Epistemoloji Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
Bilginin Kaynakları Sorunu (1): Deneyimcilik
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Locke’un varlık alanının unsurlarının açıklaması, Aristoteles’in metafiziğinden nasıl ayrışmaktadır?
Locke da tözsel bir ontoloji tasarlamış ve tözlerin nitelikler veya özelikler taşıdığını düşünmüştür. Ancak onun felsefesinin önemli farklarından biri, kendi döneminin söylemsel havasına uygun bir şekilde, temsil epistemolojisinin düşünsel gereçlerini kullanmasıdır.
Nitelikler hangi zeminden oluşur?
Niteliklerin hiç bir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke’a göre tikel bir nesne, niteliklerden ve nitelikleri kendinde toplayan bir tözsel zeminden oluşur. Locke, nitelikleri barındıran zemine “tözsel taban” (substratum) adını verir.
Locke’ın genel felsefi amaçları nelerdir?
Locke’ın genel felsefi amaçlardan biri, Tanrı’nın yarattığı sonlu ve sınırlı bir varlık olan insanın bilebileceği ve anlayabileceği şeyleri bulup ortaya çıkarmaktır. Daha özel olarak da, Locke, insan aklının nasıl bir öğrenme mekanizmasına sahip olduğunu ve zihnin sahip olduğu düşünce içeriklerinin hangi kaynaklara dayanabileceğini araştırmayı hedeflemektedir.
Locke’ın kesinlik hakkındaki görüşleri nelerdir?
Locke kesinlik veya kesin bilgi gibi konularda Descartes’ın iyimserliğine sahip değildir. Zihnin gerçekliği bilme süreçleri her zaman kesinlikten uzak olmak zorundadır. Locke, Tanrı’nın insanları bilme yeteneği ve ahlaki doğruları bulma kapasitesiyle yarattığı düşüncesindedir.
Locke’a göre akıl ile tözsel taban arasındaki ilişki nasıldır?
İnsanlar epistemolojik açıdan yalnızca nitelikleri bilebilir; “tözsel taban” ise bilgi nesnesi olabilecek bir şey değildir. Ancak Locke, bilinebilir olmasa da, insan aklının “tözsel taban”ların varlıksal gerekliliğini akılcı bir şekilde öne sürebileceğini ve bu gerekliliği kavrayabileceğini düşünür.
“Duyularımızdan gelen uyarımların bizim kontrolümüz dışında olması”, Locke’a göre neye işarettir?
Locke duyularımızdan gelen uyarımların bizim kontrolümüzün dışında olmasının, bizim dünya bilgimizin nesnelliğine dair önemli bir işaret olduğunu düşünür.
Dünyada var olduğunu sandığımız “zorunluluk” nedir?
Gözlemlenen olgu aslında yalnızca “düzenli bir şekilde tekrarlanma”dır. Biz hiç bir zaman “zorunluluğu” gözlemlemeyiz. Ancak bu tür düzenli tekrarlar oldukça, insan zihni bu izlenimlerden hareketle bir zorunluluk ideası türetir. Bu da, bir sonraki “etki” gerçekleştiğinde, daha önceden pek çok kez algılanan “sonuç”un zorunlu olarak ortaya çıkacağına dair bir beklentiye girmemize yol açar. Bizim dünyada var olduğunu sandığımız “zorunluluk”, aslında, zihnin alışkanlık sonucu belli bir “etki” ile belli bir “tepki”yi (veya sonucu) bağdaştırarak bir beklenti üretmesinden başka bir şey değildir.
Locke’ın epistemolojik perspektifi neyi savunur?
Locke’ın epistemolojik perspektifine göre, Bu karmaşık ideaların her birinin zihinde oluşabilmesi, görece olarak daha basit ve temel olanların varlığına bağlıdır. Örneğin, zihnimizde bulunan “düğün” gibi karmaşık bir idea, “gül”, “gelin”, “pasta”, “dans” gibi daha basit idealardan oluşmak durumundadır.
“İdeacılık” nedir?
İdeacılık var olanların temelde düşünsel veya zihinsel olduğunu savlayan metafizik görüştür.
Berkeley hangi nedenden ötürü felsefe tarihinde ilginç bir yere sahiptir?
Berkeley hem bir deneyimci olup hem de açıkça ideacılığı savunması yüzünden felsefe tarihinde ilginç bir yere sahiptir.
Berkeley idea hakkında neler söylemektedir?
Ona göre, bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez. Düşünce, içinde düşünsel unsurlar olmayan varlığı (maddeyi) kavrayamaz.
Deneyimciler felsefede hangi konular üzerine eğildikleri görülür?
Deneyimcilerin, büyük oranda, Descartes ile başlayan bilgi sorunsalı üzerine eğildikleri ve o çerçevede fikir ürettikleri gözlemlenebilir.
Locke’a göre insanlar soyutluk derecesi yüksek ideaları nasıl edinir?
Yaşadığımız deneyimler boş levhanın üzerine zaman içinde “yazarlar” ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur. Dünya bilgimizin en temelinde duyu algılarından gelen idealar olsa da, insanlar basit ideaları birleştirerek soyutluk derecesi çok yüksek olan idealar edinme kapasitesine de sahiptir.
Locke’a göre bilgi nereye aittir?
Locke hem ahlaki boyutta hem de kuramsal düzeyde doğuştan ideaların olamayacağını savlar. O hâlde, bilgi tümüyle deneyim alanına aittir.
Descartes’in metafizik görüşü neyi açıklar?
Descartes’ın metafizik görüşüne göre, zihin (veya ruh) ile maddenin alanları birbirinden bağımsız olarak vardır. Başka bir deyişle, hem madde hem de zihin birer tözdür.
Zihnin bağımsız bir varlık olarak kabul edilmesi neden bir epistemolojik sorun meydana getirir?
Descartes’ın fiziksel evreni “ruhsallıktan” bağımsız, nesnel ve akılcı bir tarzda araştırma niyeti taşımasının da bir sonucudur. Buna karşın, zihnin – maddeye ek olarak– bağımsız bir varlık alanı olarak kabul edilmesi, oldukça önemli bir epistemolojik sorunu da beraberinde getirir. Eğer bilen özne ve bilinecek nesne varlıksal açıdan özerk konumdaysalar, bu iki alan arasında nasıl bir köprü kurulacağı muammadır.
Descartes, “zihin, zihinden bağımsız varlık alanını bilmeyi nasıl başarabilir?” sorusunu nasıl cevaplar?
Descartes’ın yanıtı şudur: Zihnin içindeki “idea”lar gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur.
Hume’a göre zihnimizde nesnelerin algıdan bağımsız olma ideasını oluşturan yetimiz nedir?
Hume’a göre, zihnimizde “nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma” ideasını oluşturan yetimiz imgelemdir (hayal gücü).
İnsanın bilişsel yapısı hangi unsurlardan oluşur?
İnsanın bilgisel yapısı temel olarak iki ana unsurdan oluşur diyebiliriz. Birincisi, duyulardan gelen veriler bize dünya bilgimizin “malzemesini” sağlar; ancak bunlar gerçek anlamda bilgi değillerdir. Duyulardan gelen veriler bizde yalnızca basit ideaların oluşmasına neden olur. İkinci olarak, duyulardan gelen malzeme, zihin içinde düşünsellik boyutunda işlenerek karmaşık dünya bilgisinin ortaya çıkmasına yol açar. Bunun sonucu da, zihnimizde karmaşık ideaların oluşmasıdır.
Locke gibi felsefecilere göre dünya nasıl algılanır?
Locke gibi felsefecilere göre, dünyayı kendi zihinselliğimiz kapsamındaki idealar yoluyla kavrarız. Başka bir deyişle, biz esas olarak zihnimizin içeriğini bilebiliriz.
Locke’a göre duyumların kaynağı nedir?
Duyumların kaynağının duyu organlarımızın kendileri olduğunu savlayamayız. Çünkü eğer öyle olsaydı, gözlerimiz karanlıkta da görüntü yaratabilirdi. Bu gibi örneklerden Locke’ın çıkardığı sonuç, duyu verilerinde kendini gösteren uyarımların zihnin dışındaki maddesel dünyadan geldiğidir.
İngiliz deneyimciliği nedir ve kimler tarafından ortaya çıkarılmıştır?
İngiliz deneyimciliğini ortaya çıkaran felsefeciler John Locke, David Hume ve George Berkeley’dir. Bu üç felsefecinin ürettiği fikirler literatürde İngiliz deneyimciliği olarak bilinen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Descartes hangi özellikte bir düşünürdür?
Descartes deneyimci değil, usçu bir düşünürdür.
Locke’ın varlık alanı açıklaması hangi felsefi düşünce ile benzemektedir?
Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke’ın görüşünün genel olarak Aristoteles’in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.
Deneyimcilik ile pozitivizm arasındaki benzerlik nereden gelmektedir?
İngilizcede günlük dilde de kullanılan ve ‘empiricism’ ile aynı kökten gelen bir diğer kelime de ‘empirical ’dır. “Deneyimsel” gibi bir anlama gelebilecek bu kelime İngilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman “ayakları yere basan”, “desteksiz iddialara kulak asmayan”, “yalnızca gördüğüne inanan”, “gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen” gibi anlamlara gelmektedir. Deneyimsel kişilerin bu saydığımız özellikleri, felsefedeki deneyimcilik görüşünün içeriğine ilişkin de genel bir ön fikir vermektedir. Bu şekilde ifade edildiğinde, deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın olarak bilinen adıyla, pozitivizm ile önemli bir benzerlik taşıdığı görülür.
Poizitivizm nedir?
Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir.
Pozitivistlerin temel özelliği nedir?
Pozitivistler de bilgisel bağlamlarda olgusal deneyime büyük önem vermişler ve gerçeküstücü, spekülatif, gizemci yaklaşımları şiddetle reddetmişlerdir.
“Deneyim”’in Batı dillerindeki karşılığı nedir?
İnsanın sahip olduğu bilginin temelinde duyular veya algılar olduğu görüşüne verilen adın İngilizcesi ‘empiricism’dir. Kelimenin Yunanca kökü olan ‘empeiria’nın anlamı “deneyim”, ilintili başka bir kelime olan ‘empeiros’un anlamı ise “deneyimli” veya tecrübeli”dir. Bu kelime-kökensel durum da “empiricism” kavramı için en uygun çevirinin “deneyimcilik” olduğunu göstermektedir.
Hume’un düşüncelerinin etkisinin en çarpıcı olarak görüldüğü felsefi konulardan biri hangisidir?
Onun düşüncelerinin etkisinin en çarpıcı olarak görüldüğü felsefi konulardan biri de nedensellik olgusudur.
Hume’a göre gözlemlenebilir dünyanın temelinde ne yatar?
Nedenselliğin, yani bir olgunun başka bir olguya neden olması durumunun, bizim gözlemleyebildiğimiz dünyanın temelinde yattığı kesindir. Nedensellik olmasaydı, tahminen evrenin görünen işleyişi de olanaklı olmazdı.
Hume’a göre nedensellik düşüncesine sahip olmamızın nedeni nedir?
Hume, bizin evrensel nedensellik düşüncesine sahip olmamızın arkasında “düzenli tekrarlar”ın yattığını düşünür.
İnsan bilgisinin kaynakları hakkında tartışan iki temel taraf kimlerdir?
Tartışmanın temel olarak iki tarafı bulunmaktadır: Deneyimciler ve usçular.
Deneyimcilik ve usçuluk arasındak tartışmanın temeli nereye dayanır?
Deneyimcilik ve usçuluk arasındaki tartışma felsefenin epistemoloji dışındaki alt-alanlarını da çok yakından ilgilendirmektedir. Bu alt-alanlar arasında, özellikle, dil felsefesi, zihin felsefesi ve bilim felsefesini sayabiliriz. Söz konusu tartışmanın tarihi pek çok yorumcuya göre Modern Dönem’in başlarına ve bazılarına göre de Eski Yunan’a kadar uzanmaktadır.
“İdea” ne demektir?
“İdea”, temel anlamı itibarıyla, “içeriği genelde bir nesne veya bir özellik olan düşünsel ya da zihinsel durum” olarak tanımlanabilir.
Locke, Tanrı’dan gelen norm ve buyruklar hakkında neler söylemektedir?
Örneğin, Locke’a göre, eğer bir norm veya buyruk Tanrı’dan geliyorsa, o tartışmasız bir şekilde doğrudur. Ancak sorun, bizim böyle bir buyruğun gerçekten Tanrı’dan geldiğini sınırlı bilişsel olanaklar dâhilinde nasıl bilebileceğimizdir. Benzer bir durum bizim idealara sahip olma yoluyla maddesel gerçekliği bilmemizle ilgilidir. Eğer bilginin temelinde duyusal veriler varsa, bunlardan hareketle gerçekliğin esas yapısını bilme işlevi kesinlikten oldukça uzak bir şekilde gerçekleşmek zorundadır.
Temsil epistemolojisi nasıl oluşmuştur?
Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarak da bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur.
Temsil epistemolojisinin en temel sorunu nedir?
Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, tahmin edilebileceği gibi, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle zihninin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.
Deneyimcilik ne demektir?
Bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir.
Duyu verisi ve algı arasındaki fark nasıl açıklanabilir?
“Duyu verisi” ve “algı” arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir. Örneğin, bitkiler dâhil çoğu canlı ısı ve ışığa duyarlıdır. Başka bir deyişle, dünyaya duyusal olarak açıktırlar. Ancak “algı” (örneğin, görmek veya işitmek) bitkilerin değil hayvanların gerçekleştirebileceği işlevlerdir.
John Locke kimdir?
Locke (1632-1704) felsefenin farklı alanlarına çok değerli katkılarda bulunmuş bir Modern Dönem düşünürüdür.
John Locke’ın ortaya koyduğu fikirler hangi konularda önemli bir rol oynamıştır?
Locke’ın siyaset felsefesi konusunda ortaya koyduğu fikirler demokrasi ve liberalizm gibi konularda temel bir rol oynamıştır. Epistemoloji konusuna gelince, özellikle Descartes’la birlikte ortaya çıkan sorunsal bağlamında, Locke’ın fikirlerinin son derece önemli bir yer tuttuğu genel olarak kabul gören bir düşüncedir.
Locke temel olarak hangi niteliklerin bulunduğunu savunur?
Locke temel olarak iki tip “nitelik” olduğunu savunur. Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizde de temsil edilebilen özelliklerdir. Örneğin, bir nesnenin kapladığı uzam, nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi, nesnenin kendisinde olan ve bizim de algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir. Locke bu niteliklerden ayrı olarak, ikincil niteliklerden söz eder. İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse, renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir.
“Deneycilik” ile “deneyleme” aynı anlamda mıdır?
Hayır. Türkçe yayımlanan felsefe kitaplarında bu akım için sıkça ‘deneycilik’ deyimi tercih edilmektedir. Ancak dilimizde ‘deneycilik’ kelimesinin kökü ‘deney’dir ve bu kelimenin genel olarak kullanılan anlamı “özellikle bilimsel bağlamlarda belli bir sonuç almak veya gözlem yapmak amacıyla bilinçli bir şekilde kurgulanmış ve kontrollü bir şekilde yaşama geçirilmiş olgular veya eylemler dizisi” şeklinde ifade edilebilir. Oysa “deneyim” “bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu öne sürer.
Deneyimci felsefeciler hakkında yanlış bilinenler nelerdir?
Deneyimci felsefeciler genelde bilginin temel kaynağı olarak beş duyuyu gördüklerinden, onların “Tanrı” gibi duyuların erişiminin ötesinde kalan şeylerin var olmadığına inandıkları düşünülür.
Hume’a göre nesnenin sürekli varlığının bilgisini algılar verebilir mi?
Hayır. Hume’a göre bir nesnenin bağımsız ve sürekli olarak var olduğu konusundaki ideamızın kaynağı algının kendisi olamaz. Tek başına alındığında algı, kesintiler içeren bir süreçtir. Gözlerini kapayan veya kulaklarını tıkayan bir insan için, nesne algısal boyutta devamlılığını yitirir. O hâlde nesnenin sürekli varlığının bilgisini algılar veremez. Dahası, algısal yollardan biz bir nesnenin bizden ayrı varlığının bilgisini de alamayız.
Felsefi açıdan “temsil etme” nedir?
“Temsil etme” kavramı felsefenin alt alanlarında yaygın bir şekilde kullanılan, oldukça kritik kavramlardan biridir. Bir nesnenin (veya simgenin) bir başka nesneyi ya da durumu temsil etmesi farklı şekillerde gerçekleşebilir. Örneğin, bir futbol takımının oyuncularının sahaya kollarında siyah bantla çıkması, ölen bir insanın anısına yönelik saygıyı temsil eder. Ancak felsefeciler için en ilginç temsil türü, insan zihninin, “gerçekliğin” bir parçasına veya unsuruna soyut bir şekilde “karşılık gelmesi”, onunla benzeşmesi, örtüşmesi veya onu ifade etmesidir.
Locke’a göre nesnelerin bizim algımızdan bağımsız olarak var olduğunu nasıl öne sürebiliriz?
Locke’a göre, insanlar ideaların ötesine ilişkin de iddialarda bulunabilirler. İnsan aklı, zihnin ötesinde neyin yattığını bulup çıkarma yeteneğine sahiptir. Metafiziksel akıl yürütme yoluyla, fiziksel nesnelerin (örneğin, onların “birincil niteliklerinin”) bizim algımızdan bağımsız olarak var olduklarını ileri sürebiliriz.
Hume’a göre neden soyut metafizik tezlerin bilinçli bir şekilde uygulanması, nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma ideasını gerçekleştirmez?
Hume’a göre bu yaklaşımın kaçırdığı nokta, çocukların bile –soyut akıl yürütmelerden habersiz olmalarına karşın– nesnelerin bağımsız ve sürekli var olduklarına ilişkin bir ideaya sahip oldukları gerçeğidir. Nesnelerin algılanmadıkları zaman var oldukları düşüncesine sahip olanlar yalnızca metafizik becerisi olan felsefeciler değildir. Hume’un insanı gülümseten ifadesiyle, “çocuklar, çiftçiler ve insanlığın büyük bir kısmı” da bu olağan düşünceye sahiptir. O hâlde, “nesnelerin algıdan bağımsız ve sürekli var olma” ideasının zihnimizde belirmesinin nedeni, nedensellik ilkesi gibi soyut metafizik tezleri bilinçli bir şekilde uygulamamız olamaz.
Locke’a göre insan zihni nasıl bir yapıya sahiptir?
Duyu verilerinin dünya bilgimizin tümünün temelinde yattığı ve bizim “bilgi” adını verdiğimiz her bilişsel durumun o temele yaslanması gerektiği fikri, Locke’ın felsefesinin ana düşüncelerinden biridir. Öte yandan, bizim beş duyumuzun doğumla birlikte işlevsel duruma geldiği de açıktır. Bu iki düşünce bir araya geldiğinde, Locke’ın insan zihnine ilişkin nasıl bir resim sunduğu ortaya çıkar. Locke’a göre insan zihni doğum anında “boş bir levha” (Latincesiyle, “tabula rasa”) gibidir.
Nesnelerin zihnimiz dışında var olduğunu kabul edebilir miyiz?
Hayır. Nesnelerin zihnimizin dışında ve sürekli olarak var olduğu bilgisine, duyusal ve algısal boyutta ulaşamayız.
Locke algılar ve idealar hakkında neler söylemiştir?
Locke’a göre; algılar olmaksızın ideaların oluşması olanaksızdır. Duyu verilerinden yoksun olan bir insan, basit veya karmaşık hiçbir idea oluşturamayacaktır.
Neden Hume felsefe tarihinde en büyük epistemolojik yıkıma neden olmuştur?
Felsefe tarihinde insan bilgisinin “nesnel” temellerine duyulan sağlam inanç konusunda en keskin eleştirel görüşü geliştiren ve sonuçta da en büyük epistemolojik yıkıma neden olan düşünür Hume olmuştur.
Hume’un algı hakkında sorduğu asıl soru nedir?
Hume’a göre, algı sırasında karşımıza bir “nesnenin” çıktığı açıktır. Asıl sorusu şudur: “Nesnelerin nesnel olarak (yani özneden ayrı olarak) var olduğuna inanmamıza neden olan şey nedir?”.
Geniş bir felsefi perspektiften bakıldığında, Locke’ın epistemolojiye etkisi nedir?
Daha genel felsefi bir perspektiften bakıldığında gördüğümüz şey, Locke’ın yaklaşımıyla birlikte epistemolojinin daha “alçakgönüllü” veya “mütevazı” bir havaya girdiğidir. Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayışaması, genel olarak deneyimcilikle birlikte ortaya çıkan bir durum olmuştur.
İdealar neleri temsil eder?
İdeaların, hem gerçeklik içinde olan hem de gerçekte olmayan şeyleri temsil edebileceği düşünülür.
Locke neden insan bilgisinin beş duyudan doğrudan gelen verilerden ibaret olmadığını savunur?
Öncelikle, her ne kadar Locke için insan bilgisi duyu algılarına dayanmakta ise de, ona göre beş duyudan doğrudan gelen veriler kelimenin tam anlamıyla “bilgi” değildir. Bunun nedeni Locke’a göre, bilginin –duyu verileriyle karşılaştırıldığında– üst düzey bir bilişsellik gerektirmesi ve ancak aklın karmaşık işlevleri sayesinde olanaklı olabilmesidir.
Locke algı üzerine neleri söylemektedir?
Locke, oldukça şaşırtıcı bir şekilde, algının üst düzey işlevler arasında yer aldığına, yani düşünsel kapasitelerin kapsamında incelenmesi gerektiğine inanır.
Hume’a göre kaç tür bilgi olanaklıdır?
Hume’a göre yalnızca iki tür bilgi olanaklıdır: Olgusal bilgi ve biçimsel bilgi.
George Berkeley kimdir?
George Berkeley (“Corc Barkli” okunur) ideacılığı da savunmuş olan bir deneyimcidir.
“Maddecilik” nedir?
Maddecilik, genel olarak, var olanların yalnızca maddesel nesneler (veya maddesel töz) olduğunu, zihinsel veya ruhsal tözün olmadığını savlayan felsefi görüştür.
“Maddeciliğin” tersi nedir?
Maddeciliğin tersi, “içine ideanın veya düşünsel unsurların girmediği bir varlıksal kesitin olamayacağı” tezine karşılık gelir ve bu görüşe ideacılık adı verilir.
Felsefe tarihinde, insan bilgisinin kaynaklarının ne olduğu ve bilginin kavramsal yapısının nasıl olduğuna dair taraflar hangileridir?
Söz konusu tartışmanın tarihi pek çok yorumcuya göre Modern Dönem’in başlarına ve bazılarına göre de Eski Yunan’a kadar uzanmaktadır. Tartışmanın temel olarak iki tarafı bulunmaktadır: Deneyimciler ve usçular. Deneyimcilik ve usçuluk arasındaki tartışma felsefenin epistemoloji dışındaki alt-alanlarını da çok yakından ilgilendirmektedir. Bu alt-alanlar arasında, özellikle, dil felsefesi, zihin felsefesi ve bilim felsefesini sayabiliriz.
Deneyimcilik nedir?
Bir cümleyle ifade etmek gerekirse, bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olduğunu savlayan epistemolojik görüşe deneyimcilik adı verilir. “Duyu verisi” ve “algı” arasındaki fark, bu bilişsel durumların karmaşıklık düzeyi ile ilgilidir. Başka bir deyişle, dünyaya duyusal olarak açıktırlar. Ancak “algı” (örneğin, görmek veya işitmek) bitkilerin değil hayvanların gerçekleştirebileceği işlevlerdir.
Deneyimcilik ve pozitivizm arasında nasıl bir benzerlik vardır?
İngilizcede günlük dilde de kullanılan ve ‘empiricism’ ile aynı kökten gelen bir diğer kelime ‘empirical ’dır. “Deneyimsel” gibi bir anlama gelebilecek bu kelime İngilizcede insanlar için bir sıfat olarak kullanıldığı zaman “ayakları yere basan”, “desteksiz iddialara kulak asmayan”, “yalnızca gördüğüne inanan”, “gereksiz spekülasyonlara veya soyutlamalara prim vermeyen” gibi anlamlara gelmektedir. Deneyimsel kişilerin bu saydığımız özellikleri, felsefedeki deneyimcilik görüşünün içeriğine ilişkin de genel bir ön fikir vermektedir. Bu şekilde ifade edildiğinde, deneyimciliğin bir diğer önemli felsefi görüş olan olguculuk veya daha yaygın olarak bilinen adıyla, pozitivizm ile önemli bir benzerlik taşıdığı görülür. Pozitivizm, genelde, bilginin gözlemsel temelini vurgulayan ve spekülasyondan ziyade bilimsel yöntemlerin ön plana çıkarılmasına ağırlık veren bir düşünce akımı olarak bilinir. Pozitivistler de bilgisel bağlamlarda olgusal deneyime büyük önem vermişler ve gerçeküstücü, spekülatif, gizemci yaklaşımları şiddetle reddetmişlerdir. Özetle, bu iki akımın birbirine yakınlaşma nedeni, karşılarına aldıkları fikirlerde veya akımlarda yatmaktadır.
Descartes'a göre, bilen özne ve bilinecek nesne arasında nasıl bir bağ vardır?
Zihnin içindeki “idea”lar gerçekliğin unsurlarına ilişkin bilgi taşırlar; bu da bizim dünya bilgisi sahibi olmamıza neden olur. “İdea”, temel anlamı itibarıyla, “içeriği genelde bir nesne veya bir özellik olan düşünsel ya da zihinsel durum” olarak tanımlanabilir. Örneğin, benim zihnimde, armut, kirpi, adalet, altıgen, Tanrı, Noel Baba gibi çok farklı türde idealar bulunmaktadır. İdeaların, hem gerçeklik içinde olan hem de gerçekte olmayan şeyleri temsil edebileceği düşünülür.
Temsiller ve idealar arasında nasıl bir ilişki vardır?
“Temsil etme” kavramı felsefenin alt alanlarında yaygın bir şekilde kullanılan, oldukça kritik kavramlardan biridir. Ancak felsefeciler için en ilginç temsil türü, insan zihninin, “gerçekliğin” bir parçasına veya unsuruna soyut bir şekilde “karşılık gelmesi”, onunla benzeşmesi, örtüşmesi veya onu ifade etmesidir. Gözlerimi kapatıp kardeşimin görüntüsünü kafamda canlandırdığımda, bilişselliğim içinde oluşan zihinsel durum, kardeşimin (yani maddi dünyadaki bir gerçekliğin) bir temsilidir. Başka şekilde ifade edersek, zihnimdeki temsili durumun bana görünen içeriği kardeşimin görünümüne benzemekte ve ona karşılık gelmektedir. Eğer aynı noktayı farklı bir terminoloji ile ifade etmek istersek, benim zihnimde kardeşime ilişkin bir ideanın olduğunu da söyleyebiliriz. Bu bağlamda, “temsil etme” zihinsel bir işlev, “idea” ise temsil süreci sırasında oluşan zihinsel durum veya soyut nesnedir denebilir. Elbette temsiller veya idealar her zaman gerçeklikle örtüşmek zorunda değildir. Kafamda bir kanatlı inek ideası gerçekten oluşuyor olsa da, o idea fiziksel gerçeklik içinde bir nesneye karşılık gelmiyor demek olası görünmektedir.
Temsil epistemolojisinin en temel sorunu nedir?
Descartes ve onu izleyenlerin insan bilgisi konusunda yaptığı araştırmalar, temsil epistemolojisi olarak da bilinen bir düşünme ve sorgulama alanının açılmasına neden olmuştur. Temsil epistemolojisinin en temel sorunu, tahmin edilebileceği gibi, bir öznenin kendi zihinsel durumlarından hareketle zihninin dışında kalan gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşabildiği ve zihninde oluşan temsillerin ve ideaların gerçek bilgi olup olmadığı konusunda ne söylenebileceğidir.
Locke'a göre, karmaşık ideaların zihinde oluşma süreci nasıl gerçekleşmektedir?
Karmaşık ideaların bazı örnekleri şunlardır: “Karanfil”, “bitki”, “bahçe”, “enflasyon”, “düğün”, “erdem”, “Tanrı”, “sonsuz”, “Noel Baba”. Locke’ın epistemolojik perspektifine göre, Bu karmaşık ideaların her birinin zihinde oluşabilmesi, görece olarak daha basit ve temel olanların varlığına bağlıdır. Örneğin, zihnimizde bulunan “düğün” gibi karmaşık bir idea, “gül”, “gelin”, “pasta”, “dans” gibi daha basit idealardan oluşmak durumundadır. Şimdi bu örnekte daha temel olarak belirttiğimiz idealardan birini ele alalım. “Gül” ideası, belli bir renk (örneğin, kırmızı), belli bir koku (o çiçek türünün kendine has keskin kokusu), belli bir tensel uyarım (gül yaprağına dokunulunca duyulan yumuşak his) gibi en temel duyusal algıların bir araya gelmesi yoluyla oluşmaktadır. Ve bu “bileşik oluşum yapısı” tüm karmaşık idealar için geçerlidir. Karmaşık ideaların kavramsal yapıtaşları, “kırmızı”, “sıcak”, “tuzlu” gibi duyular yoluyla zihnimizde oluşan basit bilişsel unsurlardır. O yüzden, basit duyu verilerinden yoksun doğan bir bebek, basit veya karmaşık hiçbir idea oluşturamayacaktır.
Tabula rasa terimi neyi ifade etmektedir?
Duyu verilerinin dünya bilgimizin tümünün temelinde yattığı ve bizim “bilgi” adını verdiğimiz her bilişsel durumun o temele yaslanması gerektiği fikri, Locke’ın felsefesinin ana düşüncelerinden biridir. Öte yandan, bizim beş duyumuzun doğumla birlikte işlevsel duruma geldiği de açıktır. Bu iki düşünce bir araya geldiğinde, Locke’ın insan zihnine ilişkin nasıl bir resim sunduğu ortaya çıkar. Locke’a göre insan zihni doğum anında “boş bir levha” (Latincesiyle, “tabula rasa”) gibidir. Yaşadığımız deneyimler bu boş levhanın üzerine zaman içinde “yazarlar” ve böylece dünya bilgimiz birikimsel bir şekilde oluşur.
Lock'a göre kaç tip nitelik bulunmaktadır?
Locke temel olarak iki tip “nitelik” olduğunu savunur. Birincil nitelikler, maddesel gerçeklik içinde yer alan ve bizim zihnimizde de temsil edilebilen özelliklerdir. Örneğin, bir nesnenin kapladığı uzam, nesnenin fiziksel biçimi, kütlesi ve hareketi, nesnenin kendisinde olan ve bizim de algısal olarak bilebileceğimiz niteliklerdir. Locke bu niteliklerden ayrı olarak, ikincil niteliklerden söz eder. İkincil nitelikler ise nesnelerin birincil nitelikleri nedeniyle bizim zihnimizde oluşan etkilerdir. Örnek vermek gerekirse, renkler ve kokular bu sınıfa giren özelliklerdir. Locke’a göre, bir gülün belli özellikleri (“şekil” gibi) benim zihnimden bağımsız olarak nesnelerin kendisinde vardır. Peki, gülün kırmızı rengi ve kokusu için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Gülün benim duyumsadığım keskin kokusunu düşünelim. Eğer güllerin olduğu bir bahçede hiç bir insan olmasaydı, güllerin kokmasına neden olan “kimyasal yapı” –her ne kadar Locke böyle bir terminoloji kullanmasa da– tahminen yine güllerin içinde olacaktı. Ama insanların hissettiği o keskin koku fiziksel gerçekliğin içinde olur muydu? Buna olumlu yanıt vermek zordur. Bir uzaylının aynı gülü koklayıp çok farklı bir koku alması olasıdır. Bu durum şunu gösterir: Renk ve koku gibi ikincil nitelikler, varlıklarını “nesnel” olan birincil niteliklere borçlu olsalar da, kendileri aslında o nesnelerin içinde değillerdir. Bizim bildiğimiz “gül kokusu” özelliğinin ortaya çıkması için, gül denilen nesne ile duyumsal kapasiteleri olan “insan” gibi bir varlığın bir araya gelmesi gerekmektedir. O yüzden, ikincil niteliklerin kendileri (yani, bizim duyumsadığımız kokular, bizim gördüğümüz kırmızı renk, vs.), ne tek başına maddesel gerçekliğin içindedir ne de algılayan öznenin zihninde durup dururken yaratabileceği olgulardır. Locke’ın ikincil niteliklerin (nesneden kaynaklansalar da) öznede olduğunu iddia ederken kastettiği budur.
Hume’a göre bir nesnenin bağımsız ve sürekli olarak var olduğu konusundaki ideamızın kaynağı nedir?
Hume’a göre sorunun doğru yanıtı imgelem veya imge oluşturma yetisidir. Bunu açıklamadan önce bir gözlem yapalım. Nesnelerin “sürekli varlığı” ideası belli durumlarda zihnimizde oluşurken belli başka durumlarda oluşmamaktadır. Bir bebek bir nesneye ilk kez baktığında ve ardından o nesne görsel alanından kaybolduğunda, bebeğin “nesnenin kesintisiz ve bağımsız bir şekilde var olma” fikrine hemen sahip olacağını düşünmeyiz. Peki, büyüyen bebeğin yavaş yavaş bu ideaya sahip olmasının nedeni nedir? Sorunun yanıtı, “olgunun veya nesnenin tutarlı bir şekilde tekrarlanması”dır. Örneğin, ben ne zaman ateşe baksam, alevlerin sürekli değişim içinde olmalarına rağmen belli bir tutarlılık sergilediğini algılarım. Alevlerin farklı zamanlarda ve durumlardaki şekli, rengi ve ısısı büyük farklılıklar göstermez. Bu deneyimler tekrarlandıkça, imgelem yetimiz, yanmakta olan bir ateşin veya bahçedeki ağaçların veya kuşların biz onlara bakmadığımız zamanlarda da kesintisiz olarak var olmaya devam ettikleri yönünde bir idea oluşturur. Bu türden bir ideaya veya inanca alışkanlık sonucu sahip olmamız anlaşılabilir ve kaçınılmaz bir şeydir.
Hume metafizik ve kesin bilgiye nasıl yaklaşır?
Örneğin, “eli ateşe uzatma”nın bir neden ve “elin yanması”nın sonuç olduğu nedensel bir zincir düşünelim. Benim öznel algılarım açısından bakıldığında, bu örnekteki nedenselliğin zorunlu olduğunu düşünmemizin kökeninde ne yatmaktadır? Bunun, Hume’a göre tek bir yanıtı olabilir: Benzer etki-tepki örneklerinde aynı sonucun tekrarlandığını gözlemlemek. Gözlemlenen olgu aslında yalnızca “düzenli bir şekilde tekrarlanma”dır. Biz hiç bir zaman “zorunluluğu” gözlemlemeyiz. Ancak bu tür düzenli tekrarlar oldukça, insan zihni bu izlenimlerden hareketle bir zorunluluk ideası türetir. Bu da, bir sonraki “etki” gerçekleştiğinde, daha önceden pek çok kez algılanan “sonuç”un zorunlu olarak ortaya çıkacağına dair bir beklentiye girmemize yol açar. Bizim dünyada var olduğunu sandığımız “zorunluluk”, aslında, zihnin alışkanlık sonucu belli bir “etki” ile belli bir “tepki”yi (veya sonucu) bağdaştırarak bir beklenti üretmesinden başka bir şey değildir. Buna karşın, elimi ateşe bir sonraki uzatışımda yanma hissi duymamam mantıksal olarak tamamen olanaksız bir durum değildir. O hâlde, benim zihinden bağımsız varlık alanında gerçekleşen zorunlu (metafizik) bir bağıntıyı biliyor olmam olanaksızdır.
İdeacılık ve deneyimcilik arasındaki ayrım nedir?
Maddecilik, genel olarak, var olanların yalnızca maddesel nesneler (veya maddesel töz) olduğunu, zihinsel veya ruhsal tözün olmadığını savlayan felsefi görüştür. Maddeciliğin tersi, “içine ideanın veya düşünsel unsurların girmediği bir varlıksal kesitin olamayacağı” tezine karşılık gelir ve bu görüşe ideacılık adı verilir (Bu akım için ‘idealizm’ deyimi de yaygın olarak kullanılır). “İdeacılık”, bazen de, evrenin yapımsal temelinde maddeden ziyade madde-dışı, düşünsel veya ruhsal unsurların bulunduğu savı olarak da anlaşılır. Maddecilik ve ideacılık, metafizik (veya ontolojik) görüşlerdir. Deneyimcilik ise epistemolojik bir görüş veya akımdır. Bir felsefecinin deneyimci olması, onun “madde” kavramı konusunda nasıl bir tavır alacağına ilişkin fazlaca bir şey söylemez. Örneğin, Locke maddesel dünyaya ait unsurların (birincil nitelikler, substratum,vs.) varlığını kabul ederken, Hume o tür metafizik unsurları felsefi kurgusundan kesinlikle dışlamaktadır. O yüzden bu iki düşünsel boyut felsefede dikkatli bir şekilde ayrılmalıdır.
Berkeley'in maddeci düşünürlere yaklaşımı nasıldır?
Berkeley’e göre, maddesel tözün veya zihinden tamamen bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanan düşünürler (ve aslında gündelik yaşam içinde hepimiz), aslında farkında olmadan son derece çelişik bir görüşü ileri sürmektedirler. Bizim algılarımıza sunulan ve zihnimizde temsil ettiğimiz her nesne algısal olarak “duyumsanabilir” bir nesnedir –aksi hâlde onlar bizim için nesne olmazlardı. Maddeciliğin iddiası ise, nesnelerin duyulardan ve algısal süreçlerden bağımsız olduğu yönündedir. Ancak bu bizim gerçekten tasarlayabileceğimiz bir durum mudur? Diyelim ki, ben karşımdaki ağacın dalında duran karganın zihnimden bağımsız ve maddesel bir nesne olduğunu savlıyorum. Fakat benim için zorunlu olarak “duyumsanabilir bir nesne” olan kargayı, içindeki algılara veya ideaya ilişkin unsurları ayıkladıktan sonra tasarlayabilir miyim? Eğer “maddesel” kavramı “zihinsel” ile zıt anlamlı olarak alınıyorsa ve, dahası, “maddesel” kavramı “içinde duyumsal, algısal veya düşünsel unsurlar olmayan” anlamına geliyorsa, benim için kaçınılmaz olarak duyumsal bir nesne olma durumunda olan kargayı “maddesel” olarak kurgulayabilir miyim? Yani, algılama ve anlama sürecinin her anında zorunlu olarak işin içine kattığım bilişsel ögeleri o kargadan ayıklayıp, daha sonra da kargayı maddeselliği veya nesnelliği içinde algılayabilir miyim? Bu, doğal olarak, olanaksızdır. İdea veya zihin tarafından “kirletilmemiş” (yani, müdahale edilmemiş), kendi nesnelliği içinde var olan madde bizim için anlaşılır bir varlık parçası değildir. O hâlde, Berkeley’e göre, maddeci düşünürler nesnelerin nesnel varlığından söz ederken çelişik bir düşünce dile getirmektedir.
Berkeley'in "Var olmak algılanmaktır" sözü neyi ifade eder?
Berkeley’e göre, bir idea, yalnızca bir ideaya benzeyebilir; idea zihinsellikten arınmış maddeyi temsil edemez. Düşünce, içinde düşünsel unsurlar olmayan varlığı (maddeyi) kavrayamaz. Bizim nesne olarak tanımladığımız ve kavradığımız bir şeyin, hiç kimse onu algılamasa da “algılandığı hâliyle var olacağını” düşünmek gerekçelendirilmesi olanaksız bir fikirdir. Berkeley’in meşhur ifadesiyle söylersek, “Var olmak, algılanmaktır”.
Locke'ın görüşleri kimin metafiziği ile benzerlik taşımaktadır?
Varlık alanının unsurlarının açıklanması söz konusu olduğunda, Locke’ın görüşünün genel olarak Aristoteles’in metafiziği ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir. Locke da tözsel bir ontoloji tasarlamış ve tözlerin nitelikler veya özelikler taşıdığını düşünmüştür. Ancak onun felsefesinin önemli farklarından biri, kendi döneminin söylemsel havasına uygun bir şekilde, temsil epistemolojisinin düşünsel gereçlerini kullanmasıdır.
Tözsel taban nedir?
Biz dünyayı nitelikler yoluyla biliriz. Ancak, doğal olarak, niteliklerin hiç bir şeye tutunmadan evrende var olduklarını iddia etmek saçma olur. Locke’a göre tikel bir nesne, niteliklerden ve nitelikleri kendinde toplayan bir tözsel zeminden oluşur. Örneğin, bir gül çok sayıda niteliğin bir araya gelmesiyle oluşur: şekil, büyüklük, ağırlık, renk vs. Ancak nitelikler veya özellikler bir şeyin nitelikleri veya özellikleridir. Locke, nitelikleri barındıran zemine “tözsel taban” (substratum) adını verir.
Locke'ın şüpheciliğe yaklaşımı nedir?
Locke duyularımızdan gelen uyarımların bizim kontrolümüzün dışında olmasının, bizim dünya bilgimizin nesnelliğine dair önemli bir işaret olduğunu düşünür. Duyulardan gelen “bilgi” göz ardı edebileceğimiz cinsten şeyler değildir. Sağlıklı bir algısal yapıya sahip insanlar normal şartlar altında, kendilerini zorlasalar da, kırmızı bir duyumu mavi olarak algılayamazlar. Güneşe bakınca karanlığı görmek olanaksızdır. O hâlde, duyumların kaynağının duyu organlarımızın kendileri olduğunu savlayamayız. Çünkü eğer öyle olsaydı, gözlerimiz karanlıkta da görüntü yaratabilirdi. Bu gibi örneklerden Locke’ın çıkardığı sonuç, duyu verilerinde kendini gösteren uyarımların zihnin dışındaki maddesel dünyadan geldiğidir.
Berkeley'in görüşünü ilginç kılan nokta nedir?
Berkeley hem bir deneyimci olup hem de açıkça ideacılığı savunması yüzünden felsefe tarihinde ilginç bir yere sahiptir. Bu görüşlerin Hume tarafından da savunulduğu ve Hume’un Berkeley’den çok da farklı bir konumda olmadığı düşünülebilir. Ancak bu ilk izlenim yanıltıcıdır çünkü Berkeley’den farklı olarak Hume herhangi bir metafizik veya varlıksal perspektifi savunmamaktadır. Hume’un göstermeye çalıştığı nokta, eğer nesnelerin zihinden bağımsız varlığına ilişkin bilgi sahibi olabileceğimizi sanıyorsak, bu yaklaşımın sonunun epistemolojik hayal kırıklığı (yani, şüphecilik) olacağıdır. Bunun ötesinde Hume’un ontolojik bir tavrı veya tözsel bir tercihi (maddesel veya ideacı) olduğunu söylemek yanlış olur.
Hume'a göre kaç tür bilgi olanaklıdır?
Hume’un fikirlerinin Locke’ın epistemolojisi ile paralellikler gösterdiği açıktır. Her iki düşünüre göre de, doğuştan getirdiğimiz hiçbir idea yoktur. Dünya bilgimizin tümü duyulardan gelen basit uyarımlara ve onlardan türeyen daha karmaşık idealara dayanmak durumundadır. Ancak Hume, Locke’dan farklı olarak, “birincil niteliklerin varlığı” veya “substratum” konusunda bir iddiada bulunamayacağımızı savlar. Sonuçta, insanın bilgisel dünyası iki tür bilgiyle sınırlanmak durumundadır. İlk olarak, olgusal bilgiler bizim algı ve gözlem yoluyla edinebileceğimiz bilgisel durumlardır. Dünya bilgimizin çoğu bu tür bilgilerden oluşur. İkinci olarak ise, bu bilgi parçaları veya idealar arasındaki ilişkilerin sonucunda ortaya çıkan biçimsel bilgiler vardır. Mantık ve geometrinin sunduğu bilgiler bu türe girerler. Ancak bu türlerin dışına çıkan, yani deneyim boyutunu aşan bilgi iddiaları tamamen boş ve anlamsızdır. Dahası, felsefecilerin tarih boyunca gerçekliğe ilişkin sunduğu çeşitli görüşler de, bu anlamda, bütünüyle değersiz tasarımlardır.
Locke'ın yaklaşımı, epistemolojiye ne tür bir hava kazandırmıştır?
Locke’ın yaklaşımıyla birlikte epistemoloji daha “alçakgönüllü” veya “mütevazı” bir havaya girmiştir. Bilgi konusunda büyük beklentilerin azalması ve dünya bilgisini kesinlik içeren bir yapıda oluşturma iddialarının zayıflaması, genel olarak deneyimcilikle birlikte ortaya çıkan bir durum olmuştur. Deneyimciliğin bir sonraki büyük savunucusu olan Hume ile, bu akımın tezleri bir adım öteye taşınacaktır.