Tarih Felsefesi 2 Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
19. Yüzyıl Alman İdealizmi Ve Tarih Metafiziği-1: Fichte Ve Schelling
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Alman idealizmi kaçıncı yüzyılda ortaya çıkmıştır?
19 yy.
Alman idealizmi hangi kavramlara vurgu yapılır?
Alman idealizmi olarak bilinen düşünce sistemi akıl, ilerleme, gelişme gibi kimi kavramlara vurgu yaparak bu kavramları, tarihsel oluşu açıklamak için kullanır.
Metafizik sistemler kuran Alman idealizmi düşünürleri kimlerdir?
Fichte, Schelling ve Hegel.
Tarihin metafizik açıklaması ile ne kastedilir?
Tarihin metafizik açıklaması ile kastedilen, tarihsel oluş ve değişmenin, tarihin her türlü deviniminin tek bir ilke ya da az sayıda ilke ile açıklanmasıdır.
19 yüzyılda hangi anlayış ortaya çıkmıştır?
İlerleme anlayışı.
İlerleme terimi ile ne anlaşılmalıdır?
İlerleme terimi özellikle 19. yüzyılda belirli bir hedefe, bir ereğe doğru yaklaşma anlamında ele alınmıştır. Bu anlamıyla ilerlemeden genel olana doğru ya da mutlak olana doğru yükselme anlaşılır.
Genel bir kavram olarak ilerlemenin 19 yüzyılda belirginleşmesi nasıl olmuştur?
Genel bir kavram olarak ilerlemenin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağı olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Böylece ilerlemenin öznesi evrenselleştirilmiştir ve ilerleme artık sanat, bilim, teknik gibi sınırlı alanlara ilişkin olmaktan çıkmıştır. Alman idealizminin bütün çabası ilerlemeye duyulan inancı akıl temeline oturtmak ve ilerlemenin ilkesini, yasasını ortaya koymaktır. Bu ilkelerin kendisi de mutlak olmalıdır. Başka bir deyişle Alman idealist düşüncesi aklın kavramlarını nesnel ve kendi başına gerçekliği olan öğeler olarak ele almış ve bununla da bütün doğal ve tarihsel gerçekliği akla bağımlı kılmışlardır.
Alman idealizminde mutlak olan ile ne kastedilmektedir?
Alman idealizminde mutlak olan ile kastedilen koşullardan bağımsız olarak kendi başına var olan ve var olanların varlığının kendisine bağlı olduğu şey anlamına gelir. Bu anlamda tarihte ortaya çıkan her şey mutlak olanın bir görünüşüdür.
Kant Alman idealizmi olarak bilinen düşünürleri nasıl etkilemiştir?
Almanya’da Kant’tan sonra Alman idealizmi olarak bilinen düşünürler büyük ölçüde Kant’ın akıl ve ilerleme anlayışından etkilenerek bu anlayışı daha mutlakçı bir anlayışa doğru geliştirmişlerdir, öyle ki Kant’ın fenomen ile noumen arasında yaptığı ayırım Alman idealizminin düşüncesinde ortadan kalmıştır. Bilgi ilkeleri aynı zamanda varlık ilkeleri olarak ele alınmış ve akıl, gerçekliğin kendisinden türetileceği bir sistem haline gelmiştir.
Akıl Alman idealizminde nasıl ele alınır?
Alman idealizminin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir. Kavramların birbirinden mantıksal türetilmesi ya da bir kavramdan diğerinin diyalektik olarak türetilmesi bir süreçtir, üstelik de diyalektik olarak ilerleyen bir süreçtir. Bu bağlamda Alman idealizminin kavramdaki bu diyalektik ilerlemeyi ya da mantıksal türetilebilirliği, gerçekliği akla indirgeyen anlayışları temelinde gerçekliğe taşıdıkları görülür. Kavramdaki bu devinim bir ilerleme olarak gerçekliğe taşınır. Gerçeklik ise ya doğa gerçekliğidir ya da tarih gerçekliğidir. Bir doğa gerçekliği olarak ele alındıkça doğal varlık alanında bu kavramsal devinim doğal süreç olarak tarihsel varlık alanında ise ilerleme olarak ortaya çıkar. Hem doğal varlık alanında hem de tarihsel varlık alanında işleyen süreç erekli bir süreç olarak tasarımlanır. Dolayısıyla Alman idealist düşüncesinde doğa da tarih de belirli bir ereğe doğru devinen süreçler olarak tasarlanır. Bu erek de akıl sisteminin en başına konulan kavramın kendisidir. Böylece akıl hem doğayı hem de tarihi, başka bir ifadeyle var olan gerçekliğin bütününü açıklayan ilke haline gelir. Gelişmenin ilkesi de bir akıl ilkesi olarak ya da bir mantık ilkesi olarak diyalektiktir. Kavramlar birbirlerinden mantıksal, diyalektik olarak türetilebildiklerinden, bütün bir gerçekliğin devinimi ve oluşu da diyalektik olarak açıklanabilir. Böylece Alman idealizmi tarihi diyalektik olarak gelişen bir süreç olarak tasarlamıştır. Yani tarihte her bir dönem bir önceki dönemden diyalektik olarak ve zorunlulukla çıkmaktadır. Tarihin çağları arasında mantıksal bir türeyiş, bir zorunluluk vardır. Bu zorunluluk da temelini aklın kendisinde bulur.
Fichte hangi felsefeyi devam ettirmek istemiştir?
Fichte, Kant felsefesini devam ettirmek istemiştir.
Fichte, Science of Knowlidge eserinde neyi keşfetmek zorunda olduğunu belirtir?
Science of Knowledge adlı yapıtında felsefenin kendisini apaçık bir bilim hâline zorunlu olarak yükselteceği bir yol keşfetmek zorunda olduğunu söyler. Bir bütün olarak bilim sisteminin kendisine dayanacağı bir ilk temel gösterilebilirse bilim sisteminin temeline konacak bir yalın temel önermeden hareketle akıl bir sistem hâlinde kurulmuş olur.
Fichte’ye göre akıl nasıl ele alınır?
Akıl bir sistemleştirme çabası olarak ele alınır.
Fichte’ye göre bir bilim hangi biçime sahiptir?
Fichte’ye göre bir bilim sistematik bir biçime sahiptir. Bu da şu anlama gelir ki bilimin bütün önermeleri tek bir ilke içinde bir bütünü biçimlendirmek üzere birbirine bağlıdır. Bu bağlamda tek tek önermeler bilimsel olamazlar, yalnızca bütünün bağlamı içinde bilimsel olurlar, yani bütünle olan ilişkileri ve bütün içindeki konumları sayesinde.
Fichte’ye göre önermeler sisteminin kesinliği neye bağlıdır?
Fichte’ye göre önermeler sisteminin kesinliği sistemin başlangıcına konulan temel önermenin kesinliğinden gelir. Öyle ki ilk önerme kesin olabildiği ölçüde ikinci de kesin olacaktır, ikinci önerme kesin olabildiği ölçüde üçüncü önerme de kesin olacaktır ve bu böyle devam edecektir. Bu şekilde bir çok önerme Fichte’ye göre tek bir ortak kesinliği paylaşacaktır ve hepsi aynı kesinliği, tek ve ortak bir kesinliği paylaştığı için bu önermeler bir bilim sistemi olabilecektir.
Fichte’ye göre kavramlarda nasıl bir mantık yapısı bulunur?
Fichte’ye göre bir bilim sisteminde kavramın üçlü mantıksal yapısı kendisini gösterir. Bu üçlü mantıksal yapı tez-antitez-sentez üçlüsüdür. Alman idealizminin mantıktan anladığı, kavramlar arası ilişkileri ele alan diyalektik mantıktır. Fichte akıldan kesin bir temel üzerine kurulacak olan bir sistemliliği anlamaktadır öyle ki bu sistemlilik de türetilebilirlik demektir yani temel olan kesin hakikatten türetilebilirlik. Böylece bir olgunun akla uygun olması demek onun bilim sistemi içinde bir yerinin olması ve en temel hakikate geri götürülebilir olması ya da bu en temel hakikatten türetilebilir olması demektir. Bu bilim sistemi içinde her kavramın üçlü mantıksal yapısı vardır. Bu üçlü mantıksal yapı kendisini tez, antitez ve sentez olarak gösterir. Buna göre kavram ilkin kendindedir, kendisiyle özdeşlik içindedir; sonra kendi karşıtını doğurur yani kendisinin, kendi olmayanla, özdeş olmadığını kavrar. Buna göre Ben, Ben olmayanın antitezi olur. Bu akıl anlayışı yani aklın kavramın üç aşamadan oluşan süreci demek olan yapısı, kendisini gerçeklikte de gösterir ve tarihte ilerlemenin temelini oluşturur.
Fichte’ye göre tarih nasıl olmalıdır?
Fichte’ye göre tarih a priori olarak kurulmalıdır, çünkü tarihin dönemleri birbirinden zorunlu olarak çıkmaktadır ve bu ardardalık ilişkisinin felsefi serimlemesi ancak a priori olabilir. Tarihte bulunabilecek temel kavram ussal özgürlüktür ve özgürlüğün, herhangi bir kavram gibi bu zorunlu aşamalardan geçerek gelişmesi gerekir. Fichte’nin akıl anlayışına göre kavramlar sistemi içinde her kavram çeşitli aşamalardan zorunlu olarak geçer; bu akıl sistemi de üçlü aşamalardan oluşur. Dolayısıyla bütün tarih çağlarının ardardalığı bir mantıksal art ardardalık olarak görülebilir ve a priori olarak belirlenebilir. Collingwood Fichte’nin tarihsel dönemlerin zamansal art ardalığının temelinde yatan bir kavramsal şema ortaya çıkarma çabasını Kant’ın kategorilerin şematizmi öğretisinin tarihe uygulanma çabası olarak görür. Böylece bir temel önerme her ussal sistem için bir ilk temel, bir ilke olacaksa Fichte’ye göre bir çağın felsefi resmedilişi tek bir ortak ilkeden hareketle yapılabilir ve bu tek ilkeden bütün fenomenler türetilebilir ve eksiksiz açıklanabilir. Bir çağı betimleyecek olan filozof bir çağın ideasını bulmaya çalışır çünkü bir çağın fenomenlerinin her biri altlarında yatan ortak idea aracılığıyla birbirleriyle zorunlu bir bağlantı içinde ortaya konulmalıdır. Dolayısıyla Fichte’ye göre bir filozofun işi deneyimin tüm olanaklı fenomenlerini önceden varsaydığı ilkenin birliğinden türetmektir; filozofun böylelikle de bilimsel söylemde ifadelendirilen yöntem olan, mutlak olarak a prioriyi izlediği açıktır. Böylece filozof zamanı hem bir bütün olarak hem de onun tüm olanaklı devirlerini priori betimleyebilir. Fichte’nin akıl ile ilerleme arasında kurduğu ilişki insan soyunun bütün ilerlemelerinin bilimlerin ilerlemesine bağlı olduğudur; bu yüzden de Fichte önderlik görevini bilim adamlarına yükler. Fichte’ye göre bilim adamlarının sorumluluğu insan neslinin ilerleyişini ve bu ilerleyişin sürekliliğini sağlamaktır. Fichte’ye göre zamanın her tikel devrine tikel bir çağın ideası karşılık gelir. Her çağ tek bir tasarımın ya da kavramın cisimleşmesidir. Bu nedenle de bir çağın doğru bir şekilde betimlenebilmesi için o çağı temsil eden a priorinin anlaşılmış olması gereklidir. Evrensel zaman anlayışı temel bir zaman ideasını, yani aşamalı olarak gelişen ve her çağın kendinden önce gelen bir çağ tarafından belirlendiği bir ideayı önceden varsayar, yani yeryüzündeki tüm insan yaşamının devirlerini kendisinden doğru bir şekilde türetebileceği bir dünya planını önceden varsayar.
Fichte’nin her çağın a priorisi ile ne kastedilmektedir?
Fichte’nin her çağın a priorisi ile kastettiği her çağın bir ideası olduğu ve her çağın kendi ideası tarafından belirlendiğidir.
Fichte’ye göre tarihte aklın ereği kendini nasıl gösterir?
Fichte’ye göre tarihte aklın ereği insan türünün özgürlüğüdür. Bu özgürlük bireylerde değil, türde kendini gösterecektir.
Fichte özgürlüğü nasıl betimler?
Fichte’nin özgürlükten anladığı da bireylerin kendi özgürlüğü değil, bir tür olarak insanlığın kolektif kapasitesindeki özgürlüktür. Bu özgürlük de insan türünün ortak bilincinde görülür.
Fichte hümanite kavramını nasıl ele alır?
Herder’in hümanite kavramı da 19. yüzyılda Fichte ile yeniden ifade edilmiştir. Fichte de Herder gibi hümanite kavramını ilerleyen bir şey olarak ele alır. Aynı zamanda hümanitenin ilerlemesi kendi öz varlığını yaratmasıdır ki bu da hümanitenin dünya üzerindeki başlangıç durumuna geri dönmesi ya da bunu kavrayarak şimdiki durumunun içinde kapsaması demektir. Fichte’ye göre hümanite kendi varlığını yaratamasaydı dünyada gerçek insan yaşamı da var olamazdı, tüm şeyler ölü, katı ve hareketsiz kalırdı. Şu hâlde Fichte ilerleme kavramına bir hareket kategorisi anlamı yüklemektedir ki bu kategori ile tarihin ilerleyen bir süreç olarak anlaşılabilmesi olanaklı hâle gelmektedir. Fichte tarihin zorunlu devirler hâlinde ilerleyişini tasarlamıştır. Bütün tarih çağlarının olduğu gibi kendi çağının da bu dünya yaşamının bir parçası olduğunu ve bu dünya yaşamının beş devrinden başka herhangi bir olanaklı devrin olamayacağını ileri sürmüştür. Fichte’ye göre bütün dünya yaşamı zorunlu olarak bir bütünlük gösterir, ama aynı zamanda farklı devirler hâlinde ortaya çıkar. Zorunluluk, bütünlük ve farklılık tarihte bir arada ortaya çıkar. Fichte insanlığın içgüdünün egemenliğindeki masumiyetten kurtularak kendi hümanitesini inşa etmek üzere, kendini inşa etmek üzere, hatta kendi tarihini, hümanitenin tarihini ya da kısaca tarihi inşa etmek üzere aşama aşama ilerlediğini öne sürer.
Fichte’ye göre tarih nasıl ilerler?
Tarih zorunlu olarak ilerler, bu zorunluluk tarihe aklın kendisinden gelir. Bireysel çabalar tarihin ilerleyişini ne hızlandırabilir ne de yavaşlatabilir, yalnızca dünyaların sonsuz Tin’inin mevcudiyeti bu ilerleyişe yardım edebilir. O hâlde tarihe rastlantısal bir bireysellik, teklik yön veremez, evrensel, genel bir zorunluluk yön verir, tarih zorunluluğun işlediği bir alandır. Tarihin ilerlemesinin zorunlu, a priori ilkelere göre olması Fichte’nin ilerleme kavramını kendi akıl tasarımından hareketle ortaya koyduğunu göstermektedir.
Schelling hangi ilkeleri ortaya atmıştır?
Schelling, Kant ile Fichte’nin tasarımlarına daha dizgeli bir gelişme getirmiş ve iki ilke ortaya koymuştur. Bu ilkeler de var olanın tamamen bilinebilir olduğu, yani mantıksal, ussal olduğu ya da Mutlak olanın bir görünümü olduğu ilkesi ile karşıt olanların özdeşliği ilkesidir.
Schelling’e göre karşıtlık ile özdeşlik arasında nasıl bir ilişki vardır?
Schelling’e göre karşıt olanlar özdeştir. A ile A olmayan özdeştir. Schelling’in diyalektik mantığında Ben ve Ben olmayanın özdeşliği söz konusudur.
Schelling bilinebilir olanı kaça ayırır?
Schelling bilinebilir olanı Doğa ve Tarih olarak ikiye ayırır. Her iki alan da Mutlak olan varlığın birbirine karşıt iki ayrı görünümüdür. Doğa düzenli ve yasalı bağıntılar içerdiğinden dolayı bilinebilir olan bir alanken yani yalnızca nesne olarak kavranırken tarih hem bilinebilir olan hem de kendi kendisi üzerine düşünen zihinlerin eylemlerinden oluşan bir alandır, dolayısıyla da hem nesne hem de özne olarak kavranabilir. Ayrıca Schelling’e göre plansız ve amaçsız bir olaylar zincirine tarih adı verilemez. Salt tarih kavramında keyfiliğin hizmet ettiği bir zorunluluk anlamı da içerilir.
Schelling’e göre tarih nasıldır?
Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarih ileri doğru yol alan bir şey olmalıdır ve ilerlemeyen şey tarihin nesnesi değildir. Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. Mekanizmin olduğu yerde tarih yoktur; aynı şekilde tarihin olduğu yerde mekanizm yoktur. Bir şeyin tarihinin olması için o şeyin tekrarlamaması, döngüsellik içinde devinmemesi, yani ilerlemesi gerekir. Bu yüzden de doğa olaylarının tarihi olmaz. Schelling’e göre oluşan her şey oluştuğu için tarihin nesnesi olamaz. Örneğin doğa olayları, edindikleri tarihsel olma özelliklerini sadece, insanların eylemlerine yaptıkları etkiye borçludurlar. Ayrıca Schelling’in akıl tasarımına göre tarih tekilin gerçekleştirildiği yerde değil, ideal olanın, genel olanın, bütünün tekille uyuşacağı şekilde gerçekleştirildiği yerde vardır. Hakiki tarih gerçek olan ile ideal olanın sentezine dayanır. ideal olan yalnızca bir tür olma özelliğine sahip olan varlıklar için söz konusudur. Bunun nedeni ideal olanın gerçekleşmesi olasılığının yalnızca bir tür özelliğine sahip varlıklar yardımıyla düşünülebilir olmasıdır çünkü birey ideal olana ulaşma konusunda yetersizdir. Oysa zorunlu bir şey olan idealin ise gerçekleştirilmesi gerekir. Schelling’e göre tarihin yeni bir özelliği olarak söylenebilecek olan, yalnızca önlerinde bir ideal bulunan varlıklar için tarihin söz konusu olabileceğidir. Bu ideal de birey tarafından değil ancak tür tarafından gerçekleştirilebilir. Bu da şu anlama gelir: Yeni gelen her birey, bir öncekinin bıraktığı yerden devam etmelidir; böylelikle birbirini izleyen bireyler arasında süreklilik olur ve tarihin ilerlemesinde gerçekleştirilmesi gereken şey yalnızca akıl ve özgürlük aracılığıyla mümkün ise gelenek ya da aktarma mümkün olur. Burada Kant’ın ilerleme görüşü hatırlanacak olursa Schelling’in, Kant’ın insan yetilerinin yetkinleşmesinin bireyde değil ancak türde gerçekleşebilir olduğu yollu görüşünü benimsediği anlaşılabilir. Schelling’e göre tarih kavramından ne mutlak olarak yasalardan bağımsız ne de mutlak olarak yasalara bağlı bir olaylar zincirine tarih adı verilebileceği çıkarılabilir. Buradan çıkarılabilecek olan sonuçlar şunlardır: ilkin, her tarih içinde varsayılan ilerleme, özgür edimleri kısıtlayan bir yasallığa izin vermez. ikinci olarak belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şey kesinlikle tarihin nesnesi olamaz. Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir. Burada Schelling tarihteki keyfilik öğesine vurgu yapmaktadır. içgüdülerin egemenliğinden özgürlüğe doğru atılan ilk adımla, yani keyfiliğin ilk dışa vurusuyla tarih başlar. Üçüncü çıkarılacak sonuç ise mutlak olarak yasalardan bağımsız olan, anlamsız ya da amaçsız olan olaylar zincirine tarih denemez. Dahası tarihi tarih yapan şey sadece, özgürlük ve yasallığın birliğidir veya bir idealin yavaş yavaş gerçekleştirilmesidir.
Schelling’e göre tarihin felsefesi ne demektir?
Schelling’in tarihi salt yasalılık olarak görmeyip keyfilik ve yasalılığın biraradalığı olarak görmesidir. Bu yüzden tarih salt teoriyle açıklanamaz. Tarihte hem bireyler vardır hem de ideal olan vardır. Tarihin felsefesi demek tarihin bu transcendental yanını ortaya koymak demektir; doğa felsefesi kuramsal felsefe için neyse tarih felsefesi de pratik felsefe için odur. Schelling’e göre bir tarih felsefesinde sorulabilecek ilk soru da tarihin nasıl olanaklı olduğu sorusudur. Var olan her şey bilince bağlı olarak var olduğundan tüm geçmiş tarih de bilince bağlı olarak var olabilir. Bunun nedeni, tarihin, yalnızca geçmişin üzerinde etki yaptığı kişi için var olmasıdır. Ayrıca her bir kişinin bilincini oluşturmak için tüm geçmişin zorunlu olduğu görülür.
Schelling tarihte ortaya çıkan kötülükleri nasıl değerlendirir?
Schelling’e göre tarihte ortaya çıkan kötülükler insan türünün hümanite adına genel bir hukuk düzenine doğru gelişmesini hızlandırırlar. Dolayısıyla tarihte ortaya çıkan her şey, yani erdemli ve erdemsiz olan her şey, mutlak olanın bir ifadesinden başka bir şey değildir
Schelling’e göre özgürlük nasıldır?
Schelling’e göre genel hukuk düzeni özgürlüğün koşuludur ama aynı zamanda özgürlük aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu da genel olanın oluşmasının rastlantı ya bırakılması demeye gelir ki Schelling’e göre bu da bir çelişkidir. Bu çelişki de ancak özgürlüğün kendisinde de bir zorunluluk varsa çözülebilir. İşte bu transcendental felsefenin en büyük çözülmemiş sorunudur. Özgürlük zorunluluk, zorunluluk ise özgürlük olmalıdır. Oysa bunlar çelişik kavramlardır çünkü zorunluluk bilinçsiz bir şeydir ve bilinçsiz olan bir şey de istenç dışıdır. Özgürlükte de zorunluluk olmalıdır diyen Schelling’e göre bu, özgür olarak eylemde bulunmakla birlikte amaçlanmayan bir şeyin ortaya çıktığı anlamına gelir. Başka bir deyişle özgürlüğün kısıtlanmadan dışavurumuna rağmen tamamen istençdışı, belki de eylemde bulunanın istencinin tersine, hatta istenciyle bile hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir şey ortaya çıkar. Schelling’e göre bu tümce paradoks gibi görünse de özgürlüğün zorunlulukla olan ilişkisinin transcendental ifadesinden başka bir şey değildir. Buna göre insanlar özgür eylemleriyle istemedikleri bir şeyin nedeni olmak zorundadırlar. Böylece gizli bir zorunluluk insanın özgürlüğüne karışır. Schelling’e göre trajedi sanatının varlığı bile bu koşula dayanır. Bu koşul olmadan doğru bir şey istenemez. insanın ait olduğu türün ilerlemeyi hep sürdüreceği inancı da bu koşula dayanır. Buna göre bir insanın eyleminden bu insanın amaçladığıyla uyuşmayan, hatta amaçlanana çelişik düşen sonuçlar çıkarılabilir. Başka bir deyişle, bir insanın eylemi eyleyene, yani eyleyenin özgürlüğüne bağlı olsa da eylemin sonuçları ya da bu sonuçlardan insanlık için çıkacak olan şey o insanın özgürlüğüne değil, başka bir şeye, daha yüce bir şeye bağlıdır. Schelling’e göre eylem açısından insanın özgür olması ama eylemlerin sınırlı sonuçları açısından insanın üstünde ve onun özgürlüğünde parmağı olan bir zorunluluğun bulunması, özgürlüğün kendisi için gerekli bir önkoşuldur ama bu yazgı ya da öngörü kavramlarıyla bir ve aynı şey demek değildir.
Schelling’e göre tarihi ne belirler?
Schelling’e göre tarihi belirleyen mutlak olandır. Mutlak olan da insan türünün eyleminde nesnel ve genel olan öğedir. Schelling’e göre tarihteki bütün eylemleri belirleyen ve bütün eylemlerde ortak olan kendi başına akıl mutlak olan aklın kendisidir.
Schelling’e göre tarihin kaç dönemi vardır?
Schelling’e göre Mutlak olanın açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi egemen şeyin yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Schelling bu dönemi trajik olarak da adlandırır. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. ilk döneme egemen olan karanlık yasa bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir. Tarihin üçüncü dönemi ise önceki dönemlerde yazgı ve doğa olarak görünen şeyin öngörülmüşlük olarak gelişeceği ve ortaya çıkacağı dönem olacaktır ama bu dönemin ne zaman başlayacağı belirsizdir.
Schelling’e göre tarih süreci nasıldır?
Schelling’e göre tarih aslında kendisini açan Mutlak olandan başkası değildir. Mutlak olanın ilerlemesidir tarih süreci. Schelling’e göre tarih Mutlak olanın kendi bilincine doğru ilerlemesidir. ilerleme amaçsız değildir, belirli bir hedefe yönelik bir ilerlemedir ve bu hedef de Mutlak olanın kendi bilincidir.
Mutlak nedir?
Hem bilinebilir akıl hem de bilen akıl demektir.
Fichte ve Schelling’in akıl ile ilerlemeye bakışları nasıldır?
Fichte’nin görüşünde akıl ilerlemenin temeliyken Schelling’de ilerlemenin kendisi olur.
Genel olarak Alman İdealizmin temel savı nedir?
Akla dayalı süreçlerin temelinde Mutlak, ide ya da Tin gibi bir kavramın olması gerektiğidir. Ancak bu yolla tarih nesnel olarak kavranabilir bir biçimde tasarımlanabilir.
19. yüzyılda ortaya çıkan ilerleme anlayışı hangi 18. yüzyıl düşünürlerinden ne biçimde etkilenmiştir?
18. yüzyılın Alman düşünürlerinden Kant ve Herder Tarih Felsefesi’nin olanağının tarihin sonuna bir erek koyulmasında olabileceğini göstermekle 19. yüzyılın erekçi tarih tasarımlarını belirlemişlerdir. Bu bağlamda ‘ilerleme’ teriminin anlamındaki kopma aslında 18. yüzyılda başlamıştır da denilebilir. Bununla birlikte Kant ve Herder’den önce ama kısmen Kant ve Herder’de de Aydınlanma’nın ilerleme tasarımı bir inanç olarak mükemmelleşme umududur.
Alman İdealizmi'nin akıl tasarımını açıklayınız.
Alman İdealizmi’nin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir. Kavramların birbirinden mantıksal türetilmesi ya da bir kavramdan diğerinin diyalektik olarak türetilmesi bir süreçtir, üstelik de diyalektik olarak ilerleyen bir süreçtir. Bu bağlamda Alman İdealizmi’nin kavramdaki bu diyalektik ilerlemeyi ya da mantıksal türetilebilirliği, gerçekliği akla indirgeyen anlayışları temelinde gerçekliğe taşıdıkları görülür. Kavramdaki bu devinim bir ilerleme olarak gerçekliğe taşınır. Gerçeklik ise ya doğa gerçekliğidir ya da tarih gerçekliğidir. Bir doğa gerçekliği olarak ele alındıkta doğal varlık alanında bu kavramsal devinim doğal süreç olarak tarihsel varlık alanında ise ilerleme olarak ortaya çıkar. Hem doğal varlık alanında hem de tarihsel varlık alanında işleyen süreç erekli bir süreç olarak tasarımlanır. Dolayısıyla Alman İdealist düşüncesinde doğa da tarih de belirli bir ereğe doğru devinen süreçler olarak tasarlanır. Bu erek de akıl sisteminin en başına konulan kavramın kendisidir.
Fichte "bir bilim sistematik bir biçime sahiptir" derken neyi kastetmiştir?
Fichte’ye göre “bir bilim sistematik bir biçime sahiptir” (Fichte 1993: 101). Bu da şu anlama gelir ki bilimin bütün önermeleri tek bir ilke içinde bir bütünü biçimlendirmek üzere birbirine bağlıdır. Bu bağlamda tek tek önermeler bilimsel olamazlar, yalnızca bütünün bağlamı içinde bilimsel olurlar, yani “bütünle olan ilişkileri ve bütün içindeki konumları sayesinde."
Fichte'ye göre insanlığın ilerleyişinde bilim adamların ne gibi sorumluluklar düşmektedir?
Fichte’nin akıl ile ilerleme arasında kurduğu ilişki insan soyunun bütün ilerlemelerinin bilimlerin ilerlemesine bağlı olduğudur; bu yüzden de “Fichte önderlik görevini bilim adamlarına yükler”. Fichte’ye göre bilim adamlarının sorumluluğu insan neslinin ilerleyişini ve bu ilerleyişin sürekliliğini sağlamaktır.
Fichte'nin tarihin dönemlendirilmesiyle ilgili görüşünü açıklayınız.
Fichte ancak aklın amacının anlaşılmasıyla tarihin biçimlenişinin anlam kazanacağını düşünür ve tarihin çağlara bölünüşünü bu bağlamda düşünür. Böylece tarihin çağlara ayrılışını insanlığın aklın amacına uygun olarak dönemlere ayrılmasından hareketle açıklar. Fichte’ye göre tarihin böyle bir bölümlemesi, yani devirlerinin sıralanması da zorunludur. Bu bölümleme içerisinde ilk dönem “içgüdü olarak aklın egemenliği” dönemidir ki bu Fichte’ye göre insanlığın masumiyet çağıdır. Burada Rousseau’nun insanın doğa durumunda masumiyet dönemi içinde olduğu görüşüne benzerlik görülebilir. Bu özgürlük kendi karşıtını doğurarak ikinci dönemi oluşturur. Bu dönemde bireyler kendi üzerlerinde bir yetki ile kendi özgürlüklerini sınırlarlar . Son dönem ise “sanat olarak akıl devri”dir ki bu çağda hümanite kendisini aklın imgesine ve tasarımına uygun olarak geliştirmeye başlar.
Fichte’nin "tarih zorunlu olarak ilerler" düşüncesini nasıl anlamalıyız?
Fichte’ye göre felsefe tüm nesneleri genel olanın ışığı içinde kavrar, bu yüzden de birey olanla ilgilenmez, ideal kavramın kendisini ele alır. Bireysel çabalar tarihin ilerleyişini ne hızlandırabilir ne de yavaşlatabilir, yalnızca “dünyaların sonsuz Tin’inin mevcudiyeti bu ilerleyişe yardım edebilir”. O hâlde tarihe rastlantısal bir bireysellik, teklik yön veremez, evrensel, genel bir zorunluluk yön verir, tarih zorunluluğun işlediği bir alandır. Tarihin ilerlemesinin zorunlu, a priori ilkelere göre olması Fichte’nin ilerleme kavramını kendi akıl tasarımından hareketle ortaya koyduğunu göstermektedir.
Schelling'in mekanik bir tarihin var olamayacağı düşüncesini açıklayınız.
Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarih ileri doğru yol alan bir şey olmalıdır ve “ilerlemeyen şey tarihin nesnesi değildir”. Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. “Mekanizmin olduğu yerde tarih yoktur; aynı şekilde tarihin olduğu yerde mekanizm yoktur”.
Schelling'in tarih tasarımında, idealin birey değil yalnızca tür tarafından gerçekleştirilebileceği düşüncesi ne anlama gelmektedir?
Schelling’e göre tarihin yeni bir özelliği olarak söylenebilecek olan, yalnızca önlerinde bir ideal bulunan varlıklar için tarihin söz konusu olabileceğidir. Bu ideal de birey tarafından değil ancak tür tarafından gerçekleştirilebilir. Bu da şu anlama gelir: Yeni gelen her birey, bir öncekinin bıraktığı yerden devam etmelidir; böylelikle birbirini izleyen bireyler arasında süreklilik olur ve “tarihin ilerlemesinde gerçekleştirilmesi gereken şey yalnızca akıl ve özgürlük aracılığıyla mümkün ise gelenek ya da aktarma mümkün” olur.
Schelling teori ile tarihin birbirine karşıt olgular olduğu fikrini nasıl açıklamaktadır?
“Belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şey kesinlikle tarihin nesnesi olamaz”. Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. “Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir”. Burada Schelling tarihteki keyfilik öğesine vurgu yapmaktadır. İçgüdülerin egemenliğinden özgürlüğe doğru atılan ilk adımla, yani keyfiliğin ilk dışa vurumuyla tarih başlar.
Kant'ın ve Schelling'e göre transcendental felsefe kavramını açıklayınız.
Transcendental felsefe Kant’ta deneyim ve bilginin olanağının koşullarını ortaya koyan felsefe anlamına geliyordu. Schelling’de ise karşıtların özdeşliğinin olanağının koşulunu ortaya koyan felsefe anlamına gelir.
Schelling tarihi kaç döneme ayırmıştır ve bu dönemler nedir?
Schelling’e göre Mutlak olanın açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi “egemen şeyin” yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Schelling bu dönemi “trajik” olarak da adlandırır. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. İlk döneme egemen olan “karanlık yasa” bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. “Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir”. Tarihin üçüncü dönemi ise önceki dönemlerde yazgı ve doğa olarak görünen şeyin “öngörülmüşlük” olarak gelişeceği ve ortaya çıkacağı dönem olacaktır ama bu dönemin ne zaman başlayacağı belirsizdir.
Fichte ve Schelling'in tarihin dönemlere ayrılması konusundaki fikirlerini karşılaştırınız.
Fichte’de olduğu gibi Schelling’in tarih tasarımında da tarih dönemlerinin ardı ardına içinden geçtiği aşamalar Mutlak olan kavramın mantıksal yapısı tarafından belirlenir. Schelling’in bu tarih görüşünde ortaya koyduğu temel düşünce “Mutlağın tarihte tam ve eksiksiz varlık kazandığı anlayışıdır”, oysa “Fichte ise kavramın mantıksal yapısının, tarih başlamadan ve sürecin bir sayıltısı olarak iş görmeden önce tam olduğunu düşünüyordu”. Schelling’in tarih tasarımında Mutlağın dinamik yapısı ilerlemenin temeli değildir, ilerlemenin kendisidir.
Schelling tarihte ilerleme ile akıl arasında nasıl bir ilişki kurmaktadır?
Mutlak olan kavram tarihteki dinamik öğe olan ilerlemenin kendisi olduğundan ve bu kavramın kendisini gerçekleştirmesi ilerleme demek olduğundan, Mutlak olan da hem bilinebilir olan hem de bilen akıl demek olduğundan, ilerleme bilinebilir aklın ve bilen aklın kendisini tarihte görünür kılmasından başka bir şey değildir. Böylece Schelling’in tarih tasarımında her türlü nesnelliğin ve zorunluluğun temeli olarak Mutlak olanın kavramsal devinimi aynı zamanda tarihte Mutlak olan kavramın kendi bilincini kendisine erek koyarak bu ereğe doğru ilerlemesine dönüşür
Tarih felsefecilerinin gözünde tarihte ilerleme kavramı 18. yüzyıldan 19. yüzyıla genel olarak nasıl değişmiştir?
Genel bir kavram olarak ‘ilerleme’nin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağı olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Böylece ilerlemenin öznesi evrenselleştirilmiştir ve ilerleme artık sanat, bilim, teknik gibi sınırlı alanlara ilişkin olmaktan çıkmıştır.
Alman idealizminin akıl tasarımında "aklın mutlaklığı" ne anlama gelmektedir?
Alman İdealizmi’nin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir.
Fichte'ye göre bilim sistemi içerisinde her kavramın sahip olduğu "üçlü mantıksal yapı" nedir?
Bir olgunun akla uygun olması demek onun bilim sistemi içinde bir yerinin olması ve en temel hakikate geri götürülebilir olması ya da bu en temel hakikatten türetilebilir olması demektir. Bu bilim sistemi içinde her kavramın üçlü mantıksal yapısı vardır. Bu üçlü mantıksal yapı kendisini tez, antitez ve sentez olarak gösterir.
Fichte "her çağın a priorisi" kavramıyla neyi kastetmektedir?
Fichte’nin her çağın a priorisi ile kastettiği her çağın bir ideası olduğu ve her çağın kendi ideası tarafından belirlendiğidir.
18. yüzyıl düşünürlerinden Herder'in "hümanite" kavramı 19. yüzyılda Fichte tarafında ne biçimde tekrar yorumlanmıştır?
Herder’in hümanite kavramı 19. yüzyılda Fichte ile yeniden ifade edilmiştir. Üstelik, Fichte de Herder gibi hümanite kavramını ilerleyen bir şey olarak ele alır. Aynı zamanda hümanitenin ilerlemesi kendi öz varlığını yaratmasıdır ki bu da hümanitenin dünya üzerindeki başlangıç durumuna geri dönmesi ya da bunu kavrayarak şimdiki durumunun içinde kapsaması demektir. Fichte’ye göre hümanite kendi varlığını yaratamasaydı dünyada gerçek insan yaşamı da var olamazdı, “tüm şeyler ölü, katı ve hareketsiz kalırdı.”
Schelling göre tarihte ortaya çıkan kötülükleri nasıl yorumlamıştır?
Schelling’e göre tarihte ortaya çıkan kötülükler insan türünün hümanite adına genel bir hukuk düzenine doğru gelişmesini hızlandırırlar. Dolayısıyla tarihte ortaya çıkan her şey, yani erdemli ve erdemsiz olan her şey, mutlak olanın bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Schelling "özgürlükte de zorunluluk olmalıdır" ifadesiyle neyi anlamak ister?
“Özgürlükte de zorunluluk olmalıdır” diyen Schelling’e göre bu, özgür olarak eylemde bulunmakla birlikte amaçlanmayan bir şeyin ortaya çıktığı anlamına gelir. Başka bir deyişle “özgürlüğün kısıtlanmadan dışavurumuna rağmen tamamen istençdışı, belki de eylemde bulunanın istencinin tersine, hatta istenciyle bile hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir şey ortaya çıkar”. Schelling’e göre bu tümce paradoks gibi görünse de özgürlüğün zorunlulukla olan ilişkisinin transcendental ifadesinden başka bir şey değildir. Buna göre insanlar özgür eylemleriyle istemedikleri bir şeyin nedeni olmak zorundadırlar. Böylece “gizli bir zorunluluk” insanın özgürlüğüne karışır.