tarski’nin hayatı hakkında bilgi veriniz!
Alfred Tarski (1901-1983) Polonyalı bir mantıkçı ve matematikçidir. Öğrenimini Varşova Üniversitesi’nde görmüş, 1939 yılından itibaren ABD’ye göç etmiştir. 1942’den ölümüne kadar Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını sürdürmüştür. Bazılarına göre Tarski, Aristoteles, Gottlob Frege ve Kurt Gödel ile birlikte gelmiş geçmiş en büyük dört mantıkçıdan birisi olarak Kabul edilmektedir. 1933 yılında Tarski 100 sayfadan uzun Lehçe bir makale yayımlar ve bu makalesinde biçimsel diller için doğruluğun matematiksel bir tanımını sunar. Makale “The Concept of Truth in Formalized Languages” adıyla 1956 yılında İngilizce’ye çevrilir.
Bilim felsefesinin temelleri nereye dayanmaktadır?
Mantıksal pozitivistlerin çalışmalarının bilimin bilim olmayandan ayrılması, bilimin doğrulanabilen önermeler ile özdeşleştirilmesi gibi savların geliştirilmesini sağladığını gördük. Carnap daha ileriki çalışmalarında önermeler arası olasılıksal ilişkileri inceleyerek bir tümevarım mantığı geliştirmeyi de hedeflemiştir. Mantıksal pozitivistlerin dilin mantığını (tümdengelimsel ya da tümevarımsal olsun) çözümleyerek bilimi sağlam bir felsefî temele oturtma projesi genel olarak bilim felsefesi olarak anılan bir felsefe geleneğinin doğmasına yol açmıştır. Bir önermenin mutlak olarak doğrulanmasının olanaklı olmamasından hareketle Karl Popper bilimsel olanla olmayanın ayırt edilmesinde yeni bir öneri olarak yanlışlamacılığı ortaya atmıştır. Bilimsel gelişimin mantıksal pozitivistlerin ya da Popper’ın düşündüğü gibi mantıksal bir biçimi olmadığını ve bilim cemaatinin değerlerinin belirleyiciliğini ön plana çıkaran Thomas Kuhn The Structure of Scientific Revolutions adlı eserinde devrimler yoluyla değişen bir bilim anlayışını savunmuştur. Carnap’ın nesnel olasılıklara dayalı olarak tümevarım mantığını geliştirme çabasının sınırlılığından hareketle, önermelere öznel olasılıklar atanmasına ve Bayes Teoremi’ne dayalı farklı bir bilimsel gelişim mantığı oluşturulmaya çalışılmıştır. Tüm bu konular Bilim Felsefesi derslerinin içeriğinde tartışılmaktadır. Burada vurgulamak istediğimiz nokta, tüm bu tartışmaların kökeninde mantıksal pozitivistlerin bilimi merkeze alan yaklaşımlarının ve emeklerinin bulunduğunun gözden kaçırılmamasıdır.
Bir terim olarak pozitivizm, felsefeye hangi düşünür tarafından kazandırılmıştır?
Pozitivizm (ispatçılık veya olguculuk), felsefeye bir terim olarak Auguste Comte (1798-1857) tarafından kazandırılmıştır.
Comte’a göre insanlık gelişim süreci hangi aşamalardan geçer?
Comte’a göre, insanlık gelişimi sürecinde üç aşamadan (safhadan) geçer: Teolojik, metafiziksel ve pozitivist.
Viyana Çevresi’nin çalışmaları ile tartışmaları ne zaman başlamıştır?
Viyana Çevresi’nin çalışmaları ve tartışmaları 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başlarına yayılan dönemde özelikle mantık, matematik ve fizik alanında gerçekleşen ilerlemelerin ışığında deneyciliği ve bilimi yeniden şekillendirmek üzerine kurulmuştur.
Viyana Çevresi’nin öne çıkan isimleri kimlerdir?
Topluluk fizikçi ve felsefeci Moritz Schlick’in önderliğinde 1924’ten 1936’ya kadar, düzenli olarak haftalık toplantılar yapmışlardır. 1924’ten 1936’ya kadar, düzenli olarak haftalık toplantılar yapmışlardır. Çevrenin bir diğer önemli adı Rudolf Carnap, gruba 1926 yılında katılmıştır. Viyana Çevresi’nin önde gelen adları arasında, matematikçi Hans Hahn, fizikçi Philipp Frank, toplum bilimci Otto Neurath ve eşi matematikçi Olga Hahn Neurath, felsefeci Viktor Kraft, matematikçi Theodor Radacovic ve Gustav Bergmann sayılabilir.
Viyana Çevresi bakış açısının temel nitelikleri nelerdir?
- Metafizik karşıtlığı
- Sentetik a priori yargıların olanaklılığının reddedilmesi
- Matematiğin mantıkçı bir biçimde temellendirilmesi
- Doğrulamacı anlam anlayışı
Moritz Schlick’in sentetik a priori doğrulara ilişkin kapsamlı eleştiri sunduğu eseri hangisidir?
Schlick, 1918-1925 yılları arasında Allgemeine Erkenntnislehre (Genel Bilgi Kuramı) başlıklı eseri üzerinde çalıştı. Schlick, bu çalışmasında sentetik a priori doğrulara ilişkin kapsamlı bir eleştiri sundu.
Schlick, felsefe alanında nasıl bir iz bırakmıştır?
Schlick, bilime dayalı bir felsefe anlayışının geliştirilmesine yaptığı katkı nedeniyle mantıksal pozitivizmin önde gelen bir temsilcisi olarak anılır.
Mantıksal pozitivistler anlamsız olanı nasıl değerlendirir?
Mantıksal pozitivistlerin anlamsız olana karşı hiçbir hoşgörüsü yoktur. Anlamsız olan, felsefi söylemin içerisinden tamamen sökülüp atılmalıdır. Anlamlı olarak geriye kalan bilimsel olandan başkası değildir.
Mantıksal pozitivistlere göre felsefenin görevi nedir?
Mantıksal pozitivistler, tıpkı Wittgenstein gibi, felsefenin işini aşkın olana dair bilgi vermek olmadığını düşünmektedirler. Yine Wittgenstein’la paralel bir biçimde felsefenin ifadeleri açıklığa kavuşturma görevi olduğunu düşünmektedirler.
A. J. Ayer, ahlaki kavramları nasıl açıklar?
Ayer’a göre ahlâki kavramlar “sadece sahte-kavramlardır”. Ayer’a göre olgusal olarak söz konusu eylemi ifade etmekten fazla bir şey söylemiş olmayız. Ahlâki yargılar, önermesel bir içeriğe sahip olmadıklarından dolayı doğru ya da yanlış olamazlar. Aynı nedenden ötürü doğrulanmalarından ya da yanlışlanmalarından söz edilemez. Ayer’ın bu yaklaşımı duygusalcı ahlâk kuramı olarak adlandırılır.
Doğrulanabilirlik ilkesi nasıl bir önermedir?
Doğrulanabilirlik ilkesi ya analitik bir önerme ya da sentetik (olgusal) bir önerme olmak durumundadır. Eğer olgusal ise kendisinin doğrulanabilirlik şartlarının ifade edilebilmesi gerekir. Ancak hangi deneyim bu genellikte bir ilkeyi doğrulayabilir? Dolayısıyla, olgusal bir önerme olarak düşünülemez. Ancak analitik bir önerme olduğunu söylemek de mümkün görünememektedir. Bir öneri olarak “anlamlılığın” tanımının bu ilke olduğunu söyleyebiliriz.
Carnap, mantıksal dizimbilimin önermelerin yapısını gözler önüne sererek neyi düşünmektedir?
Carnap mantıksal dizimbilimin önermelerin yapısını ve önermeler arası bağıntıları gözler önüne sererek önermelerin doğrulanma yöntemini belirlememizi sağlayacağını düşünmektedir.
Carnap, mantıksal dizimbilim ile neyi amaçlar?
Mantıksal dizimbilimin amacı, işaretlerden oluşan bir dizge oluşturarak mantıksal çözümlemenin sonuçlarını bir muğlaklığa yol açmaksızın tam olarak ifade edebilmektir.
Carnap’ın dizimbilim ile ilgili çalışmalarını yürütürken bir türlü açıklığa kavuşturamadığı husus ne olmuştur?
Carnap, dizimbilim ile ilgili çalışmalarını yürütürken, dizimbilimin sınırları içerisinde doğruluğu tanımlamayı denemiş ancak dilin sınırları içerisinde doğruluk yükleminin kullanımını bir türlü açıklığa kavuşturamamıştır.
Doğruluk üzerine görüşlerinin şekillenmesinde Carnap, kimden etkilenmiştir?
Carnap’ın öğrencilerine Tarski’nin kendisine doğruluk hakkındaki görüşlerini ilk kez anlattığı görüşmelerini şu şekilde anlattığı rivayet edilir. Bir kafede oturmaktadırlar ve Carnap “Bu masa siyahtır” gibi duyusal içeriği olan (mantıksal-matematiksel olmayan) bir önermenin doğruluğu hakkında ne söyleyebileceğini Tarski’ye sorar. Tarski “ ‘Bu masa siyahtır’ ancak ve ancak bu masa siyahtı r ise” şeklinde cevap verir. Bu cevap Carnap’ın uzun zamandır arayıp da bulamadığı bir kuramı içermektedir.
Tarski’nin doğruluk kuramının adı nedir?
Anlambilimsel doğruluk kuramıdır.
Tarski’nin, mantıkçıların arasındaki yeri nedir?
Bazılarına göre Tarski, Aristoteles, Gottlob Frege ve Kurt Gödel ile birlikte gelmiş geçmiş en büyük dört mantıkçıdan birisi olarak kabul edilmektedir.
Tarski’nin anlambilimsel doğruluk kuramı nasıl bir savı ortaya koyar?
Doğruluk yüklemi bir dilin içerisinde diğer yüklemler gibi kullanılabildiğinde yalancı paradoksu gibi birtakım paradokslara yol açmaktadır. Örneğin, “Bu cümle doğru değildir.” cümlesi eğer doğru ise kendisinin doğru olmadığını, yanlış ise kendisinin doğru olduğunu ifade etmektedir. Bu tür sorunları ortadan kaldıracak biçimde Tarski nesne dili (İng. object language) ile üst dil (İng. metalanguage) arasında bir ayrım yapar ve doğruluk yüklemini üst dilde tanımlar.
Mantıksal pozitivistlerin çalışmalarının bilime katkısı nedir?
Mantıksal pozitivistlerin çalışmalarının bilimin bilim olmayandan ayrılması, bilimin doğrulanabilen önermeler ile özdeşleştirilmesi gibi savların geliştirilmesini sağlamıştır.
Carnap, önermeler arası olasılık çalışmalarını inceleyerek neyi hedeflemiştir?
Carnap daha ileriki çalışmalarında önermeler arası olasılıksal ilişkileri inceleyerek bir tümevarım mantığı geliştirmeyi de hedeflemiştir.
Bilim felsefesinin doğmasına yol açan unsur nedir?
Mantıksal pozitivistlerin dilin mantığını (tümdengelimsel ya da tümevarımsal olsun) çözümleyerek bilimi sağlam bir felsefi temele oturtma projesi genel olarak bilim felsefesi olarak anılan bir felsefe geleneğinin doğmasına yol açmıştır.
Bilimsel olanla olmayanın ayırt edilmesinde yeni bir öneri olarak yanlışlamacılığı ortaya atan bilim insanı kimdir?
Karl Popper’dır.