Zihin Felsefesi Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
Yeniçağda Zihin Felsefesi: İngiliz Deneycileri Ve Kant
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Tabula rasa nedir?
Tabula rasa, Latince boş levha demektir. John Locke’un doğuştan fikirlerin varlığını reddetmek üzere zihni doğuştan boş, tertemiz bir kâğıt gibi tasvir etmesini ifade eder.
John Locke kimdir?
Locke, İngiliz deneyciliğinin en önemli temsilcilerinden biridir ve modern deneysel psikolojinin öncülerinden kabul edilir. Deneyci tutumuyla Descartes’ın akılcılığına ve insan zihninde doğuştan fikirler olduğuna karşı çıkmıştır. İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eserinin ilk kitabını, Descartes’ın doğuştan fikirler görüşünü çürütmeye ayırmıştır.
Deneycilik nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?
Deneycilik, epistemolojik bir görüştür. Eski Yunanda “deney” “deneyim” ve “duyu verisi” anlamlarına gelen emperia sözcüğünden türetilmiştir. Tüm bilginin kaynağının izlenimler ya da deneyim olduğunu ve insan zihninin dolaysız olarak sadece kendi zihninin içeriklerini, idelerini bilebileceğini ileri sürer.
Locke’un Deneme adlı eserini yazmasındaki amacı nedir?
Locke’un Deneme’yi yazmaktaki amacı “insan bilgisinin kaynağını, kesinliğini ve genişliğini, bunun yanında da inancın, sanının ve onaylamanın temellerini ve derecelerini araştırmaktır”. Bu amaçla, artık zihnin fiziksel yönüyle ilgilenmeyeceğini, aksine onun özünü, neyin oluşturduğuyla ilgileneceğini söyleyen Locke, insan zihninin sınırlarını incelemeye, bilginin doğasını ve kökenlerini inceleyerek başlar.
Locke’a göre ideler nasıl oluşur?
Locke’a göre, deneyim aracılığıyla zihinde çeşitli ideler, kavramlar ve imgeler oluşur. Bu ideler ya Locke’un dış duyum adını verdiği duyularımız yoluyla aktarılır ya da Locke’un iç duyum adını verdiği algılama, düşünme, kuşku duyma, inanma, uslamlama, bilme, isteme gibi çeşitli zihinsel edimlerle edinilir. Locke’un incelemek istediği şey, zihin ve zihnin nesneleri arasındaki ilişkinin doğasıdır.
Locke’un felsefesinin merkezi kavramı nedir?
Locke’un felsefesinin merkezi kavramı ide’dir. İde terimini, aynen Descartes gibi, duyumlar ya da duyu verileri, hatıralarla kavramları da kapsamak üzere çeşitli şeyleri ifade etmek üzere kullanır. Locke, deneyimden elde edilen idelere, yalın ideler adını verir.
Locke’un kuramında bahsettiği tözler nelerdir?
Locke, iki tür tözden söz eder. Bunlardan ilki at, taş ve benzerine ilişkin maddesel duyulur tözlerdir ki bu tözlere ilişkin idelerimiz “tek bir şeyde birleşmiş düşünülen [ve o şeyin bütün niteliklerine tek tek karşılık gelen], belli sayıda yalın idelerin bir öbeğidir”. Locke, cisimlere ya da duyumsal nitelikleriyle bilinen şeylere ilişkin maddesel tözün dışında, bir de tinsel töz olduğunu söyler: “Zihnin düşünme, usa vurma, korkma gibi işlemlerinde de kendi kendilerine başlıklarını sürdüremeyecekleri sonucuna vardığımızdan, bedene ait olmalarıyla bedence üretilmelerine de akıl erdiremediğimizden, bunları “tin” dediğimiz başka bir tözün eylemleri olarak düşünmeye eğilimliyizdir. Düşünme, bilme, kuşku duyma, hareket gücü ve gibilerinin sürdüğü bir tözü kabul ederek, cisim hakkında olduğu kadar, tinsel tözün de açık bir kavramına sahibiz”. Locke’un Descartes’ın doğuştan ideler fikrini reddetmesine rağmen, zihni ve maddeyi iki ayrı töz olarak belirlemesi, Kartezyen düalizmin bir devamı olarak değerlendirilebilir.
Locke’un algı kuramı nasıl açıklanabilir?
Locke’un algı kuramını; nesne, zihin, nesnenin zihinde oluşturulmuş idesinden oluşmuş üçlü bir algı kuramı şeklinde düşünebiliriz. Locke’a göre, ideler zihinsel olmayan maddi dünyayla algılayan bilinçli zihin arasındaki aracılar gibidir. Buna göre, zihnimizdeki yalın ide, dış dünyada o ideye karşılık gelen bir nesnenin, duyum bilgisinden edinilir, zihinde karşılık geldiği o nesneyi temsil eder. Bu yüzden Locke’un algı kuramı, temsil kuramı olarak da bilinir. İde, dış dünyaya ait nesnenin bir anlamda zihinsel bir resmi gibidir. Algılayan kişinin dolaysız bir şekilde bildiği, farkında olduğu şey, o nesnenin zihindeki idesidir. Dolayısıyla Locke’a göre, insanlar dış dünyayı hiçbir zaman doğrudan algılamazlar. Doğrudan, dolaysız olarak bildikleri tek şey, dış dünyadaki nesnelerin zihindeki temsilleri olan idelerdir. Zihin de bu ideleri etkin bir şekilde işleyerek kesin bilgiye ulaşır.
Locke, birincil ve ikincil nitelikler ayrımını nasıl yapar?
Locke’a göre, zihnimizdeki ideleri oluşturanlar birincil nitelikler cisimlerde olduğu düşünülenlerse ikincil niteliklerdir. Cismin bizde katılık, uzam, şekil, hareket, hareketsizlik ve sayının yalın idelerini üreten, her ne durumda olursa olsun asla cisimden ayrılmaz olan nitelikler kökensel ya da birincil nitelikler’dir. Nesnelerin bizde, birincil nitelikleri yardımıyla çeşitli dış duyumlar üretmesini sağlayan güçlerine de ikincil nitelikler adını verir. Locke’a göre, “cisimlerin birincil niteliklerine ilişkin ideler onların benzerleridir ve modelleri cisimlerin kendilerinde vardır”, yani birincil nitelikler, nesnenin kendisine ait nesnel niteliklerdir. Buna karşın, ikincil nitelikler sadece cisimlerde “bizde dış duyumları üreten birer güç” oldukları için, onlar aracılığıyla üretilen ideler, kendileriyle hiçbir benzerlik taşımazlar. Bu yüzden ikincil nitelikler, algılayan kişiye dayanırlar, yani özneldirler.
Descartes’a göre kesin bilgiye nasıl ulaşılabilir?
Descartes’a göre; zihin, kesin bilgiye, insan zihnine tanrının yerleştirdiği kavramlar aracılığında bilen öznenin kavramasıyla ulaşır.
David Hume kimdir?
David Hume, deneyci zihin anlayışının en önemli ve tutarlı temsilcisidir. Kendinden önce gelen Locke’un görüşlerini daha öteye taşımış, kendinden önceki bütün metafizik kurguları hedef alan eleştirel deneyci bir felsefe geliştirmiştir. Locke deneyciliğini, eleştirel bir bakış açısıyla bütün metafizik tortulardan arındıracak şekilde sistematik olarak yeniden biçimlendirmek amacıyla İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme’yi yazmıştır. Kant daha sonra bu eserin kendisini dogmatik uykusundan uyandırdığını söylemiştir.
Hume’a göre, izlenimlerle ideler arasındaki fark nedir?
Hume’a göre, izlenimlerle ideler arasında, niteliksel değil, sadece bir derece farkı vardır. İdeler soluk, daha az canlı, daha az güçlü izlenimlerdir ve ancak izlenimler üzerinde “düşünüldüğünde” sonradan fark edilirler. Aynen Locke da olduğu gibi Hume için de doğuştan ideler yoktur. Daha önce duyu organlarıyla algılamadığımız, zihnimizde hissetmediğimiz hiçbir şeyin idesine sahip olamayız ve her ne kadar düşünme, nesneleri doğru bir şekilde temsil ederse de “bu temsiller, kendilerine dayanak teşkil eden orijinal algılardan, daima daha zayıf ve donuktur”.
Zihin felsefesinde Hume Çatalı nasıl açıklanabilir?
Hume’un bilginin bütün içeriğini ya da bütün anlamlı önermeleri ya ide ilişkileriyle ya da olgu ilişkileriyle ilgili iki sınıftan birine girecek şekilde ayırması Hume Çatalı olarak bilinir. Hume’un bilgiye ilişkin bu ayrımı, Aydınlanmanın bilim anlayışının temellerini sarsmış ve 20. yüzyılda mantıksal pozitivizmin doğrulanabilirlik ilkesinin temelini oluşturmuştur.
İdealizm nedir?
İdealizm, dünyanın ve varoluşun düşünmeye ve bilince bağlı olduğunu, tinsel, ruhsal veya zihinsel süreçlerin fiziksel gerçekliği belirlediğini savunan bir öğretidir.
George Berkeley’in algı kuramı bağlamında birincil ve ikincil nitelikler ayrımı nasıl açıklanabilir?
Berkeley’in algı kuramı, Locke’un, daha önce öne sürmüş olduğu birincil ve ikincil nitelikler ayrımına dayanır. Locke göre nesnelerin kendisine atfettiğimizi söylediği ikincil nitelikler Berkeley’e göre, algılayan kişinin zihnindedir. Berkeley, ikincil niteliklerin, algılayan zihne bağlı olduklarını ve algılayan zihne, göreli olarak var olduklarını savunur. Berkeley’e göre, Locke’un gerçekte tamamen nesneye ait olduğunu, bir “öz” olarak maddi tözde bulunduğunu düşündüğü birincil nitelikler de aynen ikincil nitelikler gibi algılayan zihne bağlıdırlar ve zihne göreli olarak var olurlar. Hem ikincil nitelikler, hem de birincil nitelikler, algılayan zihne, göreli olarak var oldukları için özneldirler.
Transendental idealizm nedir?
Kantçı idealizm olarak da bilinen transendental idealizme göre, bilginin bütün etkin ilkeleri önsel olarak zihinde bulunmakla birlikte bilginin içeriği deneyim aracılığıyla edinilir.
Kant’ın zihin felsefesi açısından öneminin kaynağı nedir?
Kant’ın zihin felsefesi açısından önemi, onun, metafiziğin bir bilim olarak olanaklı olup olmadığını araştırdığı, Saf Aklın Eleştirisi (Kritik der reinen Vernunft) adlı kitabından kaynaklanır. Kant bu kitabında (ve daha sonra bu kitabın kısa bir özeti olarak hazırladığı Prolegomena’da), metafiziğin, çağındaki durumundan hareket ederek, metafizik profesörü olarak, bilim olma iddiasındaki metafiziğin, bilim olma koşullarını ortaya koymaya çalışır. Metafizik, kavramı gereği, insan aklının deneye hiç başvurmadan elde ettiğini ileri sürdüğü bilgilerden oluşmaktadır.
“Transendental” sözcüğü hangi anlama gelmektedir?
Transendental sözcüğü yalnızca Kant felsefesi içinde anlamı olan, uydurma bir sözcüktür. Transendent sözcüğü aşkın anlamına gelir, ama transendental sözcüğü, bir terim olarak, bilgimizin herhangi bir şeyi aşmasını değil, bilme yetimiz hakkındaki bilgiyi anlatır.
Kant‘ın kavram dilinde “görü” ne anlama gelmektedir?
Kant’ın kavram dilinde görü, “nesneler bize verildiği sürece nesnenin varlığına sanki doğrudan doğruya bağlı, onlarla dolaysız bir ilişki içinde olan tasarım” anlamına gelir. Böylece “görü” “bir bilgi, hangi türde ve hangi araçla olursa olsun nesnelerle ilişkiye girebildiğinde, bilginin nesnelerle doğrudan doğruya ilişkisini sağlayan ve tüm düşünmede araç olarak göz önünde bulundurulan şeydir.
Kant’a göre, deneye ilişkin bilgileri ortaya koyabilmemizin kaynağı nedir?
Kant’a göre, deneye ilişkin bilgileri ortaya koyabilmemiz, zihnimizin iki kaynağından gelir. Birinci aşamada, kendinde şeyler tarafından uyarılan duyusallığımızın oluşturduğu tasarımlarla bir nesne bize verilir, ikinci aşamadaysa bu tasarım (verilmiş nesnenin tasarımı) belirli bir ilişki içinde düşünülür. Kantçı zihin anlayışının ikinci öğesinin karşımız çıktığı nokta burasıdır.
Kantçı zihin anlayışı nasıl açıklanabilir?
Kantçı zihin tasarımının ilk iki öğesi, dış dünya ile nasıl ilişkiye geçtiğimizi anlatır. Ne var ki insan, yalnızca dünyanın içinde yaşayan bir varlık değildir. İnsan, sahip olduğu zihnin yapısına uygun olarak, salt dünya içinde, salt fiziksel dünya için yaşayan bir varlık değildir. Dünya insan zihnine sığabilecek kadar büyük değildir. Bu noktada Kantçı zihin anlayışının üçüncü öğesi karşımıza çıkar: Akıl. Bu noktada açıklanması gereken önemli bir bağlam söz konusudur. Kant için akıl sözcüğü, bir yandan belirli bir zihinsel yetiye, dünyayı kendisine yeterli bulmayan yetiye karşılık gelir. Diğer yandan da dünya ile ilişkili yetiye, anlama yetisine karşılık gelir. Akıl sözcüğü üçüncü olarak dünya ile sınırlı zihin yetisi olan anlama yetisi ve dünyayı kendine yeterli bulmayan aklın birleşimi olan bütünlük için kullanılır. Dolayısıyla Kantçı zihin anlayışı hem tek tek yetilere, hem de bu yetilerin bütünlüğüne karşılık gelir.
Kant’a göre transendental ideler nasıl sınıflanmaktadır?
Kant, transendental idelerin, üç sınıf oluşturduğu sonucuna varır: “Bunlardan birincisi düşünen öznenin mutlak (koşulsuz) birliğini, ikincisi görünüş koşulları dizisinin mutlak birliğini, üçüncüsü de genel olarak düşüncenin bütün nesneleri koşulunun mutlak birliğini içerir.” “Bütün insansal bilgi görülerle başlar, oradan kavramlara geçer ve idelerde sona erer”.
Kant ve Descartes’ın temel ayrım noktalarından birisi olan “ben”e yaklaşımları nasıldır?
Descartes’da “ben” somut, çürütülemez bir şekilde dolaysız bir sezgi yoluyla asli gücü içinde kavranan bir gerçeklikken Kant’ta bütün kavramlara eşlik eden yalın bir bilinçten ibarettir. Kant için “ben” gerçeklikten yoksun, yalnızca bilgi için gerekli bir durumdur. Kant’a göre “düşünmek yargı vermekle aynı şeydir,” yani sentetik bir edim yoluyla birleşmekle aynı şeydir. Dolayısıyla farklı tarzlarda düşünmek zorunlu olarak farklı tarzlarda yargı vermeye, yani birleşmeye karşılık gelecektir. Böylece, bilimlerden kategorilere, kategorilerden de onların “aracı” olan “ben”e, ve “Ben düşünüyorum”dan özneye, yani kendiliğindenliği bu birleşmelerde ortaya konan “ben”e varılır. Kant’a göre, düşünmenin kalıcı öznesi yalnızca mantıksal bir öznedir, ama biz bu özneyi gerçek özne olarak düşünme eğilimindeyizdir. Bizim bu özneyi görü yoluyla kavramamız imkânsızdır, çünkü her görüleme gerçekte duyum yaşantısına karşılık gelir. Dolayısıyla onu bilemeyiz, çünkü bir şeyi bilmek her zaman için kesinlikle olanaklı görülere sahip olmaktır. Dolayısıyla özne deneyimlenmez, yalnızca kabul edilir.