Etik Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim
18. Ve 19. Yüzyıllarda Etik
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Felsefe tarihi açısından 18. Yüzyıl neden önemlidir?
18. yüzyıl, felsefe tarihinde aydınlanma dönemi veya felsefe yüzyılı diye de adlandırılan bir dönemdir. Bunun nedeni 18. yüzyılda ilkin İngilterede başlayıp daha sonra Fransada ve ardından da Almanyada görülen düşünce hareketidir. Bu hareket, insanın dünya ile bağını yeni bir varlık, insan ve dünya anlayışıyla oluşturma amacını taşımaktadır. Macit Gökberk aydınlanma kavramını, insanın düşünme ve değerlemede din ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleri ile hayatını aydınlatmaya girişmesi olarak ifade etmektedir. Ama aydınlanma kavramının içeriğini ve aydınlanmanın insan için önemini en özlü şekilde dile getiren filozof Immanuel Kanttır. Kanta göre aydınlanma: insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır (1784). Aydınlanma düşüncesi olarak kendini gösteren bu yeni insan anlayışının, etik sorunların öneminin görülmesinde etkili olduğu söylenebilir. Aydınlanma dönemi tarihsel bakımdan 18. yüzyılı ifade etmekle birlikte, bu dönem Rönesansa kadar geri götürülebilir. Nitekim Francis Bacon (1561-1626), ele aldığı diğer felsefe sorunlarının yanında etik sorunlara da değinmiş, etik sorunların dinden bağımsız şekilde ele alınması yönünde adım atmıştır. Genel olarak din ile felsefenin alanlarını birbirinden ayıran Bacon, etikte araştırılan iyinin bu dünyaya ait olduğunu belirtmiş, dinde aranan iyinin bu dünyadan kopuk oluşuna dikkati çekerek ahlâklı olmanın koşulunun din olmadığını ifade etmiştir. Böylece yaygın anlayıştan farklı olarak Bacon, ahlâk sorunlarının temeline bilgiyi koyan bir bakışla ele almanın önemini vurgulamıştır.
Bacon’nın etik konularda önemsediği şey ne olmuştur?
Etik konuları dinden ayırarak, insanla ilgili iyinin araştırılmasının doğru olduğunu düşünen Bacon, iyi kavramını yararlı kavramı ile birlikte ele almıştır. Buna ek olarak gerçek erdemin topluma yararlı olan eylemlerde bulunduğunu düşünmüş ve iyinin toplumun bütünüyle olan ilişkisine dikkat çekmiştir. Böylece Bacon ahlaksal olanın kaynağını, bütünün iyiliğine yönelmiş olan eylemlerle ilişki içinde belirlemeye çalışmıştır. Baconun bu yaklaşımı insanlararası ilişkilerde belirleyici olan eğilimler üzerinde düşünme yolunu açmıştır. Bu bakımdan kendisinden sonra gelen Hobbes, Locke, Shaftesbury, Hume gibi filozoflara öncülük ettiği söylenebilir.
Thomas Hobbes insan dünyasının hangi sorunları üzerinde durmuştur?
İnsan dünyasının siyasetle ilgili sorunlarına öncelik veren Thomas Hobbesun (1588-1679) etik sorunlara ilgisi dolaylı şekildedir. Onun etik sorunlara bakış şeklini belirleyen şey, doğal insan düşüncesine dayalı insan anlayışıdır. Hobbesa göre insan, her şeyden önce kendi varlığını ayakta tutmaya, koruyup sürdürmeye çalışır; bu, onun ana güdüsüdür; onun bütün eylemlerini belirleyen, bu güdüdür. Bu da insanı doğa nimetlerinden elden geldiğince çok yararlanmaya sürükler. Ama bu yüzden de herkes, ister istemez, birbirinin düşmanı olur ve herkesin herkese karşı savaşı (bellum omnium contra omnes) başlar. Bu durumda insan, insanın kurdu (homo homini lupus) olur. Böylece Hobbesa göre insanın tüm eylemlerini yöneten ilke, kendini koruma ve sevme içgüdüsüdür. Dolayısıyla insanın doğal yapısında başkalarını gözeterek eylemde bulunma eğilimi yoktur. Doğal durumu/yapısı gereği bencil olan insan, diğer insanlarla yaşarken yalnızca kendini düşünür. İnsanda doğal olarak bulunan kendini koruma güdüsü, başkasıyla ilişki durumunda bir tehdit ve tehlike oluşturur, yani savaş durumuna yol açar. İnsanın doğal durumu (status naturalis) aslında bir savaş durumudur. Bunun çözümü ise insanın yurttaşlık durumuna (status civilis) girmesidir. Bu da yasal düzenlemeler yapmayı ve devlet kurmayı gerektirmektedir. Hobbes, kendini koruma içgüdüsü ile hareket eden insanın, barışı sağlamak için insanlararası ilişkiler alanında bazı ilkeleri akıl yolu ile ortaya koyması gerektiğini söyler. Hobbes için insan, doğuştan etik bir varlık değildir; etik ilkeler, türün yararı için, akıl yoluyla ortaya konulur. Etiğe temel olan şey, doğa yasalarının bilimi dir. Etik, erdemin ve erdemsizliğin ne olduğunun bilgisi, neyin iyi neyin kötü olduğunun bilimidir. Böylece Hobbesun insanın doğal durumu düşüncesine dayandırdığı doğal hukuk görüşüyle bağlantılı bir etik anlayışını benimsediği belirtilebilir. Burada Hobbesun bir doğa varlığı olan insanın etik yönünün ne olduğunu belirlemeye çalıştığı ve etiği Bacon gibi dinden bağımsız şekilde ele aldığı görülmektedir.
John Locke etik sorunları hangi bakımdan ele almıştır?
John Locke (1632-1734) etik sorunları daha çok toplumsal ve hukuksal bakımdan ele alır. Hukuka uygun bir toplumsal düzenlemenin ve buna yardımcı olabilecek etik ilkelerin koşullarını araştırır. Bunun da akıl ve doğal yasa ile olabileceğini düşünür. Lockea göre insan zihni bir tabula rasadır. İnsan, doğasından gelen hiçbir bilgi, kavram ve ilkeye sahip değildir. İnsanda eylemleri için genel geçer ve zorunlu yargıları çıkarabileceği hiçbir hazır ilke yoktur. İyiyi ve kötüyü belirleyen şey, haz ve acıdır. Haz veren ve acıyı azaltan şey iyi, acıya neden olan şey ise kötüdür. Locke insanların doğuştan sahip oldukları bazı doğal hakları korumak için bir araya gelerek - Hobbesta olduğu gibi- toplumu ve onları yönetecek bir otoriteyi oluşturduğunu düşünür. Doğal yasanın buyurduğunu yapmak, hazzı arttırır, dolayısıyla iyidir. Locke için, iyilik, adalet, doğruluk gibi etik kavramların oluşumu doğrudan doğruya haz ve acı duygulanımlarının sonucudur. Locke, toplum kurallarının zorunlu ve genel geçer (apriori) olmadıkları için, toplumdan topluma değiştiğini ve uzlaşımsal olduğunu belirtmektedir. Bu durumda Lockea göre insanın etik eylemleri konusunda önemli olan şey, doğal yasayla ilgisinde iyinin ve kötünün bilgisidir. Bir toplumda ve bir otorite altında yaşayan insan bu bilgiye uygun hareket ettiğinde iyi ve mutlu yaşamış olacaktır.
Bernard De Mandeville insanın etik boyutu konusunda nasıl bir düşünce ortaya atmıştır?
İnsanın etik boyutu konusunda uç bir düşünceyi ortaya atan Bernard de Mandeville (1670-1733), insanda esas olan ve onu başarıya götüren şeyin bencillik olduğunu belirtmiştir. 1714 yılında yazdığı The Fable of the Bees or Private Vices made Public Benefits (Arı Masalı veya Kamu Yararlarına Dönüştürülmüş Özel Kö- tülükler) başlıklı kitabında insanın etik yanını yadsır. Ona göre, etik boyutun toplumun iyiliğine ve kültürün gelişmesine bir katkısı yoktur. Ayrıca bütün insanların erdemli olduğu bir toplum da olamaz. Bencillik, her türlü verimli eylemin kaynağı ve toplum yaşamının gelişmesini sağlayan unsurdur.
Francis Hutcheson ve Shaftesbury’a göre insanda bulunan etik duyarlılığın temeli ne olmuştur?
Francis Hutcheson ve Shaftesbury, insanda bulunan etik duyarlılığın temelinde bir duygunun bulunduğunu düşünmüşlerdir. İnsanın etik boyutunun ya da etik varlık olduğunun ifadesi olan bu duygu (moral sense), insanı iyiye, güzele ve doğruya yöneltir. Yine insanları dürüstlüğe, yardımseverliğe yönelten, ödev bilinci, kişisel sorumluluk, insan sevgisi kazandırabilen, etik sorunlara duyarlı yapan, iyiyi kö-tüden ayırt edebilmeyi sağlayan şey, insanda doğal olarak bulunan işte bu duygudur. İnsanda doğal olarak etik duyarlık bulunduğunu düşünen Shaftesbury (16711713), iyi ve kötüyle ilgili duygunun da bu doğal yapıdan gelen ahlâk duy(g)usundan doğduğu görüşündedir. Shaftesbury bu duy(g)unun, insandaki beş duyunun yanında altıncı bir duyu gibi iş gördüğünü düşünür. An Inquiry Con-cerning Virtue or Merit (Erdem ya da Liyakatla İlgili Araştırma) adlı eserinde etik ayrımların bu altıncı duyu yoluyla yapıldığını ileri sürer.
Shaftesbury Thomas Hobbes’in hangi savına karşı çıkmıştır?
Shaftesbury, Thomas Hobbesun kendini koruma güdüsüyle belirlenmiş insan anlayışının ve kendini sevmenin insanın en temel güdüsü olduğu savına karşı çıkar. Ona göre kendini sevme, iyilikten daha aşağıda duran bir eğilimdir. İnsanda doğal olarak bulunan bir duygudan gelen etik duyarlık, insanın kendini koruma ve kendini sevme güdüsünden daha dikkate değer bir yanıdır. Shaftesbury, insanda bulunan bu doğal özelliğin, uyumlu ve orantılı olan şeyleri tanıyıp, beğenmemizi sağlayan estetik duy(g)uya yakından benzediğini düşünür. Bu duy(g)u, yaşama sanatındaki iyi beğeni diye adlandırılabilir ve öteki beğeni biçimleri gibi eğitimle geliştirilebilir. Shaftesburye göre, erdemli olan kimse, bir sanatçı gibi, iyi olanı güzelliğinden tanır.
Özgecilik nedir?
Özgecilik (Diğerkâmlık, ing. Altruism, Fr. Altruisme, Alm. Altruismus,); kişilerin eylemlerinde hiçbir çıkar beklemeksizin başkalarını gözeterek eylemde bulunmalarını benimseyen anlayışta denir. İnsanda doğal olarak bulunan bencil duygular gibi özgeci duygular da vardır ve bunlar daha önemlidir. Kendi başına ne iyi ne de kötü olabilen insan, toplum içinde yer alır; bundan dolayı o daima başkasıyla birlikte vardır. Bunun için insan, başkasının acısını ve hazzını kendinde duyar ve toplumun iyiliğini kendini sevmenin üstünde tutarak iyi olur. Doğal yapısında bulunan özgeci ve bencil duygularını, yine kendinde doğal olarak var olan etik yanıyla kontrol altına alabilen insan, erdemlidir. Shaftesbury için de tek tek kişilerin iyiliğinden önce gelen ve onların iyiliğine temel olan şey herkesin/bütünün iyiliğidir, yani erdem kişilerin başkalarıyla ilişkilerinde söz konusudur. Kişiler için iyi olan şey ile başkalarının iyiliğine olacak şey arasında hiçbir çatışma yoktur ve insanın doğal eğilimi yardımseverliğe ve özgeciliğe yöneliktir. Erdemli kimse, diğer beş duyudan daha üstün olan etik duyarlığını (ahlâk duy(g)usunu) kendine kılavuz yaparak, tutkuları arasında doğru ölçüyü bulmuş olan, büyük bir sanat yapıtı olan evren içinde kendi kişiliğini de bir sanat yapıtı halinde biçimlendirmiş olan kimsedir.
Francis Hutchesona göre eylemlerdeki istemeyi belirleyen şey nedir?
Francis Hutchesona (1694-1747) göre eylemlerdeki istemeyi belirleyen şey akıl değil, duygudur. Tıpkı evrendeki uyumun güzelliğini içduyuyla algılamamız gibi erdemli olmayı ve eylemleri tanıyıp onaylamamızı sağlayan etik bir duyu vardır. Hutcheson da insanda doğal olarak bulunan bir duy(g)unun erdem sorunuyla bağlantılı olduğunu düşünür. Ahlâk duy(g)usu dediği bu duy(g)u diğer duy(g)ulardan farklıdır: bir eylemi veya bir karakteri onaylayan ya da reddeden özel bir duy(g)udur. Shaf-tesburyde olduğu gibi estetik duy(g)uya benzeyen bu duy(g)u, eylemler ve kişilerle ilgili yargıda bulunan yeti gibidir. Arat bu duy(g)uyu şöyle ifade etmektedir: İnsanlarda doğal olarak bir güzellik duyusu vardır. İnsanlar, doğal olduklarını herkesin kabul ettiği dış duyuları gibi biçimleri beğenmelerinde de büyük bir uyuşma içindedirler. Haz ve acı, hoşlanma ya da iğrenme onların algılamalarına doğal olarak bağlıdır... İnsanlarda doğal olan, onların eylemler, özyapılar ve duygulanımlardan hoşlanmalarını belirleyen ikinci bir üstün duyuyu kavramak güç olmayacaktır. İşte bu, ikinci denemeye konu olan, Ahlaksal Duyudur. Beş dış duyu ile benzerlik kurarak etik bir duyudan söz eden Hutcheson, kişilerde bu altıncı duyunun nesneleri olan güzelliğin ve erdemin daha sonra geliştiğini iddia eder. İnsanda dış algı ve iç algının yanında üçüncü bir algılama türü olan etik duyu (etik duyarlık) vardır. Bu duy(g)u, Shaftesburyde olduğu gibi, bütün insanlar için iyi olanın, bütün insanların mutluluğunun, tek insan için iyi olandan daha önemli olduğunu söylemektedir. İnsanda erdem ve güzelliğe ulaşmayı sağlayan ve kişileri herkes için iyi olanı seçmeye yönelten işte bu etik duy(g)udur.
David Humme’nin Etik duyarlılığın kaynağıyla ilgili düşünceleri nelerdir?
David Humme (1711-1776), ahlâk algılarının anlama yetisinin işlemleri arasında değil, beğeniler ve duyular arasında sınıflandırılması gerektiğini belirtir. Humea göre akıl, davranışların yönlendirilmesinde ve iyi olanla kötü olanın ayırt edilmesinde yeterli değildir. Ona göre ahlâk yargıları, akıl yargıları olamazlar, çünkü akıl bizi asla eyleme sevk edemez, oysaki moral yargıların kullanımının bütün hedefi ve amacı, eylemlerimize rehberlik etmektir. Erdemlerin ve kötülüklerin, övülen ve yerilen belli özellikler olduğunu öne süren Hume, erdemleri dörde ayırır: 1. Toplumsal erdemler: İyilikseverlik ve adalet, 2. Kendimize yararlı olan özellikler olan erdemler, 3. Bize doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler, 4. Başkalarına doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler. Bunlar arasında asıl erdem ya da tam erdem olma özelliğinin toplumsal erdemlerde bulunduğunu düşünür. İnsanın, ahlâksal karaktere sahip olabilmesi ve toplumsal erdemlerle hareket edebilmesi için ihtiyacı olan ise, insanı sadece kendine yararlı olanı bulmaya çalışmaktan kurtaran, başkalarının yararına ve iyiliğine uygun olanı bulmaya yönelten sempati (duygudaşlık) dir.
David Humme’nin sempati duygusu ile birlikte düşündüğü diğer kavram nedir?
Humeun sempati duygusu ile birlikte düşündüğü bir diğer kavram da vicdandır. Hume, başkalarının eylemlerini sempati sayesinde, toplumun iyiliğine yaptığı etkiyle tartma alışkanlığı sonucunda, insanın kendi eylemlerini de genel iyiliğe yaptığı katkı ile ölçme alışkanlığı edindiğini, bu değerlendirmelerin toplamına da vicdan denildiğini belirtir. Yani kişi, başkalarının eylemlerini ahlâklılığı açısından değerlendirirken, sempati duygusunu ölçüt olarak alır ve o eylemin, toplumun genel iyiliğine ne oranda katkı yaptığına bakar. Zamanla kendi davranış ve eylemlerini de (sempati duygusu tarafından öğretilmiş olan) başkalarının iyiliğini isteme ölçütüne göre değerlendirir. Böylece doğuştan sahip olunmayan, ancak öğrenilmiş olan vicdan ile karşı karşıya kalır.
Antinomi nedir?
Antinomi, teorik aklın kendi yapısından dolayı düştüğü bir durumdur. Teorik akıl bu idelerin var olduğunu, absürde indirgeme yoluyla temellendirmeye giriştiğinde çelişkiye düşer. Ama bunların var olmadığını temellendirmeye giriştiği zaman da yine çelişkiye düşer. Sonunda böyle bir idenin hem var olduğunu hem de var olmadığını yani bu ideyle ilgili bir tezi ve bunun antitezini aynı zamanda kabul etmiş olma durumuna düşer. İşte antinomi, teorik aklın düştüğü bu durumdur ve teorik aklın kabullenemediği bir durumdur. Kant, Saf Aklın Eleştirisinde dört antinomi üzerinde durur. Özgürlük bu antinomilerden biridir. Özgürlük antinomisinin tezine göre, herşeyin doğa nedenselliğine uygun şekilde olup bittiği kabul edilirse, dünyada olan biten her şeyi açıklamak mümkün değildir, dolayısıyla özgürlükten gelen bir nedenselliği de kabul etmek gerekir. Antinominin antitezine göre ise, özgürlük yoktur, her şey doğa yasalarına uygun olup biter.
John Stuart Mill özellikle hangi konular üzerinde durmuştur?
19. yüzyılda James Millin oğlu John Stuart Mill (1806-1873), Locke ve Hume’ün başlattığı çizgiyi izlemiştir. Babası tarafından eğitilen ve çok küçük yaşlarda geniş bilgi donanımı edinen J. S. Mill, toplum sorunlarına, iktisat ve politika konularına, özgürlük ve kadınla ilgili sorunlara eğilmiştir. Bu bakımdan Özgürlük Üzerine ve Kadının Köleleşmesi adlı eserleri dikkate değerdir. Özellikle kadının insan hakları sorununa eğilerek kadının hukuk, siyaset ve kültür alanlarında eşitliğini savunması önemlidir. Etik alanında J. S. Mill, J. Benthamın (1748-1832) temellerini attığı faydacılığı benimsemiştir. Öyle ki Mill, Benthamın Ahlâk ve Yasa Koymanın İlkeleri adlı eserinin kendisini bambaşka bir insan haline getirdiğini söylemiştir
John Stuart Mill hangi düşünceye karşı çıkmıştır?
John Stuart Mill, insanlarda iyiyi ve kötüyü bildiren doğal bir yetinin, bir duygunun veya içgüdünün bulunduğu düşüncesine karşı çıkmıştır. Bir eylemin insan refahını arttırmak şartıyla doğru olduğunu savunmuştur. Ona göre her eylemin son amacı olan mutluluk aynı zamanda ahlâklılığın da ölçütü olmaktadır. Mill, insanın ulaşmak istediği hazları düşünce hazları ve beden hazları olarak ikiye ayırmış ve düşünce bakımından gelişmiş insanların gereksinimlerinin de çeşitleneceğini ve böyle insanların mutluluğa kavuşmasının daha zor olacağını belirtmiştir. Millin faydacılığında mutluluk arzu edilen biricik şeydir. Erdemse, aslında hazza götürdüğü ve özellikle acıdan uzaklaştırdığı için arzu edilmektedir. Hazza götürmek için bir araç olan erdemin kendisi de bu nedenle, yani onun sayesinde mutluluğa ulaşıldığı için iyidir.
İnsanda doğal olarak etik duyarlık bulunduğunu düşünen Shaftesbury (1671-1713), “iyi ve kötü”yle ilgili duygunun neyden geldiğini savunmaktadır?
Shaftesbury (1671-1713), “iyi ve kötü”yle ilgili duygunun da bu doğal yapıdan gelen “ahlâk duy(g)usu”ndan doğduğu görüşündedir. Shaftesbury bu duy(g)unun, insandaki beş duyunun yanında altıncı bir duyu gibi iş gördüğünü düşünür.
Bentham’a göre erdemli insan kimdir?
Bentham’a göre haz verecek şeylerin ölçüsünü acı vereceklerin karşısında, iyice tartıp değerlendirmeyi bilen kimse, daha büyük hazlar için daha küçük hazlardan yüz çevirmeyi öğrenen, hatta sırasında daha büyük hazza erişmek için acıyı üzerine almaya hazır olan kimse, erdemli bir insandır.
Kant’a göre özgürlük nedir?
Kant’a göre özgürlük her şeyden önce bir “düşünce”dir. Bu ne demektir, peki? Bu, “özgürlük nedir?” sorusuna verilen bir yanıt olma bakımından, özgürlüğün ilkin ve özünde yalnızca bir “fikir, yani “saf aklın” düşündüğü bir “düşünce”, Kant’ın deyişiyle bir “ide” olması demektir.
Hume erdemleri ve kötülükleri nasıl değerlendirmiştir?
Hume erdemlerin ve kötülüklerin, övülen ve yerilen belli “özellikler” olduğunu öne sürmüştür.
John Locke insan zihnini nasıl tanımlamıştır?
Locke’a göre insan zihni bir “tabula rasa”dır. İnsan, doğasından gelen hiçbir bilgi, kavram ve ilkeye sahip değildir. İnsanda eylemleri için genel geçer ve zorunlu yargıları çıkarabileceği hiçbir hazır ilke yoktur. İyiyi ve kötüyü belirleyen şey, haz ve acıdır. Haz veren ve acıyı azaltan şey iyi, acıya neden olan şey ise kötüdür. Locke insanların doğuştan sahip oldukları bazı doğal hakları korumak için bir araya gelerek Hobbes’ta olduğu gibi toplumu ve onları yönetecek bir “otorite”yi oluşturduğunu düşünür.
18. yüzyılda öne çıkan, insanın etik duyarlığının kaynağıyla ilgili tartışmalara David Hume nasıl bir bakış açısı kazandırmıştır?
Hume (1711-1776), “ahlâk algılarının anlama yetisinin işlemleri arasında değil, beğeniler ve duyular arasında sınıflandırılması gerektiğini” belirtir. Hume’a göre akıl, davranışların yönlendirilmesinde ve “iyi” olanla “kötü” olanın ayırt edilmesinde yeterli değildir. Ona göre ahlâk yargıları, “akıl yargıları olamazlar, çünkü akıl bizi asla eyleme sevk edemez, oysaki moral yargıların kullanımının bütün hedefi ve amacı, eylemlerimize rehberlik etmektir”.
Kant özgürlük sorununu neden önemsemiştir?
Özgürlük, eski çağdan beri etiğin konuları arasında yer alan önemli bir sorundur aslında. İnsanın özgür bir varlık olup olmadığı, kararlarında, eylemlerinde onu belirleyen bir nedenin olup olmadığı, herhangi bir neden varsa bunun ne olduğu gibi sorular o dönemden beri yanıtlanmaya çalışılmıştır. 18. yüzyılda ilkin Hume, ardından da Kant bu sorunun şeklini değiştirerek, özgürlük kavramının içeriğine önemli bir açıklık getirmiştir. Etik tarihinde Kant, “insan özgür müdür, değil midir?”, “özgürlük var mıdır, yok mudur?” şeklinde sorulan soruyu, Hume’dan aldığı ipucunun da yardımıyla, değiştirmiş ve “özgürlük nedir?” diye sormuştur. Soruyu bu şekilde sormak, özgürlük kavramının içeriğinin aydınlatılması için elverişli bir yol açmıştır.
Kant, pozitif anlamda özgürlüğün yasası olan Ahlâk Yasasını nasıl ifade etmiştir?
Kant, pozitif anlamda özgürlüğün yasası olan Ahlâk Yasasını türetir ve şöyle dile getirir: “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin”.
Bacon hangi felsefecilere öncülük etmiştir?
Bacon’un bu yaklaşımı insanlararası ilişkilerde belirleyici olan eğilimler üzerinde düşünme yolunu açmıştır. Bu bakımdan kendisinden sonra gelen Hobbes, Locke, Shaftesbury, Hume gibi filozoflara öncülük ettiği söylenebilir.
Bacon etik kavramına nasıl yaklaşmıştır?
Etik konuları dinden ayırarak, insanla ilgili “iyi”nin araştırılmasının doğru olduğunu düşünen Bacon, “iyi” kavramını yararlı kavramı ile birlikte ele almıştır. Buna ek olarak gerçek erdemin topluma yararlı olan eylemlerde bulunduğunu düşünmüş ve “iyi”nin toplumun bütünüyle olan ilişkisine dikkat çekmiştir. Böylece Bacon “ahlâksal” olanın kaynağını, bütünün iyiliğine yönelmiş olan eylemlerle ilişki içinde belirlemeye çalışmıştır.
Hutcheson beş dış duyu ile benzerlik kurarak etik bir duyudan nasıl söz etmektedir?
Beş dış duyu ile benzerlik kurarak etik bir duyudan söz eden Hutcheson, kişilerde bu altıncı duyunun nesneleri olan güzelliğin ve erdemin daha sonra geliştiğini iddia eder. İnsanda dış algı ve iç algının yanında üçüncü bir algılama türü olan etik duyu (etik duyarlık) vardır. Bu duy(g)u, Shaftesbury’de olduğu gibi, bütün insanlar için iyi olanın, bütün insanların mutluluğunun, tek insan için iyi olandan daha önemli olduğunu söylemektedir. İnsanda erdem ve güzelliğe ulaşmayı sağlayan ve kişileri herkes için “iyi” olanı seçmeye yönelten işte bu etik duy(g)udur.
Locke’a göre insanın etik eylemleri konusunda önemli olan nedir?
Locke’a göre insanın etik eylemleri konusunda önemli olan şey, “doğal yasa”yla ilgisinde iyinin ve kötünün bilgisidir. Bir toplumda ve bir otorite altında yaşayan insan bu bilgiye uygun hareket ettiğinde iyi ve mutlu yaşamış olacaktır.
Saf aklın başka belli başlı ideleri nelerdir?
Saf aklın belli başlı ideleri; • Tanrı, • Ruh ve • Evren ya da • Sonsuzluk ideleridir.
Francis Hutcheson’a (1694-1747) göre eylemlerdeki istemeyi belirleyen nedir?
Francis Hutcheson’a (1694-1747) göre de eylemlerdeki istemeyi belirleyen şey akıl değil, duygudur. Tıpkı evrendeki uyumun güzelliğini içduyuyla algılamamız gibi erdemli olmayı ve eylemleri tanıyıp onaylamamızı sağlayan etik bir duyu vardır.
Shaftesbury için de tek tek kişilerin iyiliğinden önce gelen nedir?
Shaftesbury için de tek tek kişilerin iyiliğinden önce gelen ve onların iyiliğine temel olan şey herkesin/bütünün iyiliğidir, yani erdem kişilerin başkalarıyla ilişkilerinde söz konusudur. Kişiler için iyi olan şey ile başkalarının iyiliğine olacak şey arasında hiçbir çatışma yoktur ve insanın doğal eğilimi yardımseverliğe ve özgeciliğe yöneliktir.
İnsanın etik boyutu konusunda uç bir düşünceyi ortaya atan Bernard de Mandeville’nin (1670-1733) savunduğu nedir?
İnsanın etik boyutu konusunda uç bir düşünceyi ortaya atan Bernard de Mandeville (1670-1733), insanda esas olan ve onu “başarıya” götüren şeyin “bencillik” olduğunu belirtmiştir. 1714 yılında yazdığı “The Fable of the Bees or Private Vices made Public Benefits” (Arı Masalı veya Kamu Yararlarına Dönüştürülmüş Özel Kötülükler) başlıklı kitabında insanın etik yanını yadsır. Ona göre, etik boyutun toplumun iyiliğine ve kültürün gelişmesine bir katkısı yoktur. Ayrıca bütün insanların erdemli olduğu bir toplum da olamaz. Bencillik, her türlü verimli eylemin kaynağı ve toplum yaşamının gelişmesini sağlayan unsurdur.
Hobbes için insanların etiğe bakış açısı nasıldır?
Hobbes için insan, doğuştan etik bir varlık değildir; etik ilkeler, türün yararı için, akıl yoluyla ortaya konulur. Etiğe temel olan şey, doğa yasalarının “bilimi” dir. Etik, erdemin ve erdemsizliğin ne olduğunun bilgisi, neyin iyi neyin kötü olduğunun bilimidir. Böylece Hobbes’un insanın doğal durumu düşüncesine dayandırdığı “doğal hukuk” görüşüyle bağlantılı bir etik anlayışını benimsediği belirtilebilir. Burada Hobbes’un bir doğa varlığı olan insanın etik yönünün ne olduğunu belirlemeye çalıştığı ve etiği Bacon gibi dinden bağımsız şekilde ele aldığı görülmektedir.
18. yüzyılda ilk olarak İngiltere’de başlayıp daha sonra Fransa’da ve ardından da Almanya’da görülen düşünce hareketinin amacı nedir?
Bu hareket, insanın dünya ile bağını yeni bir varlık, insan ve dünya anlayışıyla oluşturma amacını taşımaktadır.
Kant Yunan felsefesini hangi bilimlere ayırmıştır?
Immanuel Kant eski Yunan felsefesinin; • Fizik, • Etik ve • Mantık olmak üzere üç bilime ayrıldığını söylemiştir.
Hume için toplum neyin sonucudur?
Hume için toplum, Locke ve Hobbes’ta olduğu gibi insanın kendini korumak için zorunlulukla kurduğu dışsal bir otorite değil, sempatinin (duygudaşlığın) doğal bir sonucudur.
John Locke (1632-1734) da etik sorunları nasıl ele almaktadır?
John Locke (1632-1734) da etik sorunları daha çok toplumsal ve hukuksal bakımdan ele alır. Hukuka uygun bir toplumsal düzenlemenin ve buna yardımcı olabilecek etik ilkelerin koşullarını araştırır. Bunun da akıl ve doğal yasa ile olabileceğini düşünür.
Thomas Hobbes’un (1588-1679) etik sorunlara ilgisi nasıldır?
İnsan dünyasının siyasetle ilgili sorunlarına öncelik veren Thomas Hobbes’un (1588-1679) etik sorunlara ilgisi dolaylı şekildedir. Onun etik sorunlara bakış şeklini belirleyen şey, “doğal insan” düşüncesine dayalı insan anlayışıdır. Hobbes’a göre “insan, her şeyden önce kendi varlığını ayakta tutmaya, koruyup sürdürmeye çalışır; bu, onun ana güdüsüdür; onun bütün eylemlerini belirleyen, bu güdüdür. Bu da insanı doğa nimetlerinden elden geldiğince çok yararlanmaya sürükler. Ama bu yüzden de herkes, ister istemez, birbirinin düşmanı olur ve ‘herkesin herkese karşı savaşı’ (bellum omnium contra omnes) başlar. Bu durumda ‘insan, insanın kurdu’ (homo homini lupus) olur.
Hobbes’a göre insanın tüm eylemlerini yöneten ilke nedir?
Hobbes’a göre insanın tüm eylemlerini yöneten ilke, “kendini koruma ve sevme içgüdüsü”dür. Dolayısıyla insanın doğal yapısında başkalarını gözeterek eylemde bulunma eğilimi yoktur. Doğal durumu/yapısı gereği bencil olan insan, diğer insanlarla yaşarken yalnızca kendini düşünür. İnsanda doğal olarak bulunan “kendini koruma güdüsü”, başkasıyla ilişki durumunda bir tehdit ve tehlike oluşturur, yani savaş durumuna yol açar.
Hobbes’a göre insanın doğal durumu nasıldır?
İnsanın doğal durumu (status naturalis) aslında bir savaş durumudur. Bunun çözümü ise insanın yurttaşlık durumuna (status civilis) girmesidir. Bu da yasal düzenlemeler yapmayı ve “devlet kurmayı” gerektirmektedir. Hobbes, kendini koruma içgüdüsü ile hareket eden insanın, barışı sağlamak için insanlararası ilişkiler alanında bazı ilkeleri akıl yolu ile ortaya koyması gerektiğini söyler.
Etik alanda J. S. Mill hangi düşünceyi benimsemiştir?
J. S. Mill, J. Bentham’ın temellerini attığı “faydacılığı” benimsemiştir.
Kant’a göre ödeve uygun eylemler ile ödevden dolayı yapılan eylemler arasında nasıl bir ayrım vardır?
Ödeve uygun eylemler ile ödevden dolayı yapılan eylemler aralarındaki fark, bu eylemlerin temelindeki istemede ya da niyette bulunur. Ödeve uygun bir eylemin temelinde bir çıkar vardır. Ödevden dolayı yapılan eylemde ise iyi isteme bulunur.
Hume’a göre vicdan nedir?
Hume, başkalarının eylemlerini sempati sayesinde, toplumun iyiliğine yaptığı etkiyle tartma alışkanlığı sonucunda, insanın kendi eylemlerini de genel iyiliğe yaptığı katkı ile ölçme alışkanlığı edindiğini, bu değerlendirmelerin toplamına da vicdan denildiğini belirtir. Yani kişi, başkalarının eylemlerini “ahlâklılığı” açısından değerlendirirken, sempati duygusunu ölçüt olarak alır ve o eylemin, toplumun genel iyiliğine ne oranda katkı yaptığına bakar. Zamanla kendi davranış ve eylemlerini de -sempati duygusu tarafından öğretilmiş olan başkalarının iyiliğini isteme ölçütüne göre değerlendirir. Böylece doğuştan sahip olunmayan, ancak öğrenilmiş olan “vicdan” ile karşı karşıya kalır.
Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesinde de Kant, bu ahlâk yasasını nasıl dile getirmiştir? Açıklayınız.
Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesinde de Kant, bu ahlâk yasasını üç buyruk şeklinde dile getirir ve bunlara; • “Kesin buyruk”, • “Ödev buyruğu” ve • “Pratik buyruk” adını verir. Buyruğun genelliğinin vurgulandığı “kesin buyruk” şöyle der: “Ancak aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun”. Ödevin istisnasızlığının vurgulandığı “ödev buyruğu” da şöyle der: “Eyleminin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun”. İnsan olmanın koşulsuz değerine vurgu yapan “pratik buyruk” ise şöyle dile getirilmiştir: “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun”.
Kant’a göre “iyi isteme” nedir?
“İyi isteme”nin ne olduğunu belirlemekte ise, bize en çok Ahlâk Yasasının üçüncü dile getirilişi olan “pratik buyruk” yardımcı oluyor: “Bir eylemin amacı, insanın değerini kişinin insan olarak kendi değerini veya başkasının insan olarak değerini insan olmanın değerini korumaksa; bir insan bir eylemde bulunurken amacı, karşısındaki insana kendi başına bir amaç olarak muamele etmekse, işte bu, iyidir; böyle bir amacı olan isteme iyidir veya iyi istemedir”.
Kant, felsefe tarihindeki vazgeçilemez yerini eserleriyle sağlamıştır?
Kant, felsefe tarihindeki vazgeçilemez yerini şu üç büyük eseriyle sağlamıştır: • Saf Aklın Eleştirisi, • Pratik Aklın Eleştirisi ve • Yargı gücünün Eleştirisi.
18. yüzyıl, felsefe tarihinde nasıl adlandırılmaktadır? Nedeni nedir?
18. yüzyıl, felsefe tarihinde “aydınlanma dönemi” veya “felsefe yüzyılı” diye de adlandırılan bir dönemdir. Bunun nedeni 18. yüzyılda ilkin İngiltere’de başlayıp daha sonra Fransa’da ve ardından da Almanya’da görülen düşünce hareketidir.
Hume, erdemleri nasıl ayırmıştır?
Hume, erdemleri dörde ayırır: • Toplumsal erdemler: İyilikseverlik ve adalet, • Kendimize yararlı olan özellikler olan erdemler, • Bize doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler, • Başkalarına doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler. Bunlar arasında asıl erdem ya da tam erdem olma özelliğinin toplumsal erdemlerde bulunduğunu düşünür. İnsanın, “ahlâksal” karaktere sahip olabilmesi ve toplumsal erdemlerle hareket edebilmesi için ihtiyacı olan ise, insanı sadece kendine yararlı olanı bulmaya çalışmaktan kurtaran, başkalarının yararına ve iyiliğine uygun olanı bulmaya yönelten “sempati”dir (duygudaşlık).
Francis Hutcheson ve Shaftesbury İnsanda bulunan etik duyarlığın temelinde neyin olduğunu düşünmüşlerdir?
Francis Hutcheson ve Shaftesbury, bunun temelinde bir duygunun bulunduğunu düşünmüşlerdir. İnsanın etik boyutunun ya da etik varlık olduğunun ifadesi olan bu duygu (moral sense), insanı iyiye, güzele ve doğruya yöneltir. Yine insanları dürüstlüğe, yardımseverliğe yönelten, ödev bilinci, kişisel sorumluluk, insan sevgisi kazandırabilen, etik sorunlara duyarlı yapan, ‘iyi’yi ‘kötü’den ayırt edebilmeyi sağlayan şey, insanda doğal olarak bulunan işte bu duygudur.
Kant’a göre etik nedir?
Belirli nesnelerle ve bu nesnelerin bağlı olduğu yasalarla ilgili olan içerikli felsefeden özgürlüğün yasalarına ilişkin olana ‘etik’ denir. Ayrıca bu bilime ‘ahlâk öğretisi’ de denir”.
Bentham’ın, eskiçağdan beri aranan “iyi”yi, fayda olarak kavramasının temelinde ne vardır?
Bentham’ın “iyi”yi, fayda olarak kavramasının temelinde insanın haz ve acı duyumları vardır. Bentham, bütün canlı varlıkların, doğaları gereği, haz peşinde koşup, acıdan uzaklaşmaya çalıştıklarını göz önüne alarak, haz ve acı duyumlarının dayanak noktası olabileceğini düşünmüştür.
Hume’a göre sempati nedir?
Hume’a göre sempati, insanın yapısında doğal olarak bulunan çok güçlü bir duygudur. Bu duygu, genel olarak nesnelerle ilgili yargılarımız bakımından olduğu kadar, “ahlâk” konusunda yargıda bulunurken de önemli büyük bir etkiye sahiptir. Kişinin “toplumun” iyiliğini, kendi isteklerinin önüne koymasının, hatta kendi çıkarına uymasa bile “toplumun” iyiliğine uygun olan durumları kabul etmesinin ve böylece gerektiğinde kendi çıkarına karşı koyabilmesinin nedeni, işte doğal olarak sahip olduğu bu sempati duygusudur.
J. S. Mill mutluluğu nasıl değerlendirmiştir?
J. S. Mill’e göre de eylemlerimiz mutluluğu sağladığı ölçüde doğrudur. Mutsuzluğa yol açtıklarında ise yanlıştırlar. Ancak, J. S. Mill, hazlar arasında elde edilen mutluluğun yalnız niceliği bakımından değil, niteliği bakımından da fark olduğu görüşündedir. Bundan dolayı kimi mutluluk çeşitleri diğerlerinden daha çok değerli sayılır ve istenir veya tercih edilir. Burada bir hazzın ve onun getirdiği mutluluğun daha tercih edilir veya istenir olmasında şu nokta belirleyicidir: “Deneyip bildikleri iki şeyden birini bütün insanlar ya da hemen hemen bütün insanlar daha çok istiyorlar, ona erişmek için daha çok çaba gösteriyorlarsa bu şey ötekinden daha değerlidir”. Mill’in faydacılığında mutluluk arzu edilen biricik şeydir.
Mill, insanın ulaşmak istediği hazları nasıl ayırmıştır?
Mill, insanın ulaşmak istediği hazları; • Düşünce hazları ve • Beden hazları olarak ikiye ayırmış ve düşünce bakımından gelişmiş insanların gereksinimlerinin de çeşitleneceğini ve böyle insanların mutluluğa kavuşmasının daha zor olacağını belirtmiştir.
Kant’a göre maksim nedir?
Kant’a göre “Maksim, eylemde bulunanın öznel ilkesidir ve nesnel ilkeden, yani pratik yasadan ayırt edilmelidir. İlki, aklın öznenin koşullarına (sık sık bilgisizliğine ya da eğilimlerine) uygun olarak belirlediği pratik kuralı içerir, bundan dolayı da öznenin ona göre eylemde bulunduğu ilkedir; yasa ise, her akıl sahibi varlık için geçerli olan nesnel ilke ve ona göre eylemde bulunması gereken ilkedir, yani buyruktur”.
John Stuart Mill’a göre insan için asıl amaç nedir?
Bentham’ın herkes için en büyük mutluluğa ulaşma ülküsüne dayalı “faydacılık” ilkesini benimsemiş olan John Stuart Mill, Bentham’ın bu ilkesini aydınlanma düşünürlerinin kültür mirasını da dikkate alarak etik sorunlara “toplumsal” koşullarla ilgi içinde çözüm getirebilecek bir etik görüş geliştirmeye çalışmıştır. Bu amaçla o da, insan için asıl amacın mutluluk olduğunu düşünmüştür.
18. yüzyılda etik sorunlara eğilen filozofların, genel olarak hangi soruyu yanıtlamaya çalıştıkları görülür?
18. yüzyılda etik sorunlara eğilen filozofların, genel olarak “İnsanda bulunan etik duyarlığın temeli nedir?” sorusunu yanıtlamaya çalıştıkları görülür.
Bentham’ın yaklaşımıyla etiğin neden “rasyonel bir bilim” haline geldiği söylenebilir?
Çünkü daha büyük hazza erişmek için küçük hazlara yüz çevirebilen ve acıyı göze alabilen erdemli insan için, etik bilgide esas olan şeyin, haz ve acının iyi oranlanması, duyguların iyi tartılması ve hesaplanması olduğu görülmektedir.
John Stuart Mill toplum ve mutluluğa bakış açısı nasıldır?
İstenen bir şeyin herkesin mutluluğunun bir parçası olduğu ya da bu mutluluğun bir aracı olduğu durumda arzu edilir/istenir olduğunu söyleyerek, kişi ile toplum arasındaki ilişkiyi göz önünde bulunduran ve etik sorunlara bu ilişki temelinde çözüm bulmak isteyen bir çaba içinde olmuştur.
18. yüzyıl, felsefe tarihinde nasıl adlandırılır?
18. yüzyıl, felsefe tarihinde “aydınlanma dönemi” veya “felsefe yüzyılı” diye de adlandırılan bir dönemdir. Bunun nedeni 18. yüzyılda ilkin İngiltere’de başlayıp daha sonra Fransa’da ve ardından da Almanya’da görülen düşünce hareketidir.
Aydınlanma dönemi hangi zamanı ifade etmektedir?
Aydınlanma dönemi tarihsel bakımdan 18. yüzyılı ifade etmekle birlikte, bu dönem Rönesans'a kadar geri götürülebilir. Nitekim Francis Bacon (1561-1626), ele aldığı diğer felsefe sorunlarının yanında etik sorunlara da değinmiş, etik sorunların dinden bağımsız şekilde ele alınması yönünde adım atmıştır.
Etik konuları dinden ayıran düşünür kimdir?
Etik konuları dinden ayırarak, insanla ilgili “iyi”nin araştırılmasının doğru olduğunu düşünen Bacon, “iyi” kavramını yararlı kavramı ile birlikte ele almıştır.
İnsan dünyasının siyasetle ilgili sorunlarına öncelik veren filozof kimdir?
İnsan dünyasının siyasetle ilgili sorunlarına öncelik veren Thomas Hobbes’un (1588-1679) etik sorunlara ilgisi dolaylı şekildedir. Onun etik sorunlara bakış şeklini belirleyen şey, “doğal insan” düşüncesine dayalı insan anlayışıdır.
"İnsanda bulunan etik duyarlığın temeli nedir?" sorusunu hangi filozoflar açıklamaya çalışmıştır?
İnsanda bulunan etik duyarlığın temeli nedir? Francis Hutcheson ve Shaftesbury, bunun temelinde bir duygunun bulunduğunu düşünmüşlerdir. İnsanın etik boyutunun ya da etik varlık olduğunun ifadesi olan bu duygu (moral sense), insanı iyiye, güzele ve doğruya yöneltir. Yine insanları dürüstlüğe, yardımseverliğe yönelten, ödev bilinci, kişisel sorumluluk, insan sevgisi kazandırabilen, etik sorunlara duyarlı yapan, ‘iyi’yi ‘kötü’den ayırt edebilmeyi sağlayan şey, insanda doğal olarak bulunan işte bu duygudur.
Shaftesbury “iyi ve kötü” ile ilgili duyguyu nasıl açıklamıştır?
İnsanda doğal olarak etik duyarlık bulunduğunu düşünen Shaftesbury, “iyi ve kötü”yle ilgili duygunun da bu doğal yapıdan gelen “ahlak duy(g)usu”ndan doğduğu görüşündedir. Shaftesbury bu duy(g)unun, insandaki beş duyunun yanında altıncı bir duyu gibi iş gördüğünü düşünür.
Özgecilik nedir?
Özgecilik (Diğerkâmlık, İng. Altruism, Fr. Altruisme, Alm. Altruismus,) kişilerin eylemlerinde hiçbir çıkar beklemeksizin başkalarını gözeterek eylemde bulunmalarını benimseyen anlayıştır.
Shaftesbury, bencil içgüdüler ile özgeci içgüdüler arasındaki ilişkiyi nasıl açıklar?
Shaftesbury’nin bencil içgüdüler ile özgeci içgüdüler arasında kesin bir ayrım yapması, etik duyarlığı sağlayan duy(g)uyu (moral sense) eylemlerin değerlendirilmesinde bir ölçüt olarak ele alması ve bir kişi için iyi olan ile herkes için iyi olan arasında bulduğu uyum, kendisinden sonra gelen filozofları önemli oranda etkilemiştir.
Hume, ahlak yargılarını nasıl açıklamaktadır?
Hume’a göre akıl, davranışların yönlendirilmesinde ve “iyi” olanla “kötü” olanın ayırt edilmesinde yeterli değildir. Ona göre ahlak yargıları, “akıl yargıları olamazlar, çünkü akıl bizi asla eyleme sevk edemez, oysaki moral yargıların kullanımının bütün hedefi ve amacı, eylemlerimize rehberlik etmektir”.
Hume’a göre akıl ve duygular arasındaki ilişki nasıldır?
Hume, aklı ve duyguları birbirinden kesin olarak ayırır ve Hutcheson’la aynı fikirde olduğunu belirtir: “Doğru ile yanlışı ayırt etmemizi sağlayan yeti ile erdem ve kötülüğü ayırt etmemizi sağlayan yeti, uzun zaman birbirine karıştırılmış ve tüm ahlakın, düşünme gücü olan her zihne nicelik ve sayı hakkındaki önermeler gibi değişmez gelen, ebedî ve bozulmaz ilişkiler üzerine kurulu olduğu sanılmıştır.
Vicdan, Hume için ne anlama gelmektedir?
Bir grup üyesi olarak kişinin, benimsemiş olması gerektiğini düşündüğü, doğallıklarına inandığı belirli genel değer yargılarından ve bunların temelindeki kural ve ilkelerden kendini sorumlu duyması anlamına gelen vicdan denen bilinç olgusu, kişinin kendini değerlendirmede esas aldığı topluluğun temelindeki ahlaki kabuller, insana ilişkin felsefi bilgiye dayanmıyor ve insanın değerini korumuyorsa, “kişinin vicdanına göre hareket etmesi”, “vicdanının sesine kulak vermesi” istemi, oldukça “tehlikeli” bir istem olarak değerlendirilebilir.
Hume’un erdemleri kaça ayrılır?
Hume, erdemleri dörde ayırır: 1) Toplumsal erdemler: İyilikseverlik ve adalet, 2) Kendimize yararlı olan özellikler olan erdemler, 3) Bize doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler, 4) Başkalarına doğrudan doğruya hoş gelen özellikler olan erdemler. Bunlar arasında asıl erdem ya da tam erdem olma özelliğinin toplumsal erdemlerde bulunduğunu düşünür. İnsanın, “ahlaksal” karaktere sahip olabilmesi ve toplumsal erdemlerle hareket edebilmesi için ihtiyacı olan ise, insanı sadece kendine yararlı olanı bulmaya çalışmaktan kurtaran, başkalarının yararına ve iyiliğine uygun olanı bulmaya yönelten “sempati” (??µ??????, duygudaşlık)'dir.
Hume, haz ve acı duygularını anlatırken kimden etkilenmiştir?
Hume da Shaftesbury ve Hutcheson gibi, haz ve acının bizi eyleme geçiren başlıca duygular olduğunu kabul eder. Ancak insanın, kendisinin dışına çıkarak başkalarının haz ve acılarını da duymasını sağlayacak bir ilke olarak sempati kavramından söz eder. Ona göre sempati, insanın yapısında doğal olarak bulunan çok güçlü bir duygudur. Bu duygu, genel olarak nesnelerle ilgili yargılarımız bakımından olduğu kadar, “ahlak” konusunda yargıda bulunurken de önemli büyük bir etkiye sahiptir. Kişinin “toplumun” iyiliğini, kendi isteklerinin önüne koymasının, hatta kendi çıkarına uymasa bile “toplumun” iyiliğine uygun olan durumları kabul etmesinin ve böylece gerektiğinde kendi çıkarına karşı koyabilmesinin nedeni, işte doğal olarak sahip olduğu bu sempati duygusudur.
Antinomi nedir?
Antinomi, teorik aklın kendi yapısından dolayı düştüğü bir durumdur.
Kant’a göre özgürlük nedir?
Kant’a göre özgürlük her şeyden önce bir “düşünce”dir. Bu ne demektir, peki? Bu, “özgürlük nedir?” sorusuna verilen bir yanıt olma bakımından, özgürlüğün ilkin ve özünde yalnızca bir “fikir, yani “saf aklın” düşündüğü bir “düşünce”, Kant’ın deyişiyle bir “ide” olması demektir.
Kant, Saf Aklın Eleştirisi’nde özgürlük antinomisini nasıl açıklamıştır?
Kant, Saf Aklın Eleştirisi’nde dört antinomi üzerinde durur. Özgürlük bu antinomilerden biridir. Özgürlük antinomisinin tezine göre, her şeyin doğa nedenselliğine uygun şekilde olup bittiği kabul edilirse, dünyada olan biten her şeyi açıklamak mümkün değildir, dolayısıyla özgürlükten gelen bir nedenselliği de kabul etmek gerekir. Antinominin antitezine göre ise, özgürlük yoktur, her şey doğa yasalarına uygun olup biter.
Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesinde de Kant, ahlak yasasını hangi buyruklarla dile getirmiştir?
Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde de Kant, bu ahlak yasasını üç buyruk şeklinde dile getirir ve bunlara “kesin buyruk”, “ödev buyruğu” ve “pratik buyruk” adını verir.
Kant, “kesin buyruk”ta nelerden söz etmektedir?
“Kesin buyruk” şöyle der: “Ancak aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun”. Ödevin istisnasızlığının vurgulandığı “ödev buyruğu” da şöyle der: “Eyleminin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun”. İnsan olmanın koşulsuz değerine vurgu yapan “pratik buyruk” ise şöyle dile getirilmiştir: “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun”.
Etik alanında J. S. Mill hangi akımı benimsemiştir?
Etik alanında J. S. Mill, J. Bentham’ın (1748-1832) temellerini attığı faydacılığı benimsemiştir. Öyle ki Mill, Bentham’ın Ahlak ve Yasa Koymanın İlkeleri adlı eserinin kendisini bambaşka bir insan haline getirdiğini söylemiştir.
Bentham, hazza ulaşmak isteyen insanın neler yapmasını gerektiğini söylemiştir?
Bentham, hazza ulaşmak isteyen insanın, ona en büyük hazzı getirecek olanı seçmek için, ya da kısa vadeli bir acının sonundaki büyük hazza ulaşabilmek için, bir haz hesabı yaptığını, hazza ulaşmak için aklı böyle bir hesap işleminde kullandığını belirtir. Demek ki bazen acıyı hazza tercih etmek de söz konusudur.
J. S. Mill’e göre de eylemlerimiz ne ölçüde doğrudur?
J. S. Mill’e göre de eylemlerimiz mutluluğu sağladığı ölçüde doğrudur. Mutsuzluğa yol açtıklarında ise yanlıştırlar. Ancak, J. S. Mill, hazlar arasında elde edilen mutluluğun yalnız niceliği bakımından değil, niteliği bakımından da fark olduğu görüşündedir. Bundan dolayı kimi mutluluk çeşitleri diğerlerinden daha çok değerli sayılır ve istenir veya tercih edilir.
Mill, insanın ulaşmak istediği hazları kaça ayırır?
Mill, insanın ulaşmak istediği hazları düşünce hazları ve beden hazları olarak ikiye ayırmış ve düşünce bakımından gelişmiş insanların gereksinimlerinin de çeşitleneceğini ve böyle insanların mutluluğa kavuşmasının daha zor olacağını belirtmiştir.
Mill’in faydacılığında mutluluk nedir?
Mill’in faydacılığında mutluluk arzu edilen biricik şeydir. Erdemse, aslında hazza götürdüğü ve özellikle acıdan uzaklaştırdığı için arzu edilmektedir. Hazza götürmek için bir araç olan erdemin kendisi de bu nedenle, yani onun sayesinde mutluluğa ulaşıldığı için “iyi”dir.