Siyaset Felsefesi 2 Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
İdeolojiler
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İdeoloji kavramını ilk olarak kullanan düşünür kimdir?
İdeoloji kavramının kullanımına ilk olarak Antoine D. De Tracy’nin İdeolojinin Unsurları adlı yapıtında rastlanır. Tracy’ye göre ideoloji, tüm bilimlerin temelinde yer alması gereken felsefî-bilimsel bir disiplindir ve bu bilimin amacı düşüncenin doğal kökenlerini araştırmaktır. Tracy’den önce ideoloji kavramının ortaya çıkmasına katkısı olan başlıca düşünürler, De la Boétie, Bacon, Helvétius ve Holbach olarak sayılabilir.
Bacon’ın Novum Organum’unda “İdoller Öğretisi” olarak da adlandırılabilecek bir düşünce geliştirmiştir. Bacon’ın idoller öğretisinin dayandığı temel önkabuller nelerdir?
Bacon’ın Aristoteles’in Organon adlı yapıtına gönderme yaparak Aristoteles ve
skolastik felsefe ile hesaplaşmaya giriştiği Novum Organum’unda karşımıza çıkar.
Bacon, bu yapıtında “İdoller Öğretisi” olarak da adlandırılabilecek bir düşünce
geliştirmiştir. Bacon’ın idoller öğretisinin dayandığı temel önkabuller şöyle sıralanabilir: 1. İnsan, doğayı bilecek ve ona egemen olacak olanaklara ve güce sahiptir.
2. Doğaya egemen olmak için onu tüm gizemleriyle ve olduğu gibi bilmek/tanımak gerekir. 3. Doğayı olduğu gibi tanımak için, usu olabildiğince saflaştırmak,
yani onu duyum ve algının çarpıtmalarından ve kendisinde yerleşip kökleşerek
doğayı olduğu gibi tanımamıza engel olan önyargı kalıplarından -kısacası idollerden- arındırmak gerekir. Bu idolleri Bacon; soy, mağara, çarşı ve tiyatro idolleri
olmak üzere dört başlık altında ele almış ve açıklamıştır. Buna göre soy idolleri,
insanın doğasından kaynaklanan önyargılardır. Sözgelimi, doğadaki her nesneye
insan özellikleri yüklemek ve algıladığımız her şeyi insan ölçülerine uydurarak
anlamaya çalışmakla soy idollerinin etkisi altındayızdır. Mağara idolleri Platon’un
Mağara Benzetmesi’ne göndermede bulunarak insanın duyum ve algıdaki yetersizliklerini ve bu yetersizliklerden kaynaklanan bireylerdeki önyargıları ifade
eder. Çarşı idolleriyle insanların toplumsal yaşam içerisinde birbirleriyle dilselkültürel alışverişlerinden doğan, dilde yerleşmiş kalıpların taşıdığı önyargılar dile
getirilir. Son olarak tiyatro idolleriyle de, geleneklere ve düşünce alanında otorite
kabul edilen kimselerin bazı söz ya da düşüncelerine duyulan sorgusuz ve nedensiz bağlılıktan kaynaklanan önyargılar dile getirilmiş olur.
İnsanların düşünce biçimlerinin kaynağı olarak çıkarları görmüş, çıkarların insanların toplum içindeki konumlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu ileri süren düşünür kimdir?
Adrien Helvétius’a göre insanların düşünce biçimlerinin kaynağı çıkarlardır (a.y., s. 25).
Fakat bu çıkarlar da insanın yaşadığı toplumdaki konumuyla doğrudan ilişkilidir,
hatta “Fikirlerimiz, içinde yaşadığımız toplumların zorunlu sonuçlarıdır.” (aktaran:
Özbek 2003, s. 25). Toplumsal varlığımız, Helvétius’a göre “güç sevgisi” tarafından yönlendirilir. Fakat bu güç sevgisi, kendisini iktidarın çıkarlarının koruyucusu ideler olarak birey yaşamından ve eylemlerinden ayırmıştır (a.y., s. 26). Yine
Helvétius’a göre, toplumda gücü elinde bulunduran azınlık, yani “büyükler”, toplumun çoğunluğunu oluşturmalarına karşın güç sahibi olamayan “küçükler”i egemenlikleri altında tutar ve Helvétius bu olguyu “Büyüklerin önyargıları küçükler
için yasadır” biçiminde dile getirir (a.y., s. 27).
Marx ve Engels’in materyalist, ilerlemeci ve belirlenimci (determinist) bir tarih ve toplum anlayışı oluştururken dayandıkları temel ilke ve varsayımlar nelerdir?
Marx ve Engels’in materyalist, ilerlemeci ve belirlenimci (determinist) bir tarih ve toplum anlayışı oluştururken dayandıkları temel ilke ve varsayımlar şöyle
sıralanabilir:
• Tarihi toplumların sosyoekonomik yapıları, yani maddi ilişkiler ağı belirler.
• Maddi ilişkiler ağının en temel iki unsuru, üretim güçleri-yani makineler, teknolojik altyapı, insan becerileri vb. ve üretim ilişkileri- yani üretenle tüketenler arasındaki toplumsal ilişkilerdir.
• Özel mülkiyet ortadan kaldırılmadıkça, sınıflı toplumlar son bulmaz, başka bir ifadeyle, sınıflar ekonomik temellidir ve özel mülkiyetin adaletsiz dağılımına bağlı olarak doğar.
• Tarihte, sınıf çatışmalarının devrimle toplum yapısının değişmesine neden olduğu aşamalar belirleyicidir.
• Proleteryanın (yani geçim kaynağı emeği olan işçi sınıfının) gerçekleştireceği devrimle birlikte, sınıflar ortadan kalkacak ve gerçek özgürlük gelecektir, bu da gerçek insanlık tarihinin başlangıcı olacaktır (Marx-Engels 1999,
s. 111).
Bilincin ya da zihnin tek gerçek varlık olduğunu ileri süren idealistlere karşı materyalistlerin savunduğu görüş nedir?
Materyalistler, maddi dünyanın ve ekonomik toplumsal koşulların bireysel bilinçten bağımsız varolduklarını ve tek tek bireylerin bilinçlerini bu koşulların belirlediğini
savunurlar. Marx ve Engels de bu materyalistlerdendir.
Anarşizm nedir?
Anarşizm, bireyin toptan özgürlüğünü, devlet kurumunun yokluğunda da insanların bir toplum düzeni, üstelik daha adaletli ve özgürlükçü bir toplum düzeni
kurabileceğini savunan bir ideolojidir.
Anarşizmin belli başlı savunucuları olarak kimleri sayabiliriz?
Anarşizmin belli başlı savunucuları olarak Kropotkin, Bakunin, Proudhon, Godwin,
Goldman ve Stirner sayılabilir.
Farklı geleneklerden oluşan bireyci anarşizmin savunduğu görüş nedir?
Farklı geleneklerden oluşan bireyci anarşizm, bireysel bilincin ve bireysel çıkarın, herhangi bir kollektif organ ya da kamu otoritesi tarafından engellenmemesi gerektiğine inanır (Ward 2004, s. 2). Bireyci anarşizm, sosyal, sosyalist, kollektivist, komünist akımların ortak mülkiyet düşüncesine karşı mülkiyetin bireylerin elinde
bulunmasını savunur (a.y.). Bireyci anarşizmin Henry David Thoreau, Josiah Warren, Murray Rothbard ve William Godwin gibi temsilcileri de bulunur (Woodcock 2004, s. 20). Fakat tüm bu isimlerden önce Max Stirner’i anmak uygundur: Stirner’ın felsefesi bireyci anarşizmin egoist biçimidir; Stirner’e göre tanrı, devlet, ahlak kuralları ve toplumu dikkate almadan istediği gibi eyleyen bireyin, toplum üyelerine karşı hiçbir sorumluluğu yoktur (Miller 1987, s. 11). Stirner’e göre haklar insan aklındaki korkulardır ve toplum denen şey yoktur; “bireyler onun gerçekliğidir” (a.y.) Mülkiyeti haklarla değil, güç ve kudretle sahip olunan varlıklar olarak görür. Stirner, merhametsizliğe saygının gösterileceği egoistler birliğini, insanları biraraya getirecek örgütlenme modeli olarak görür (Woodcock 2004, s. 20).
Yeşil anarşizmin savunduğu görüş nedir?
Daha çok 20. yüzyılın ikinci yarısında artan çevre sorunlarının bir ürünü olarak da görülebilecek olan yeşil anarşizm ise, özellikle doğa-insan ilişkisi üzerinde duran bir anarşist düşünce hareketi olarak karşımıza çıkar. Bu hareketin temel sorunu, endüstri öncesi toplumu, hatta bazen tarım öncesi toplumu yeniden canlandırmaktır. İnsanları doğal yaşama yabancılaştıran teknoloji ve ilerleme düşüncesiyle ifade edilen endüstri toplumu, bu hareketin eleştirilerinin ağırlık merkezini oluşturur. Felsefî temel olarak Jean-Jacques Rousseau’nun doğa durumunu öven yazılarından beslendikleri, ilham aldıkları söylenebilir. Fakat bunlardan daha fazla, ilkelcilik (primitivizm) ortaya çıktığında, Frankfurt Okulu’nun Marxistleri Theodor Adorno ve Herbert Marcuse’nin düşünceleri ile Marshall Sahlins, Richard Lee, Lewis Mumford, Jean Baudrillard ve Gary Snyder gibi antropologların düşünceleri bu hareketin şekillenmesinde önemli yer tutmuştur. Kendilerini ilkelci (primitivist) -yani tamamen doğal ve teknolojiden arınmış
bir yaşamın savunucuları- olarak adlandıran bazı yeşil anarşistler, doğal yaşama tam bir dönüş ve göçebe avcı-toplayıcı hayat tarzını savunurken, başka bir grup yeşil anarşist ise gündemine sadece endüstri toplumunun ortadan kaldırılmasını alır, evcilleştirmeye veya tarım etkinliğine karşı kesin bir karşı duruş sergilemezler. Birçok yeşil anarşist devrim sonrası gelecekle bağlantılı bu sorunları bir kenara bırakıp bugünün dünyasının karşı karşıya olduğu sorunlara ve toplumsal
devrim konusuna odaklanmıştır.
Faşist ideolojinin temel nitelikleri nelerdir?
Faşist ideolojinin temel niteliklerini şöyle sıralayabiliriz:
• Toplumsal yaşamın bütünü, devletin iktidarı elinde tutanın dünya görüşüne göre, yani lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir.
• Basın ve yayın kuruluşları mevcut ideoloji paralelinde yayın yapmaya zorlanarak, egemen görüşe zıt düşünceler ve eleştirel seslerin çıkması çeşitli baskı unsurlarıyla önlenir. Aykırı yayın yapanlar sansürlenir, kapatılır veya başka türlü yollarla engellenmeye çalışılır. Böylece egemen düşüncenin karşısına farklı düşüncelerin çıkmasının önüne geçilmiş olunur ve tek tip düşünce, toplumda baskın hâle getirilir.
• Etnisiteyi ve ırkı temel alan bir milliyetçilik ve vatanseverlik övgüsü yaygındır, vatanı-milleti-devleti uğruna ölümü göze almak yüceltilir, belli kişiler bu özellikleriyle kahramanlaştırılır.
• Toplumun üyesi kabul edildiği ırk ya da milletin diğer ırk ve milletlere üstünlüğü savları öne sürülür ve kanıt gösterilir, bu bağlamda tarihe ve tarih yazıcılığına büyük önem verilir.
• Komünizme, liberalizme, demokrasiye, hatta bazen kapitalizme bile kesin
bir karşı çıkış söz konusudur.
• Toplum sorunlarının çözümünde akıl ve bilim yerine, duyguya, nefrete, söylencelere (mitlere) dayanma eğilimi gösterir ve usdışıcı (irrationalist) bir felsefe anlayışından beslenilir.
Faşizmin 20. yüzyıldaki başlıca uygulayıcıları kimlerdir?
Faşizmin 20. yüzyıldaki başlıca uygulayıcıları: Mussolini, Hitler, Franco, Salazar, Pinochet olmuştur.
Günümüzde ideolojik bakış nasıl yorumlanıyor?
Günümüzde “ideolojik bakış”tan, toplumsal sorunları, gelişmeleri yalnızca tek bir ideolojinin öğretisi çerçevesinde yorumlamak ve bu yorumu tek doğru olarak kabul etmek anlaşılıyor. Kendi yorumunu ya da çözümlemesini nihai ve bağlayıcı kabul ederek farklı görüşleri ‘ideolojik’ diye nitelemek, ideolojik bakışın tipik bir özelliğidir.
İdeolojik kamplaşmayı doğuran neden nedir?
“İdeolojik bakış”ın tipik özelliğinden dolayı farklı ideolojileri benimsemiş kişiler ya da gruplar arasında beliren iletişimsizlik ve çatışma, ideolojik kamplaşmayı doğurur.
İdeolojik bakış da ideolojik kamplaşma da aslında doğru değerlendirme araçlarından
yoksunluğun, değer biçme, değer atfetme ve değerlendirme kavramlarının birbirine karıştırılarak, tartışmadaki tüm tarafların tek doğru değerlendirmenin sahibi olduklarında diretmelerinin bir sonucudur.
İoanna Kuçuradi'ye göre "Gelenek ve Devrim Ya da Felsefe ve Dünya Politikası" adlı yazısında, çağdaş kültürün en belirgin özelliği nedir?
İoanna Kuçuradi, Gelenek ve Devrim Ya da Felsefe ve Dünya Politikası adlı yazısında, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dikkate değer siyasi eylem ve kararlara, yaygınlık kazanmış düşünsel, sanatsal, ahlâkî ve toplumsal akımlara bakıldığında, çağdaş kültürün en belirgin özelliği olarak “insanın yüzünün unutulması”nın, yani “insanın değerinin sıfıra inmesi”nin göze çarptığını söyler (Kuçuradi 2010, s. 70). Temel niteliği insan değerlerini sıfırlamak olan çağdaş kültür, Kuçuradi’ye göre, “her şey yapılabilir” ilkesinin eylemleri belirleyen en yaygın ilke kılınması sonucunu doğurmuştur (a.y., s. 71).
Pragmatizm nedir?
Eski Yunanca’da “eylemek”, “yapmak”, “kılmak” anlamlarına gelen pragma sözcüğünden türemiştir. Pragmatizm, doğruluğu ve onun ölçütünü eylemlerin kendileri
yerine, yol açtıklarında, etkilerinde - faydalı ya da zararlı sonuçlarında-, yani uygulamada bir şeyi değiştirip değiştirmemesinde bulan bir felsefe görüşüdür.
İdeolojileri değerlendirirken, hangi ölçütleri gözetmeliyiz?
• Değerlendirme konusu olan ideoloji içerisinde kendini sorgulama ve özeleştiri yapma eğilimi ve esnekliğinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Esneklikten yoksun, kendisini mutlaklaştırarak zaman-ötesi bir doğruluğu içinde barındırdığını savlayan ideolojik görüşler, Napoléon’un yüklediği anlamın işaret ettiği üzere, gerçeklikten kopabilir, yani toplumun yaşam koşullarını göz önüne almamaya başlar ve çağının gerisinde kalır.
• Değerlendirme konusu olan ideolojinin insan haklarına ve insanın değerine katkısı ya da bu değerlere verdiği zarar asla görmezden gelinemez. İnsanın ve insanlığın değerini bir bütün olarak en yetkin ifade eden ya da ifade ettiği kabul edilen belge, çağın gerçeklerine göre sürekli güncellenme özelliğini kaybetmeyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ’dir. Öyleyse, bir ideolojiyi ille de iyi ya da kötü diye niteleyeceksek, evrensel insan haklarının korunmasına ve bu hakların tüm insanlar için yararlanılabilir olmasına
yönelik katkısını göz önüne alarak değerlendirme yapmalıyız.
İdeolojileri değerlendirirken, neden herhangi bir ideolojik görüş yerine, felsefi bilgiden hareket etmek durumundayız?
Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda ideolojinin neden bir siyaset felsefesi sorunu olarak ele alınabileceğinin de yanıtını oluşturur. Siyaset felsefesi genel olarak bir toplumdaki belirli grupların ya da bireylerin öznel istencinin genel istençle birliğine ilişkin olanaklılığı soruşturur. Siyasal olgular üzerinde her insanın çeşitli inanç ve kanıları bulunur. Fakat siyaset felsefesi ne yalnızca bu inanç ve kanıları belirlemekle yetinir ne de yalnızca bunlardan oluşan bir etkinliktir. Siyaset felsefesi, inanç ve kanıları belirlemekten daha yüksek türden bir bilgi etkinliği olarak, farklı insanların aynı siyasal olgu üzerine çeşitli ve farklı türden inançlarıyla kanılarını eleştiren, ele aldığı temel olgular üzerine kavramsal olarak genel geçer doğrulukları araştıran bir bilgi etkinliğidir. İdeolojilerin değerlendirilmesi de, ancak böyle bir bilgi etkinliği bağlamında anlamlıdır.
Marksizm ve ona dayanarak ortaya çıkan sosyalizm ve komünizm ideolojileri, temellerini kimlerin felsefî görüşlerinden alır?
Marksizm ve ona dayanarak ortaya çıkan sosyalizm ve komünizm ideolojileri, temellerini Karl Marx’ın (1818-1883) ve yakın dostu Friedrich Engels’in (1820-
1895) felsefî görüşlerinden alır. Bu yüzden Marksizmi, sosyalizmi ve komünizmi
tanımak için, öncelikle Marx’ın ve Engels’in felsefî görüşlerini, özellikle de ilerlemeci tarih anlayışlarını ana hatlarıyla tanımak yararlı olur. Marx ve Engels, tarih felsefelerini geliştirirken, dizge kuruş biçimi bakımından öncelleri G. W.F. Hegel’den (1770-1831) etkilenmiş olsalar da, içeriği bambaşka bir öğreti ortaya çıkarırlar. Marx’a ve Engels’e göre Hegel’in tarih felsefesi, filozofun zihnindeki ilişkilerin, olgulara gidilerek saptanacak ilişkilerin yerini aldığı bir felsefedir (Özlem 2004, s. 154). Fakat yapılması gereken asıl iş, Hegel’in dizgesini gerçek ilişkileri temel alarak doldurmaktır. Bu da, varlık, toplum ve bilinç arasındaki ilişkiyi Hegel’in kurduğunun tersi yönde kurmayı, yani bilincin varlığı ve toplumu belirleyici olması yerine, varlık ve toplumun bilinci belirlediği düşüncesini gerektirir (Marx 1993, s. 29).
Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da dile getirdikleri en bilinen sözlerinden biri nedir?
Marx ve Engels’in en bilinen sözlerinden biri de, Komünist Manifesto’da dile getirdikleri,
“Dünyanın bütün işçileri, birleşin”dir.
Emperyalizm nedir?
Emperyalizm, faşizm gibi, insan değerini sıfırlar ve kendisini alternatifsiz bir sistem olarak sunar. Buna karşı çıkanlar da dünya sorunlarına “ideolojik” bakmakla etiketlenir ve küresel sermayenin kârını artırmak için sergilediği adaletsizliklere dikkat çekmeyi ve buna karşı harekete geçmeyi öğütleyen tüm yaklaşımlar, aynı zamanda Napoléon’un dediği gibi, “gerçekliğe aykırı” olarak görülür. Belki de burada, kendisini doğrudan bir ideoloji olarak konumlamamış olmasına karşın, ideolojilerin en tehlikelisiyle karşı karşıyayız: İnsanları tüm ideolojilerin kötü olduklarına inandırarak yalnızca üretileni tüketen, ideolojik bir bilinçten ya da belirli bir siyaset bilincinden ve dünya görüşünden yoksun, hatta gitgide kendisini diğer canlılar arasında ayrıcalıklı kılan biricik şeyin, yani değer belirleme ve değerlerce belirlenme olanağının farkındalığını yitirmiş, aciz bir “sıfırlar toplamı”, kolayca düşünceleri yönlendirilen yığınlar yaratmayı hedefleyen bir ideoloji.