Etik Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Günümüzde Etiğin Belli Başlı Teorik Ve Pratik Sorunları
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
David Hume’ nin günümüz yaygın etik görüşleri üzerinde etkili olan düşünceleri nelerdir?
David Hume’a dayandırılan, olgu ve değer arasında uçurumun olduğu, olandan olması gerekenin çıkarılamayacağı; etiğin akıl değil, duygularla ilgili olduğu vb. düşünceler, günümüzün yaygın etik görüşleri üzerinde etkili olmuştur.
Etikte evrensellik sorunu nedir?
Etikte evrensellik sorunu olarak da adlandırılan sorun, etik değerlendirme ve etik kararların kişisel veya uylaşımsal mı olduğu, yoksa kimi evrensel etik ilkelere mi dayandığı sorunudur. Bunu, etikte doğruların ya da genelgeçer ilkelerin olup olmadığı sorunu olarak da ifade etmek mümkündür. Bu soruya verilecek olumsuz bir yanıt ki yaygın olan olumsuz yanıtlardır etiğin bilgisel bir alan olmadığı, felsefe içinde yeri olmadığı sonucuna kadar gidebilecek sonuçlara yol açabileceğinden, soru, etiğin temelleriyle ilgili bir sorudur.
Etik hangi sorulara yanıt aramaktadır?
Etik olguların ve bunların doğal sonucu olarak etik bilginin olup olmadığı, etikte nesnel değerlendirmenin yapılıp yapılamayacağı, ‘olan’ dan (yapılandan) ‘olması gerekenin’ (yapılması gerekenin) çıkarılıp çıkarılamayacağı gibi, kendi temelleriyle ilgili sorulara yanıt aramaktadır.
‘Çevremerkezci’ görüşlerin doğa için savunduğu görüşleri nelerdir?
Çevremerkezci görüşler, insan dışındaki tüm varlıkları insanın kullanabileceği bir kaynak olarak görmeye karşı çıkarlar. Doğaya insan açısından değil de, ekosistemin bütünlüğünü sürdürmesi açısından bakılmasını, doğadaki her canlının varlığını sürdürmesinin bütün varlığı için zorunlu olduğunu söylerler. Doğal yaşamın kendisinin değerli olduğunu, doğanın insandan ve çıkarlarından bağımsız olarak görülmesi ve korunması gerektiğini savunurlar.
Teknoloji hangi sebeplerden dolayı ekolojist açıdan sert biçimde eleştirir?
Teknoloji, doğal süreçlere insansal bir düzen dayattığı, insanın doğa üzerinde egemenliğini arttırdığı, çok kaynak tüketerek doğayı hızla ürüne veya mala dönüştürdüğü, çevreyi kirletip doğal dengeleri altüst ettiği için, ekolojist açıdan sert bir biçimde eleştirilir.
Yoksulluk sorununu ele alacak bir etik görüş öncelikle hangi olguyu çıkış noktası olarak almalıdır?
Yoksulluktan en çok etkilenenler, yoksul ülkelerin yurttaşlarıdır. En zor durumda olanlar ise o ülkelerin çocuklarıdır. Dünyadaki açlığın asıl kurbanları çocuklardır: Dünyada yetersiz beslenen insanların en azından % 70’i çocuktur. BM Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, en iyimser tahminle, her gün 40.000 çocuk açlıktan ölmektedir. Çocuklar kendi gıdalarını kendileri sağlayacak hâlde değildirler, buna karşılık onların büyüklerden daha fazla beslenmeye ihtiyaçları vardır. Bu nedenle kendi başlarına uzun süre hayatta kalmaları, özellikle kıtlık dönemlerinde yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir. Hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı dayanıklı değildirler. Eğer başkaları onlara yeterli gıda, su ve bakım sağlamazsa çocuklar hastalanıp hayatlarını kaybederler. Sorunu ele alacak bir etik görüş, öncelikle işte bu olguyu çıkış noktası olarak almalıdır.
Bugün açlık ve yoksulluğu etik bir sorun olarak görenlerin bir kısmının sorduğu ana sorular nelerdir?
Eğer etik sorumluluğu duygudaşlık gibi öznel bir temele dayandırmayacaksak neye dayandırabiliriz? Yoksullara, açlık çekenlere karşı etik bir sorumluluğumuz var mıdır gerçekten? Bu soru bizi dünyanın gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu ortaya çıkan durumu etik açıdan sorgulamaya götürmektedir. Yoksul ve zengin arasındaki uçurum kaçınılmaz mıdır? Uçurumu kapatmak gibi bir etik sorumluluğumuz, özellikle dünyayı yönetenlerin etik sorumluluğu yok mudur? Yoksullara yardım etmek gerekir mi, yoksa yardım onları başkalarına daha bağımlı ve muhtaç mı kılar?
G. Hardin’ in cankurtaran sandalı etiği nedir?
Her zengin ülkenin göreceli olarak zengin insanlarla dolu bir cankurtaran sandalı olarak düşünülebileceğini, okyanusta cankurtaran sandallarının yanında ise dünyanın yoksullarının yüzdüğünü farz ederek Sandala binmek isteyen ve zenginliğin bir kısmını paylaşmak isteyen kişiye karşı sandaldakiler ne yapmalıdır? diye sorar. Her sandalın sınırlı taşıma kapasitesi olduğunu da anımsatır. Sandalın taşıma kapasitesinin sınırlılığı nedeniyle, Hardin cankurtaran sandalına hiç kimsenin alınmaması seçeneğini savunur. Bu en güvenli yoldur. 10 kişinin daha sandala alınması güvenlik payını yok edeceği için, sandaldakilerin yaşamını da tehlikeye atacaktır. Sandaldakiler ancak bu koşulda hayatta kalabilirler. Bunun hümanistlerin hoşuna giden bir seçenek olmadığının farkındadır. Bu iyi insanlara Hardin, sandaldan inip gelenlere yer vermesini önerir. Böyle yapılması durumunda vicdan azabı çeken iyiler inecek, yerlerine vicdan azabı çekmeyen insanlar gelecektir. Sonuçta yer değiştirme halinde de sandalın etiği değişmeyecektir.
G. Hardin’ in dış yardım konusundaki düşünceleri nelerdir?
Hardin’e göre dış yardım, yoksul sandallarının sayısını arttırmaya yarar sadece. Bir zengin sandalında nüfus 87 yılda ikiye katlanırken fakir sandalında 21 yılda ikiye katlanmaktadır. Dış yardım uzun erimde yoksulların çıkarına değildir. Yoksullar hızla ürediği için, dış yardımlar yoksulların sayısının daha da artmasına, bu da yoksulluğun daha fazla artmasına yol açacaktır. Yardım yoksul sandalının taşıma kapasitesini yapay olarak arttırmaktır sadece. Besin gelince doğum oranları yükselir, nüfus çoğalmaya başlar. Bu kez ilkinden daha fazla yardım yapılması gerekir. Bu bir çıkmaz olarak sürüp gider. Yardım politikalarının sonu yoktur. Dış yardımı sürdürmeye hiçbir zengin ülkenin gücü yetmez. Dış yardım, yolu denize kum atarak doldurmaya benzer. Bazıı insanları ölüme terk etmek, uzun vadede daha çok insanın ölmesini önleyecektir.
Cankurtaran sandalı etiğine eleştiri yapan Peter Singer’in savunduğu düşünceyi açıklayınız.
Peter Singer, Hardin in tersine zengin ülkelerin fakirlere ve açlık çekenlere yardım etme yükümlülüklerinin olduğunu savunur. Kendi hayatımızı tehlikeye atmadan insanların ölmesini önleyebilecekken insanların açlıktan ölmesine göz yummak onları tutup öldürmekle aynı şeydir; çünkü nasıl onları öldürmek apaçık kötüyse, belli koşullarda onları açlıktan ölmeye bırakmak da aynı derecede kötüdür. Bunu yalnız devletler için de söylemez. Bu sorumluluğun her tek kişi de olduğunu söyler çünkü her birimiz bu durum karşısında bir şeyler yapabiliriz örneğin yardım kuruluşlarına para ya da insan gücü olarak katkıda bulunabiliriz. Bunu yapmıyorsak birinin ölmesine izin veriyorsak, bu özü itibariyle birisini öldürmekten farklı değildir. Bu da bizim hepimizin katiller olduğunu göstermektedir.
Ayrımcılık nedir?
Ayırımcılık, hangi türden olursa olsun, kendi içinde bir değer biçme, ezbere değerlendirme, sonuçta değerlendirilen kişi veya grupları daha aşağı, daha değersiz görme tutumudur.
Etik yapmanın, etik bilgiler koymanın önkoşulu nedir?
Etik yapmanın, etik bilgiler ortaya koymanın ön koşulu; etiğin bilgisel temellerinin gösterilmesi, teorik sorunların aydınlatılmasıdır.
Etik görecelik nedir? Etik göreceliğin türleri nelerdir?
Etik görecelik tüm ahlak normlarının geçerliliğinin kişilere veya kültürlere bağlı olduğunu, onlara göre değiştiğini iddia eder; kişilerden ve kültürlerden bağımsız olarak temellendirilmiş etik normların olabileceğini yadsır. Etik göreceliğin de iki türü vardır: • Öznelcilik • Uylaşımcılık (konvensiyonalizm). Öznelcilik ahlaklılığı kişisel bir karar olarak görürken; uylaşımcılık ahlaklılığı, ahlaksal geçerliliği uylaşıma dayandırır.
D.Brink nesnellik sorunu ile neleri sorgulamaktadır?
D. Brink de nesnellik sorununu bilgi alanlarının bağımsız, kendi başına varolan nesnelerinin olmasıyla ilişkili görür. Brink, Etik, diğer disiplinler gibi, yani doğa bilimleri ve sosyal bilimler gibi, nesnel midir, nesnel olabilir mi, nesnel görülebilir mi? diye sorar. Bu soruyu yanıtlamak için de Genel olarak kabul edilen bu bilimlerin, onların bizim onlara yönelmemizden bağımsız olarak var olan real nesneleri ve olayları incelemeleri anlamında nesnel olduğu; ayrıca onların ilerleme gösterdikleri ve en azından kesinliğe yakın bilgi ortaya koydukları düşünülmektedir. Bu nesnellik genellikle gerçekçi bir görüş olarak düşünülmektedir der ve Doğa bilimlerine ve sosyal bilimlere ilişkin bu görüşler doğru ve mantıklı mıdır? Eğer öyleyse, bu görüş etiğe ilişkin de mantıklı olarak savunulabilir mi? diye sorar.
Akıl duygu çatışmasını konu edinenler hangi fikirleri sürdürme amacındadırlar?
Akıl-duygu çatışmasını konu edinenler Platon’la başlayan aklı merkeze alan çizginin Aristoteles’le devam ettiğini, Kant’la en yüksek noktasına ulaştığını düşünürler. Aristoteles’in ahlaksal erdemlere ilişkin söylediği aşırı uçlardan kaçınma ve orta olmayı duygulara aklın (pratik aklın ya da phronesis’in) bir başarısı olarak görülür. Kant’ta da saygı duygusu öne çıksa da, bu duygunun kaynağının akıl olarak görülmesiyle yine akıl merkezde olmayı sürdürür.
Kuçuradi’nin akıl ve duygu ikilemi hakkında düşünceleri nelerdir?
Kuçuradi’nin Etik başlıklı kitabında da gösterdiği gibi, eylem birçok aşamadan oluşmaktadır ve bu aşamaların her birinde değerlendirme, yaşantılar ve sonuçta ortaya çıkan yapmada (davranışta ya da tutumda) akıl ve duygular iş başındadır. Eylemin hiçbir aşamasında tek başına akıl ya da tek başına duygular belirleyici değildir. Öyleyse her eylemin akıl ve duyguların ortak ürünü olduğu söylenebilir.
Jonas’ın sorumluluk etiği hangi gereksinime yanıt olarak geliştirilmiştir?
Hans Jonas Sorumluluk İlkesi adını verdiği kitabında, Kant etiği türünden etiklerin günümüz sorunlarıyla başa çıkmada yetersiz kaldıklarını, yeni bir etiğe gereksinim olduğunu vurgular. Bunun nedeni ise teknolojik devrimdir. Teknolojinin bugün ulaştığı düzey, insan eylemlerinin doğasının değişimine yol açmış, bu da yeni bir etiği gerekli kılmıştır. Teknoloji çağının ortaya çıkardığı sorunlarla baş edebilecek, yeni teknik uygarlığa uygun düşen yeni bir etiğe gereksinim duyulmaktadır. Jonas’ın Sorumluluk Etiği işte bu gereksinime yanıt olarak geliştirilmiştir.
Jonas etiği nasıl düşünmektedir?
Jonas’a göre, etik artık insanlar arası ilişkiler yanında, doğa üzerine de düşünmek durumundadır. Eylemde bulunan kişiler, eylemlerinin ileride ortaya çıkabilecek, amaçlanılmayan ve olası sonuçlarını da dikkate almak zorundadırlar. Bu ise kişinin kendisinin sahip olduğu bilginin ve iyi istemeye dayanmasının ötesinde uzmanlık bilgilerine de gereksinim duyduğunu göstermektedir. Jonas’a göre iyi istemeye dayalı eylemi, yalnız yakın çevreyi oluşturan kişilerle ilişkileri esas alan ve eylemin uzun erimli sonuçlarını hesaba katmayan bir etik, çağın sorunlarıyla baş etmekten çok uzaktır.
J. Habernas ile K.O. Apel tarafından geliştirilen müzakere ya da tartışma etiği neyi gerçekleştirmeye çalışmaktadır?
J. Habermas ile K.-O. Apel tarafından geliştirilen müzakere ya da tartışma (diskurs) etiği, Kant etiğinden yola çıkarak, onu çağın gözüyle eleştirerek, onun başaramadığını düşündükleri şeyi, yani etiği temellendirmeyi ya da etikte nihaî temellendirmeyi gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Apel’ in evrensel geçerli bir etik olarak kafasında tasarladığı etik nedir?
Apel’in evrensel geçerli bir etik olarak kafasında tasarladığı etik, kişilere, gruplara veya yaşam biçimlerine iyi yaşamın ne olduğunu söyleyen bir etik değildir. Tam tersine böyle bir etik, bu sorunun yanıtını bireylere ve gruplara bırakacaktır. Makro-etik ya da eşit haklara ilişkin evrensel olarak geçerli etik, bu anlamda sınırlı bir etiktir, o sadece tüm yaşam biçimleri için geçerli olacak sınırlayıcı koşulları ortaya koyar. Bu sınırlayıcı koşullar da içerikli, tarihsel-toplumsal koşullar değil, iletişimin ve işbirliğinin yollarına ilişkin biçimsel ve yöntemsel koşullardır. Görüş birliğine gidebilecek müzakerelerin önkoşullarını ortaya koyan bir etiktir müzakere etiği.
Modern etik ile postmodern etiği karşılaştırdığımızda ne gibi özellikleri vardır?
Postmodernite nasıl özünde bir modernlik eleştirisiyse, postmodern etik de temelde modern denilen etiğin eleştirisidir. Asıl ya da önemli olan yeni etik görüşünün kendisinden ziyade eleştiridir, modern etikte sorunlu görülendir. Eleştiriden hareketle de postmodern bir etiğin nasıl olabileceği ortaya konabilir. Modernlik kendi içinde çelişkilidir, postmodernlere göre çünkü hem ahlaka ihtiyaç duymakta hem de ana tezleriyle ahlakı imkânsız kılmaktadır. Modern dünya belli ahlak anlayışlarının varlığını gerektirmekte ama aynı zamanda bu anlayışları ciddiye almanın zeminini yok etmektedir. Modernlik ahlaksal bilgi imkânını dışlayan bir bilgi anlayışı geliştirmiştir. Bu anlayışta ahlak, artık rasyonel bir inanç konusu değil, öznel bir kanaat meselesi haline gelmiştir. Birbiriyle çelişen ahlaksal konumlar söz konusu olduğunda, bunlardan herhangi birinin kabul edilebilmesi için hiçbir iyi neden gösterememekte, kişiyi kendi başına bırakmaktadır. Modernliğin başlıca çizgisi, pratikleri araçsal aklın isteklerine maruz bırakmak ve bireyi geleneğe olan bağlılıklarından tecrit etmektir. Gelenekten koparılan bireyi modernlik kendi başına bırakmaktadır. Bunun nedeni ise modernlikte, akıl ve ahlak arasındaki bağlantının koparılması, deyim yerindeyse, akıl ve ahlakın birbirinden ayrı düşmeleridir. Poole’a göre, ahlakın gerektirdiği gibi davranmak için akli bir gerekçemiz yoktur artık; ayrıca ahlakın iddialarını doğru kabul edebileceğimiz akılsal nedenlerimiz de yoktur. Hatta bunun tersine modern akıl anlayışlarının ötesine gitmek için gayet iyi aklî gerekçelerimiz vardır, bunun için ahlaksal zeminler de mevcuttur. Ama bu, bizzat modernliğin ötesine gitmemizi gerektirmektedir.
Z.Bauman modern etikçileri neden eleştirmektedir? Açıklayınız.
Postmodern Etik kitabının yazarı Z. Bauman ise modern düşünürleri ilkeler, kodlar getirmeye çalıştıkları, hatta dayattıkları için suçlar. Ona göre, modern düşünürler, her şeyi kapsayan birleştirici bir etik -yani insanların öğrenebilecekleri ve itaat etmeye zorlanabilecekleri tutarlı bir ahlak kuralları bütünü- oluşturmaya ve dayatmaya çalışmışlardır. Kilisenin tükenmiş ya da etkisiz kalmış olan ahlaksal gözetiminin bıraktığı boşluğun, bir dizi rasyonel kuralla doldurulabileceğine ve doldurulması gerektiğine; inancın artık yapamadığını aklın yapabileceğine; insanların tutkularını bastırırlarsa, karşılıklı ilişkilerini daha iyi düzenleyebileceklerine inanmışlardı modern etikçiler. Bunun için de modern düşünürler, tüm rasyonel insanların benimseyeceği ve boyun eğeceği bir ahlak kodu oluşturmak için durmaksızın çabalamışlar, insanların bir arada yaşamalarını rasyonel bir şekilde düzenleme arayışından da hiç vazgeçmemişlerdir. Modern etiğin yerine konmaya çalışılan postmodern etik ise özünde bir karşı çıkıştır. En evrensel sloganları ‘aşırılığa hayır!’dır. İyi yaşam arayışı yerine, ödev sonrası çağda ancak minimalist bir ahlaka izin verebilecektir; kimilerine göre bu, alkışlarla karşılanması ve beraberinde getirdiği özgürlükten zevk alınması gereken tamamen yeni bir durumdur. Bu yeni durum özünde bir karşı çıkışı barındırır: Modernitenin ahlak sorunlarını ele alma yollarının reddedilmesidir. Daha açık bir ifadeyle, bu • hem politik pratikte ahlakı sorunlarına zora dayalı normatif düzenlemeyle karşılık vermenin, • hem de teoride mutlak, evrensel ve temel olanın aranmasının reddedilmesidir
Bauman’ın ahlakla ilgili düşünceleri nelerdir?
Bauman’a göre Ahlak iyileştirilemez bir biçimde aporetiktir. Ahlak ilişkileri, ilişkilerin çoğu gibi muğlaktır; muğlak olmayan pek az seçenek vardır. Bu muğlaklık içinde etik kod ya da kural arama çabası boşunadır. Ahlak için hiçbir temel bulunamaz. Bunun doğal sonucu olarak, evrensel olan ve nesnel temellere dayanan bir etik pratik olarak olanaksızdır; belki de kendi içinde çelişkilidir.
Bauman’ a göre postmodernlik nedir?
Bauman’a göre, postmodernlik, yanılsamaların olmadığı modernliktir; modernlik ise kendi hakikatini kabul etmeyen postmodernliktir. Postmodern insanın farkında olduğu hakikat, ne yaparsak yapalım, ne bilirsek bilelim karışıklığın yerinde kalacağı, hiçbir zaman kesinliğin, doğruluğun söz konusu olamayacağıdır. Kurduğumuz sistemler ya da düzenler alternatifleri kadar keyfidir ve rastlantısaldır; hep başka türlü olması da mümkündür. Bu nedenle, eğer kısaca ifade etmek gerekirse postmodernlik etik kodu olmayan ahlak tır denebilir.
Etik görecelik nedir?
Etik görecelilik tüm ahlak normlarının geçerliliğinin kişilere veya kültürlere bağlı olduğunu, onlara göre değiştiğini iddia eder; kişilerden ve kültürlerden bağımsız olarak temellendirilmiş etik normların olabileceğini yadsır. Etik göreceliğin de iki türü vardır: • Öznelcilik ve • Uylaşımcılık (konvensiyonalizm). Öznelcilik ahlaklılığı kişisel bir karar olarak görürken; uylaşımcılık ahlaklılığı, ahlaksal geçerliliği uylaşıma dayandırır. Etik öznelciliğin karşı kutbu etik nesnelcilik ise, kimi geçerli etik kuralların olduğunu kabul eder. Bunun en katı biçimi olan ahlaksal mutlakçılık, her etik sorunun kesinlikle tek bir doğru yanıtının olduğunu söylerken daha yumuşak etik nesnelciler, bazı ahlak kurallarının genel geçer olsalar da, her tek duruma uygulanamayacaklarını savunurlar. Belirli bir durumda A ahlak kuralı, B kuralı tarafından devre dışı bırakılabilir ve bir durumda uygun olan A kuralı, diğer durumlarda uygun olmayabilir.
Ahlaksal gerçeklik görüşü nasıl açıklanabilir?
J. Rachels’e göre etiğin nesnel olduğu söylendiğinde, ikinci olarak bununla, “iyi”, “doğru” (haklı) vb. ahlaksal yüklemlerin şeylerin real niteliklerine karşılık geldikleri, ahlaksal olguların dünyanın bir parçası olduğunun kastedilmiş olabileceğini ifade eder. Ahlaksal gerçeklik (moral realism) işte bu ikinci anlamda nesnelci bir etik görüşüdür.
Etikte insan merkezcilik ve canlı merkezcilik kavramları nasıl açıklanabilir?
Etik sorunların yalnız insanla ilgili görülmesi eleştirilmekte, insan kadar diğer canlılara ilişkin sorunların da etik sorunlar arasında düşünülmesi gerektiği, insanın etik sorunlarda kendisini merkeze koyup her şeyi kendisiyle ilgisinde değerlendirmesinin onu “insan merkezci” bir bakışa götürdüğü, bunun da bugün karşılaştığımız çevreyle ilgili sorunların ana nedeni olduğu iddia edilmektedir. Kimi hayvan hakları savunucuları ve çevreciler, dinsel kaynaklı olduğunu düşündükleri insan merkezci düşünceyi eleştirerek etiğin sorumluluk duyması gereken şeyin insan değil, sürekli sömürülen doğa olduğunu söylemektedirler. Onlara göre öncelikle korunması gereken insan değil, insanın üretim için acımasızca sömürdüğü ve yok ettiği doğadır. İnsanın kendisini diğer canlıların üzerinde görerek onları kendi varlığını sürdürmek için bir araç olarak kullanması, bu kullanımı da aşırı boyutlara vardırması, diğer canlılar kadar kendi varlığını da tehdit eder hale gelmiştir. Bunu çıkış noktası olarak gören “çevre merkezci” görüşler, insan dışındaki tüm varlıkları insanın kullanacağı bir kaynak olarak görmeye karşı çıkarlar. Doğaya insan açısından değil de, ekosistemin bütünlüğünü sürdürmesi açısından bakılmasını, doğadaki her canlının varlığını sürdürmesinin bütünün varlığı için zorunlu olduğunu söylerler. Doğal yaşamın kendisinin değerli olduğunu, doğanın insandan ve çıkarlarından bağımsız olarak görülmesi ve korunması gerektiğini savunurlar.
Hans Jonas ve sorumluluk etiği nasıl açıklanabilir?
Jonas kendisine kadar olan tüm etik görüşlerinin kimi kabullere, aksiyomlara dayandığını, bu kabullerin hiç tartışılmadığını düşünür. Bu kabuller şunlardır: • İnsan ve diğer şeylerin doğasının belirlediği insanın durumu, ana çizgileriyle hep aynı kalmıştır. • Bu temelden hareketle insan için iyi olanın ne olduğunun kolay ve açık-seçik biçimde saptanabilir. • İnsanın eylemlerinin etkilerinin nereye kadar uzanabileceği ve buna bağlı olarak da insanın oruçluluğunun sınırları kesin bir biçimde belirlenmiştir (Jonas 1984, s. 15). Bu kabuller etik yapmanın da temelini oluşturmuş, etik bunlara dayalı olarak yapılmıştır. Jonas bu kabullerin günümüzde geçerli olmadığını söyler. Yeni bir etik kitabı yazmasının temel amacı da bunu göstermek ve değişen koşullara uygun, çağın gereksinmelerine yanıt veren yeni bir etik görüşün temellerini atmaktır.
Cankurtaran sandalı etiği nasıl açıklanabilir?
Eğer dünyayı, kabaca yoksul ve zengin ülkeler diye ayırırsak, üçte ikisinin aşırı yoksul, sadece üçte birinin zengin, ABD’nin ise onların en zengini olduğunu görürüz. Eğretileme, her zengin ülkenin göreceli olarak zengin insanlarla dolu bir cankurtaran sandalı olarak düşünülebileceğini, okyanusta cankurtaran sandalları yanında ise dünyanın yoksullarının yüzdüğünü farz ederek “Sandala binmek isteyen ve zenginliğin bir kısmını paylaşmak isteyen kişiye karşı sandaldakiler ne Yapmalıdır?” diye sorar. Her sandalın sınırlı taşıma kapasitesi olduğunu da anımsatır. Sandalın taşıma kapasitesinin sınırlılığı nedeniyle, Hardin cankurtaran sandalına hiç kimsenin alınmaması seçeneğini savunur. Bu en güvenli yoldur. 10 kişinin daha sandala alınması güvenlik payını yok edeceği için, sandaldakilerin yaşamını da tehlikeye atacaktır. Sandaldakiler ancak bu koşulda hayatta kalabilirler. Bunun hümanistlerin hoşuna giden bir seçenek olmadığının farkındadır. Bu iyi insanlara Hardin, sandaldan inip gelenlere yer vermesini önerir. Böyle yapılması durumunda vicdan azabı çeken “iyiler” inecek, yerlerine vicdan azabı çekmeyen insanlar gelecektir. Sonuçta yer değiştirme halinde de “sandalın etiği” değişmeyecektir. Bu eğretilemeyle Hardin yoksullara, yoksul ülkelere, göçmenlere yardım edilmemesi gerektiğini savunur. Yardım yapılacaksa, göçmen alınacaksa da bu belli koşullara bağlanmalıdır. Siyasi mülteciler, bilimsel ve teknik alanda başarılı olanlar ve çok zor durumda olanlar dışında ülkeye alınmamalıdır. Onları içeri almak kendi “sandalımızı” tehlikeye atmaktır çünkü. Dış yardım konusunda da benzer düşünceleri savunur Hardin. Ona göre dış yardım, yoksul sandallarının sayısını arttırmaya yarar sadece. Bir zengin sandalında nüfus 87 yılda ikiye katlanırken fakir sandalında 21 yılda ikiye katlanmaktadır. Dış yardım uzun erimde yoksulların çıkarına değildir. Yoksullar hızla ürediği için, dış yardımlar yoksulların sayısının daha da artmasına, bu da yoksulluğun daha fazla artmasına yol açacaktır. Yardım yoksul sandalının taşıma kapasitesini yapay olarak arttırmaktır sadece. Besin gelince doğum oranları yükselir, nüfus çoğalmaya başlar. Bu kez ilkinden daha fazla yardım yapılması gerekir. Bu bir çıkmaz olarak sürüp gider. Yardım politikalarının sonu yoktur. Dış yardımı sürdürmeye hiçbir zengin ülkenin gücü yetmez. Dış yardım, yolu denize kum atarak doldurmaya benzer. Bazı insanları ölüme terk etmek, uzun vadede daha çok insanın ölmesini önleyecektir.
Çevre ile ilgili etik sorunları nasıl açıklanabilir?
Çevre sorunları bugün üzerinde en çok konuşulan sorunlardandır. Bunun nedeni hem bu sorunların yaşamsal bir nitelik kazanmaları hem de gittikçe görülür, hissedilir hâle gelmiş olmalarıdır. Küresel düzeyde açıkça görülebilir hâle gelen iklim değişikliği ve bunun çoğu zaman felaketlerle kendisini gösteren sonuçları, nükleer kazalar, gıda maddelerinin üretiminde kullanılan kimyasallar ve bunların insan sağlığını ciddi biçimde tehdit eder hale gelmesi, kimi tartışmaları ortaya çıkarmış; çevre sorunları halkın ve siyasetin merkezi sorunları arasına girmiştir. Ama bu sorunların etik bir sorun olması ya da sorunun etik boyutunun görülmesi daha yeni bir gelişmedir. Çevre sorunlarının merkezinde dinsel-metafizik görüşlerin ya da geleneksel insan merkezci etik bakışın yer aldığı düşüncesi 20. yüzyılın ikinci yarısında dile getirilmeye başlanmış çevreyle ilgili sorunlarda insanın payı, insanın doğayı araçsallaştırmasının etkisi sorgulanır olmuştur. “Acaba doğa insan için bir araç mıdır, onun emrine sunulmuş bir hammadde midir?” şeklinde sorular daha sık tartışılmaya başlanmıştır. Ekolojik sorunların kökeninde, insanın doğayı üretim için dönüştürülecek bir hammadde olarak görmesinin yattığı, yalnızca insanın değerli bir varlık olarak kabul edilmesinin bu gibi sorunlara yol açtığı iddia edilmiştir. Bu ise “çevre Etiği”nde; • İnsan merkezcilik ve • Canlı merkezcilik (çevre merkezcilik) tartışması olarak anılmaktadır.
Etikte meydana gelebilecek olan teorik sorun nasıl açıklanabilir?
Günümüz etiği, kitabın diğer ünitelerinde de örneklendiği gibi, farklı türden teorik sorunlarla yüz yüzedir. Teorik sorunlar etiğin temellerine ilişkin sorunlar olduklarından, etiğin bir bilgi alanı olması açısından yaşamsal öneme sahip sorunlardır. Bunlar, etiğin öncelikle hesaplaşması gereken sorunlardır. Ama bu önemine karşın, etik ders kitaplarında -özellikle “uygulamalı etik” çizgisinde yer alanlarda- teorik orunlara yeterince önem verildiğini söylemek güçtür. Etikten teorik tartışmalardan çok pratik yanıtlar beklenmektedir ama kendi teorik temellerinin hesabını veremeyen bir etiğin bu beklentilere yanıt vermesi mümkün değildir. 7. Etikte öznellik-nesnellik sorunu nasıl açıklanabilir? Cevap: “Etikte evrensellik sorunu” olarak da adlandırılan öznellik-nesnellik sorunu, etik değerlendirme ve etik kararların kişisel veya uylaşımsal mı olduğu, yoksa kimi evrensel etik ilkelere mi dayandığı sorunudur. Bunu; • Etikte doğruların ya da • Genel-geçer ilkelerin olup olmadığı sorunu olarak da ifade etmek mümkündür. Öznelciler değerleri kişinin yönelimiyle varılan şeyler olarak görürken; nesnelciler onların kişilerin yöneliminden bağımsız varlıklar olduğunu söylemektedirler.
Post modern nedir?
Bauman’a göre, post modernlik, yanılsamaların olmadığı modernliktir; modernlik ise kendi hakikatini kabul etmeyen post modernliktir. Post modern insanın farkında olduğu hakikat, ne yaparsak yapalım, ne bilirsek bilelim karışıklığın yerinde kalacağı, hiçbir zaman kesinliğin, doğruluğun söz konusu olamayacağıdır.
Etikte akıl-duyu ikilemi nasıl açıklanabilir?
Etik, Kant’ın dediği gibi, aklın -saf aklın- yasa koyabildiği, düzenleyebildiği bir alan ise, etiğin merkezinde akıl olacaktır. Ama Hume’un dediği gibi, etik sorunlar akıl yürütme konusu değilse, akıl hiçbir zaman istemenin herhangi bir eylemi için bir motif oluşturamıyorsa ve istemenin idare edilmesinde hiçbir zaman tutkuya direnemiyorsa, etiğin merkezine akıl yerine duygular-tutkular vb. yerleşecektir. İşte bu konu, temelde “insanları etik eylemlerde bulunmaya götüren akıl mıdır, duygu mudur?” sorusu çerçevesinde tartışılmıştır. Bu soruya ise, etik tarihinde, etik sorunları ilk defa felsefi düzeyde ve sistematik bir şekilde tartışan Platon’dan günümüze kadar birbirinden oldukça farklı cevaplar verilmiştir. Akıl-duygu çatışmasını konu edinenler Platon’la başlayan aklı merkeze alan çizginin Aristoteles’le devam ettiğini, Kant’la en yüksek noktasına ulaştığını düşünürler. Aristoteles’in ahlaksal erdemlere ilişkin söylediği aşırı uçlardan kaçınma ve “orta olmayı duygulara aklın (pratik aklın ya da phronesis’in) bir başarısı olarak görüler. Kant’ta da saygı duygusu öne çıksa da, bu duygunun kaynağının akıl olarak görülmesiyle yine akıl merkezde olmayı sürdürür.
Etiğin geçmişten günümüze değişimi nasıl açıklanabilir?
Etik sorunlar özünde değişmemiştir. Ama bugün etiğin ilgi alanı genişlemiş, etik daha önce mesafeli durduğu alanlara yönelmiştir. Bunda günümüz dünyasında yeni ortaya çıkan ve insan yaşamı için ciddi birer tehdit oluşturan, çoğu teknoloji kullanımıyla bağlantılı sorunların ortaya çıkmasının önemli bir payı olduğu kuşkusuzdur. Bunlar bugün “uygulamalı etik” denilen çalışma alanını -aslında ise etiğin pratik sorunlara uygulanışını- oluşturmaktadır. Bugün meslek etikleri olarak da adlandırılan bu çalışmalar, etiğin teorik sorunlarına göre çok daha fazla öne çıkmıştır. Hatta bu meslek etiklerinin ya da uygulamalı “etik”lerin her biri kendi başına bir etik dalı olarak düşünüldüğünden, “felsefi etik” bunlardan yalnız birisi gibi görülmeye de başlanmıştır. Etik sorunlardaki etik öz -onları etik sorun kılan yangözden kaçırılmış, her alandaki etik sorunlar yeni bir etik dalı gibi düşünülerek etiklerin sayısı sürekli artırılmıştır. Bu durumun kendisi bile, diğer tüm nedenler bir yana, etiğin teorik sorunlara yeniden ağırlık vermesini, onları göz ardı etmemesini gerektirmektedir.
Yoksulluk ve açlık kavramlarının etiksel değerlendirmesi nasıl yapılabilir?
Yoksulluk ve onun kaçınılmaz sonuçlarından biri olan açlık, günümüze gelinceye kadar, daha çok ekonomik sorunlar olarak görülmüş ve tartışılmıştır. Etik bir sorun, insan hakları sorunu olarak görülmesi ise çok daha yenidir. Bunun nedeni, yoksulluk ve açlık söz konusu olduğunda, bunun nedenlerini bulmanın ve önlemenin öne çıkmasıdır. Yoksulluktan en çok etkilenenler, yoksul ülkelerin yurttaşlarıdır. En zor durumda olanlar ise o ülkelerin çocuklarıdır. Dünyadaki açlığın asıl kurbanları çocuklardır: Dünyada yetersiz beslenen insanların en azından % 70’i çocuktur. BM Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, en iyimser tahminle, her gün 40.000 çocuk açlıktan ölmektedir. Çocuklar kendi gıdalarını kendileri sağlayacak hâlde değildirler, buna karşılık onların büyüklerden daha fazla beslenmeye ihtiyaçları vardır. Bu nedenle kendi başlarına uzun süre hayatta kalmaları, özellikle kıtlık dönemlerinde yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir. Hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı dayanıklı değildirler. Eğer başkaları onlara yeterli gıda, su ve bakım sağlamazsa çocuklar hastalanıp hayatlarını kaybederler. Sorunu ele alacak bir etik görüş, öncelikle işte bu olguyu çıkış noktası olarak almalıdır. “Yoksulluk ve açlık nasıl önlenebilir ya da en aza indirilebilir?” sorusu tartışmalarda ana soru olunca, tartışmanın ekonomi merkezli olması kaçınılmaz olmuştur. Ama bir de yoksulluk ve açlıktan etkilenen ve insanca yaşam standartlarının altında yaşamak zorunda kalan kişiler vardır. Beslenme hakları, dolayısıyla en temel hakları olan yaşama hakları korunamayan çok sayıda insan vardır. Yoksulluk ve açlık birer olgudur. Açlık ve yoksulluk çeken tek kişilerse gerçektir. Kanıyla canıyla bu acıları yaşayan da onlardır. Kimi zaman yaşamını kaybeden, kimi zaman da hastalıklarla karşı karşıya olan kişilerdir yoksullar. Yaşamın temel gereksinmelerini karşılayacak bir gelire ya da sosyal desteğe sahip olmayanlar, dünyada insanca yaşama olanağını da elde edememektedirler.
Etik nedir?
Etikte teorik ve pratik sorunlardan söz edilebilir. Belki etiğin sorunları bu iki kümede toplanabilir ama etiğin “teorik” ya da “pratik” gibi sıfatlarla nitelendirilmesi uygun olmaz. Bir felsefe disiplini olarak etik, bilgi ortaya koymaya çalıştığı için, kuşkusuz teorik bir etkinliktir ama nesne edindiği şey eylemdir, kişidir, yapılıp edilenlerdir, yani nesnesi “pratik” bir etkinliktir.
İnsanmerkezcilik kavramı nedir?
İnsanmerkezcilik veya antroposentrizm, insanın dünyanın merkezinde görülmesi, diğer herşeyin insan için “yaratıldığı” (varolduğu), bu nedenle de yalnızca insanın değerli bir varlık olduğu, yalnız insan eylemlerinin etik bir değere sahip olabileceği düşüncesidir.
Canlımerkezcilik nedir?
Bütün canlıların merkezde olduğu, aslında merkez diye adlandırılabilecek bir yerin olmadığı, tüm canlıların değerli olduğu, bu nedenle tüm canlılara etik bakışla yaklaşılması gerektiği düşüncesidir.
Teknoloji ve etik arasındaki ilişki nedir?
Teknolojinin sağladığı yapma olanaklarının genişlemesi, insanın teknolojiyle doğaya daha fazla müdahale edebilir hâle gelmesi ve doğayı değiştirmesi, teknolojiye ilişkin kaygıları da arttırmıştır. Bilim ve teknoloji; insanın doğa üzerindeki egemenliğini artmasına yol açmış fakat bunun sonucunda teknolojik ilerlemeyle gelen ürünler, yeryüzünde hem insanların hem de diğer canlıların yaşamını tehdit eder hale gelmiştir. Nükleer facialar, çevre kirlenmesi artmış, karbondioksit yoğunlaşması küresel iklim değişikliğine yol açmıştır. Özellikle seri üretimi, kârlılığı hedefleyen mühendisçe tutum, enstrümental rasyonalite, doğa ve insan üzerinde kontrol ve tahakküm, doğal sürece müdahale fikri, bürokrasi ve uzmanlık özellikleriyle karşımıza çıkan “büyük ölçekli teknoloji” doğal süreçleri altüst edebilecek bir güce ulaşmıştır.
Yoksulluk ve açlığı etik bağlamda değerlendiriniz.
Yoksulluk ve açlık nasıl önlenebilir ya da en aza indirilebilir?” sorusu tartışmalarda ana soru olunca, tartışmanın ekonomi merkezli olması kaçınılmaz olmuştur. Ama bir de yoksulluk ve açlıktan etkilenen ve insanca yaşam standartlarının altında yaşamak zorunda kalan kişiler vardır. Beslenme hakları, dolayısıyla en temel hakları olan yaşama hakları korunamayan çok sayıda insan vardır. Yoksulluk ve açlık birer olgudur.
Açlık ve yoksulluğun etik sorun olarak ele alınması durumunda ne gibi sorular sorulabilir?
Eğer etik sorumluluğu duygudaşlık gibi öznel bir temele dayandırmayacaksak neye dayandırabiliriz? Yoksullara, açlık çekenlere karşı etik bir sorumluluğumuz var mıdır gerçekten? Bu soru bizi dünyanın gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu ortaya çıkan durumu etik açıdan sorgulamaya götürmektedir. Yoksul ve zengin arasındaki uçurum kaçınılmaz mıdır? Uçurumu kapatmak gibi bir etik sorumluluğumuz, özellikle dünyayı yönetenlerin etik sorumluluğu yok mudur? Yoksullara yardım etmek gerekir mi, yoksa yardım onları başkalarına daha bağımlı ve muhtaç mı kılar?
Cankurtaran sandalı etikten kast edilen nedir?
Sandalın taşıma kapasitesinin sınırlılığı nedeniyle, Hardin cankurtaran sandalına hiç kimsenin alınmaması seçeneğini savunur. Bu en güvenli yoldur. 10 kişinin daha sandala alınması güvenlik payını yok edeceği için, sandaldakilerin yaşamını da tehlikeye atacaktır. Sandaldakiler ancak bu koşulda hayatta kalabilirler. Bunun hümanistlerin hoşuna giden bir seçenek olmadığının farkındadır. Bu iyi insanlara Hardin, sandaldan inip gelenlere yer vermesini önerir. Böyle yapılması durumunda vicdan azabı çeken “iyiler” inecek, yerlerine vicdan azabı çekmeyen insanlar gelecektir. Sonuçta yer değiştirme halinde de “sandalın etiği” değişmeyecektir.
Cankurtaran sandalı etiğine eleştirilerden Peter Singer'ın görüşü nedir?
Singer’ın, kendini feda etmeksizin bir şeyler yapabilecekken oturup seyretmenin de cinayet işlemekle eşdeğer olduğunu, aralarındaki farkın birisinin aktif, diğerinin pasif bir biçimde yapılması olduğu yargısı çok sert gelebilir. Singer de bunu ifade eder. Dünyada yaklaşık 400 milyon insanın bedenlerinin ihtiyacı olan besinlere ulaşamadığı, beş yaşın altındaki 14 milyon çocuğun her yıl kötü beslenme ve enfeksiyonlar nedeniyle öldüğü ; öte yandan lüks tüketim için büyük paraların harcandığı bir dünyada, bu durumun “cinayet” dışında bir sözcükle anlatımının zor olduğunu ifade eder. Bu nedenle, açlık ve yoksullukla boğuşan geniş kitleleri görmemezlikten gelmek, yavaş yavaş ölmelerini beklemek de cinayete ortak olmaktır.
Kadına karşı ayrımcılık nedir?
Olgusal olarak kadın cinsinin, erkek cinsine göre hep daha aşağı ve değersiz görüldüğü; böyle görmenin toplumsal varoluşun çeşitli düzlemlerinde yansımalarının olduğu hepimizce bilinmektedir. İnsanlık tarihi bu uygulamanın örnekleriyle doludur. Kadına yönelik ayırımcılığı -aslında bir bakıma her tür ayrımcılığı- olgusal olarak sürekli tetikleyen, bunun da temelinde varoluşsal bakımdan ona kaynaklık eden şeyin eril olan ya da eril varoluş olduğu, bu nedenle bugünkü dünyayı eril dünya olarak adlandırmanın mümkün olduğu söylenmektedir.
Etik teorilerin teorik sorunları nelerdir?
Teorik sorunlarla kastedilen; genellikle etiğin bilgi olmasıyla, etikte sınamanın yeriyle, etikte nesnellik ve öznellikle ilgili sorunlardır. Bunlar bir anlamda etiğin temellerine ilişkin bilgisel sorunlardır.
Etikte nesnellik sorunları nelerdir?
Etikte nesnellik sorunu felsefenin kendisi kadar eski bir sorundur. Antikçağda şüpheci (skeptik) filozoflar ahlaklılığın uylaşımlardan ibaret olduğunu söylüyorlardı. Herodotos farklı kültürlerin ahlaksal kanılarını inceledikten sonra, şu açıklamada bulunur: “Gelenek her şeyin kralıdır”, bunun ötesinde bir düşüncesi olanın da naif olacağını söyler. Platon’un Devlet adlı yapıtında Sofist Thrasymakhos, doğru ve yanlışın, güçlülerin zayıfları egemenlik altına almak için kullandıkları araçlar olduğunu iddia eder.
Etik görecelik nedir?
Etik görecelik, ahlaksal kuralların olduğuna değil, bunların kişi ve kültürlerden bağımsız olarak varolduğuna karşı çıkarken; etik görecelikten daha katı olan etik şüphecilik hiçbir geçerli etik kuralın olamayacağını iddia eder.
Etikte akıl*duygu ikilemi konusunda kısaca bilgi veriniz.
Etik, Kant’ın dediği gibi, aklın -saf aklın- yasa koyabildiği, düzenleyebildiği bir
alan ise, etiğin merkezinde akıl olacaktır. Ama Hume’un dediği gibi, etik sorunlar
akıl yürütme konusu değilse, akıl hiçbir zaman istemenin herhangi bir eylemi için
bir motif oluşturamıyorsa ve istemenin idare edilmesinde hiçbir zaman tutkuya
direnemiyorsa (Hume 2001: 265), etiğin merkezine akıl yerine duygular-tutkular
vb. yerleşecektir. İşte bu konu, temelde “İnsanları etik eylemlerde bulunmaya götüren akıl mıdır, duygu mudur?” sorusu çerçevesinde tartışılmıştır. Bu soruya ise,
etik tarihinde, etik sorunları ilk defa felsefi düzeyde ve sistematik bir şekilde tartışan Platon’dan günümüze kadar birbirinden oldukça farklı cevaplar verilmiştir.
Hans Jonas kendisine kadar olan tüm etik görüşlerinin kimi kabullere, aksiyomlara
dayandığını, bu kabullerin hiç tartışılmadığını düşünür. Bu kabuller nelerdir?
(1) İnsan ve diğer şeylerin doğasının belirlediği insanın durumu, ana çizgileriyle hep aynı kalmıştır. (2) Bu temelden hareketle insan için iyi olanın ne olduğunun kolay ve açık-seçik biçimde saptanabilir. (3) İnsanın eylemlerinin etkilerinin nereye kadar uzanabileceği ve buna bağlı olarak da insanın sorumluluğunun sınırları kesin bir biçimde belirlenmiştir.
Karl-Otto Apel'in etik anlayışı nedir?
Apel de, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin insan eylemlerinin yapısında ve bununla birlikte sonuçlarında yol açtığı değişikliklerin, bizi yeni etik sorunlarla karşı karşıya bıraktığını söyler. Ona göre, “bilimin taşıdığı teknolojik potansiyel, insanın yapıp etmelerinin eriminin uzamasına ve bununla birlikte risklerin çok büyümesine yol açmıştır.
Z. Bauman'a göre etik nedir?
(1) Müphemlik yüzyüze insan ilişkilerinin “ilk sahnesinin” merkezinde yer alır. Müphem olmayan bir ahlak varoluşsal olarak imkânsızdır. Tutarlı hiçbir etik kod ahlakın esas itibarıyla müphem olan durumuna uygun düşmez. (2) Ahlak fenomenleri doğaları gereği gayri-rasyoneldirler. (3) Ahlak ıslah olmaz bir biçimde aporetiktir. Müphem olmayan bir biçimde iyi olan pek az seçenek vardır. (4) Ahlak evrenselleştirilemez. (5) “Rasyonel düzen” açısından ahlak irrasyoneldir ve öyle kalacaktır. (6) Ahlaksal sorumluluğun -ötekinin yanında olabilmek için öteki için olmak- toplumun bir ürünü değil, bir başlangıç noktası olduğu varsayılmalıdır.
Etiğin pratikte ele alındığı farklı konular nelerdir?
Ötanazi, gebeliğin sonlandırılması gibi daha eski bir geçmişi olan, klonlama, genetik müdahale gibi, “siberetik” veya “internet etiği”nin konuları gibi bilim ve teknolojinin çeşitli alanlarda kullanımıyla ortaya çıkmış sorunlar olan pek çok sorun, bugün etiğin ilgi alanına girmekte, bunlar üzerine etik çalışmalar yapılmaktadır. Yine hayvan hakları, cinsel tercihler, savaş ve terör ile ırk ve etnisite gibi konular pratik etik denen etiğin üzerinde çalıştığı konulardır.. ...
Ahlaksal gerçekçilik nedir?
Ahlaksal gerçekçilik, fiziksel olgular gibi ahlaksal olguların da olduğunu, “iyi”, “adil” vb. ahlaksal yüklemlerin dünyadaki şeylere karşılık geldiğini ileri süren görüştür.
Postmodernizmin etiğe bakışı nasıldır?
Bauman modern dediği etiğin hedeflerine karşı çıkmaktadır. Modernizm dünyanın özünde düzenli bir yapıya sahip olduğu kabulü üzerine kurulmuştur. Bu kabulden hareketle de modernizm “muğlaklığın”, “kaos”un olmadığı bir toplum yaratmaya girişmiş; bunun için de “premodern” dediği stratejileri bir yana bırakmıştır.
Hardin'in yoksullara bakış açısı nasıldır?
Hardin yoksullara, yoksul ülkelere, göçmenlere yardım edilmemesi gerektiğini savunur. Yardım yapılacaksa, göçmen alınacaksa da bu belli koşullara bağlanmalıdır. Siyasi mülteciler, bilimsel ve teknik alanda başarılı olanlar ve çok zor durumda olanlar dışında ülkeye alınmamalıdır. Onları içeri almak kendi “sandalımızı” tehlikeye atmaktır çünkü.