XVIII. Yüzyıl Türk Edebiyatı Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Mahalli-Folklorik Üslup Ve Temsilcileri-Iı
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
O tıfl-ı nâzı gördüm rûyuna hurşîd eser etmiş Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş Meğer zâlim kaçup tenhâca Sadâbâda dek gitmiş Temâşâ eylemiş âlâyını şevketlü hünkârın dörtlüğünün çevirisini ve anlamını yazınız.
O nazlı yavruyu gördüm; güneş, yanaklarına tesir etmiş, kızartmış. Haberim olmamıştı, neler ettiğini sonradan öğrendim. Meğer zalim, kaçıp tek başına Sadabad’a gitmiş de heybet-li sultanın alay merasimini seyretmiş. Çevirisidir. Çocuk gibi nazlanan güzel, Sadabad’a tek başına gidip güneşli havada haşmetli sulta-nın alay törenini seyrettiği için açık havada yanakları kızarmış. Şair, güzelin yanaklarında-ki güneş izlerinden hareketle onun ne yaptığına dair yorumlarda bulunmaktadır. Yüklendiği anlamdır.
5. Sorudaki dörtlüğüm anlamını ifade ediniz.
Sadabad köşkünün etrafında gezintiye çıkan güzeller varmış. Bu güzellerin özellikleri sayılırken “şirin ve leyli” kelimelerinin hem sözlük anlamları hem de aşk mesnevilerinin kadın kahramanları hatırlatılmıştır (tevriye). Kanallarla köşke getirilen suların çağlaması, alkış sedasını andırdığından benzerlik ilişkisine dayalı güzel yorum (hüsn-i talil) yapılmıştır. Alkış kelimesi, eski metinlerde bugünkü anlamıyla değil, kargış kelimesinin zıt anlamlısı olarak “hep bir ağızdan yapılan dua ve övgü” yerine kullanıldığından bendin son dizesiyle uyum sağlanmıştır.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır dizelerinin çevirisi nasıldır?
O süzgün bakışın maksadını anlarız; anlayışımız vardır. Evet, söz söylemeyi bilmeyiz ama biraz irfanımız vardır. Şeklindedir.
Şairin şiirleri ve yaşamı arsında nasıl bir bağ kurulabilir?
Şair, hayatının büyük bölümünü sürgün ve affedilme arasında geçirdiği için divanında döneminin yöneticilerine yazılmış doksan kadar kaside vardır. Bu kasideler, şairin hayatına ve psikolojisine dair önemli veriler içerir.
Mest-i nâzım kim büyütdü böyle bî-pervâ seni Kim yetiştirdi bu gûne servden bâlâ seni Dizelerindeki anlamları yazınız.
Sevgili nazdan sarhoş gibi olmuştur. Bu bakımdan tutum ve davranışlarında oldukça rahat, kurallara aldırmayan bir tavır sergilemektedir. Boyu selviden daha uzundur. İlk di-zede kim büyüttü, ikinci dizede kim yetiştirdi sorularıyla beğenisini ifade etmekle birlikte aynı zamanda mest-i naz (=sevgili) bir çocuk gibi algılanmaktadır (kapalı istiare).
Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar Mükahhal gözlü şîrîn sözlü leylî yüzlü âhûlar Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular Ederlermiş du‘âsın pâdişâh-ı ma‘deletkârın şiirindeki ma‘deletkâr anlamı nedir?
ma‘deletkâr : adaletli, insaflı demektir.
Eşkimde böyle şu‘le nedendir meger ki sen Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül dizelerindeki anlatımı açıklayınız.
Parlaktır. Ayrıca belli bir düzeyde sıcaklığa sahiptir. Bu doğal bir durumdur. Şair bu doğal durumu bilmezlikten gelir (tecahül-i arif) ve gönlüne seslenerek “meğerki” ifa-desiyle bir ihtimali belirtir. Bu da ateş ve ışık gibi gönlün de gözyaşının içinde gizli olma-sı ihtimalidir. Şair, dolaylı olarak, göz yaşındaki parıltının gönüldeki ateşten kaynaklandığını sezdirmektedir.
Eserleri nelerdir?
Sürurî’nin Neşatengiz adını verdiği divanı (Batur, 2010) dışında Hezliyat’ı (Ayan, 2002) ve çeşitli şairlerden derlediği tarih manzumelerini ihtiva eden bir Mecmua’sı vardır.
Yok bu şehr içre senin vasf etdiğin dilber Nedîm Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana dizelerinde dilber ve peri nin anlamları nelerdir?
dilber :gönlü alıcı güzel perî :cinlerin dişilerine verilen ad; güzel ve alımlı bayan anlamlarına gelir.
Enderunlu Fazıl ‘ın şiirlerinin özellikleri nasıldır?
Fazıl, klasik şiirin temel zemininden ayrılmamaya özen gösterir; fakat ondan çok daha ileri boyutta bir ferdiyet hissi ile şiirini hayata açar. Coşkusunu Nedim’den ve umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışan şair, geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslupla hikmetli sözler söylemeye gayret eder. Ama bütün hayat hikâyesinin de özeti sayılabilecek dağınıklık ve lakayıtlık, çoğu zaman onu basitliğe sevk ederek, hem kafiye ve redif seçiminde hem de benzetme ve ifadelerde şiirine nitelik kaybettirir. Fazıl, İstanbul manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatır. Bu yönüyle Nedim’i çağrıştıran bir edası vardır. Özellikle şarkılarında bu yakınlık daha fazla sezilir. Fakat onun şiirinde küçük yaşta girdiği Enderun’un izleri daha belirgindir. Divanında başta tarih ve coğrafya olmak üzere çeşitli ilimlerden devşirdiği kavramlarla örülmüş şiirler vardır.
Fazıl’ın Hubanname adlı mesnevisinin konusu nedir?
Şehrengiz geleneğine eklemlenebilecek bu eser, aruzun “fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün” kalıbıyla yazılmış 796 beyitten oluşan bir mesnevidir. Bu mesnevi, sevgilinin “Hangi memlekette güzel çoktur?” sorusuna cevap olmak üzere yazılmış ve Reisül-küttab Ebubekir Ratip Efendi’ye ithaf edilmiştir. Eserin giriş kısmında güzellik konusu ele alınmış, ardından dönemine göre yeni sayılabilecek çeşitli coğrafi bilgiler verilmiştir. Hindistan’dan Yeni Dünya (Amerika)’ya kadar birçok ülkenin erkek güzelleri tasvir edilmiştir.
Nedim‘in şarkı şairi olarak tanınma sebebi nedir?
Sadabad, devrin şairlerinin kaside ve kıtalarına konu olmuş, hatta Nedim musammatlarında da Sadabad’ı övmüştür. Nedim’in bentlerden oluşan nazım biçimleri (musammat) arasında en çok tercih ettiği biçim, murabbadır. Murabbaların şarkı formunda bestelenmesinden ötürü Nedim şarkı şairi olarak da tanınmıştır.
"Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın" mısrasında geçen siyehkâr sözcüğü ne anlama gelmektedir?
Siyehkâr sözcüğü "günahlı, suçlu" anlamına gelmektedir.
"Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana" mısrasındaki ruhsâr sözcüğü ne anlama gelmektedir?
Çevirisi Nezaket haddeden geçmiş, sana boy bos olmuş; şarap şişeden süzülmüş sana kırmızı ya-nak olmuş. Şeklindedir. Anlamı ise; Madenler haddeden geçirilerek inceltilir. Nezaket soyut bir kavram ve davranış biçimi olduğu hâlde daha da incelmek için haddeden geçerek güzelin boyu bosu olmuş. Şarap da süzüle süzüle güzelin yanağına yakışacak kırmızılık düzeyine erişmiş. Fiillerin kullanımı- na bakılırsa her iki işlem de kendiliğinden olmuş izlenimi vermektedir. Bu çeşit hayaller hiç şüphesiz Hint üslubunun ürünüdür. Şeklinde yorumlanır.
"Bugün bir mahrem-i esrâr yâr-ı nükte-pîrâdan
İşitdim kim sayup uşşâkını ey şûh-ı simîn-ten
Nedîm-i zâra benzer âşıkım yokdur demişsin sen
Efendim işte vardır ben esîrin ben giriftârın"
Nedim'e ait bu dizelerde hangi sanatın belirgin örneklerinden biri görülmektedir?
Nedim’in şiirlerinde sık başvurduğu konuşma üslubu, daha doğrusu dedikodu tarzı bu bentte de görülmektedir. Tecrit sanatının en güzel örneklerinden biriyle karşılaşmaktayız. Şair, sevgiliye âşıklarının içinde Nedim gibisinin olmadığını söylettikten sonra kendisinin tutkun, tutsak olduğunu belirterek etkili bir söyleyiş tarzı geliştirmişti.
Müverrih Sururi nin Şairliği hakkında kısaca bilgi veriniz
Yazdığı iki bin yüze yakın tarih manzumesi, Osmanlı toplumunun gerçekçi, muzip, kıvrak zekâlı ve hazır cevap bir şair tarafından çıkarılmış panoraması gibidir. Sürurî, hayatın en acı gerçekleriyle alaycı bakış açısını ustalıkla birleştirebilmiş nadir kalemlerdendir. Önemli, önemsiz, hatta şahit olduğu ya da olmadığı her türlü olayı tarihleştiren Sürürî, tüm sanat kudretini bu tarih manzumelerine vakfetmiştir. Noktalı ya da noktasız harflerin hesaplanmasıyla düşürülen tarihlerden aynı tarihi sekiz kere veren beyitlere kadar tarih sanatının her türünde maharet gösterir. Doğumlar, ölümler, tayinler, sünnetler, düğünler, imar faaliyetleri gibi tarih manzumelerini hak eden hadiselerle beraber en sıradan olaylar da Sürurî’nin diliyle tarihleşir. Fakat Sürurî’nin duyan/okuyan herkese ister istemez tebessüm ettiren mısraları, tarihleşen mevzudan çok Sürurî’nin kendisini tarihe mal eder.
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder Nazenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni dizelerinin çevirisi nasıldır?
Ey saki! Bir elinde gül, bir elinde kadeh olduğu hâlde geldin. Hangisini alsam; gülü mü, kadehi mi, seni mi? Şeklindedir.
Müverrih Sururi nin hayatını kısaca anlatınız
Asıl adı Osman’dır. Adanalıdır. Şairliğinin ilk beş yılında Hüznî mahlasını kullandıktan sonra hamisi Şeyhülislam Yahya Tevfik Efendi’nin tavsiyesiyle Sürurî’yi tercih eder. Hiciv ve hezel türündeki şiirlerinde ise Hevayî mahlasını kullanır. Önce mülazım sonra da kadı olarak Anadolu’nun farklı yerlerinde çalışmış bulunduğu yerlerde yaşananları şiirlerine yansımıştır. İstanbul’a döndükten sonra III. Selim’e bir kaside sunan şair, bu kaside sayesinde atandığı görevle memuriyet hayatını noktalar. Sürurî, hayatı boyunca üç evlilik yapmış, üçüncü evliliğinden bir kızı olmuşsa da doğumundan kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Kızının ölümünden altı yıl sonra da kendisi ölmüştür.
Yukarıdaki dizelerde şiire ne anlamlar yüklenmiştir?
Gamze, sözlüklerde süzgün bakış, yan bakış ibareleriyle karşılanmakla birlikte divan şiirinde gamzeyle anlatılmak istenen, mimiklerle de bütünleşen etkileyici bakıştır. Gam ze bir savaşçıda bulunması gereken acımasızlık, kan dökücülük ve öldürücülük gibi özelliklere sahiptir. Bu özellikler aynı zamanda güzelin âşık karşısındaki gücünü de simgeler. Mecazi olarak gamzeyle kastedilen, sevgilidir. Âşık her zaman irfan sahibidir. Şairler de arifliği, âlimliğe tercih ederler. Onun için zaman zaman medreselilere sataşırlar. Nedim de bu beytinde medreseli tutumunu alaya almak için onların ağzıyla konuşur, ‘belî söz bilmezüz’ ifadesini bu yüzden kullanır. İlim medresede, irfan tekkede öğrenilir. İrfan, sezgi yoluyla kazanılan terbiyedir. İrfan sahibi olmak her divan şairi için arzu edilen bir özelliktir.
Enderunlu Fazıl ın Hayat Hikayesini kısaca anlatınız.
Asıl adı Hüseyin’dir. Filistin’in Akka kalesine bağlı Safed kasabasında dünyaya geldi. Enderun’a verilerek eğitim görmesi sağlandı. Fakat ele avuca sığmayan Fazıl, Enderun’daki uygunsuz davranışları ve çapkınlıkları sebebiyle buradan uzaklaştırıldı. Yaklaşık on iki yıl İstanbul sokaklarında perişan bir şekilde dolaştı. Devrin ileri gelenlerine yazdığı kasideleriyle çektiği sıkıntıları dile getirdi. III. Selim döneminde affedilerek Rodos vakıflarıyla ilgili bir göreve getirildi. Halep defterdarlığında memuriyet, Maden-i Hümayun emaneti, Erzurum ve yöresini teftiş gibi görevlerden sonra bir şikâyet üzerine Rodos’a sürüldü. Kendisiyle birlikte Rodos’ta sürgün hayatı süren Ebubekir Ratip Efendi’nin idam edilmesinden veya III. Selim’in öldürülmesinden duyduğu üzüntüden ötürü uzun süre ağladığı için gözlerini kaybetti. Bunun üzerine İstanbul’a dönmesine izin verildi. 1225/1810 yılında İstanbul’da vefat etti.
Fazıl ‘ın eserleri nelerdir?
Fazıl’ın mürettep divanından başka Defter-i Aşk, Zenanname ve Hubanname adlı mesnevileri, Çenginame adlı dörtlüklerden oluşan bir eseri vardır. Çok sayıda kasidesi vardır. Fazıl’ın “Felek Methiyesi”, geleneğin sesine yaklaşma ve temadaki dönüşümler açısından iyi örnektir. Gazellerinde ise Nabî ve Nedim tarzının izleri hemen sezilir. Bazı şiirleri Sünbülzade Vehbî, Keçecizade İzzet Molla gibi usta şairler tarafından tanzir edilmiştir. Çenginame: Rakkasname olarak da bilinir. Farklı milletlerden kırk iki erkek köçeğin tasvir edildiği eser, murabba biçimiyle yazılmıştır.
Yukarıdaki dörtlüğün çevirisi nasıldır?
Ah! Yine bir zalim uçarı güzelin tutsağı oldum; hiç dilber sevmediği için, ağlayan âşığın hâlini bilmez. Oysa ben o simsiyah saçların, o kaşların, o zalim gamzenin, o hilekâr gözlerin ne kâfirlikler ettiğini gördüm! Şeklindedir.
Güzelsin bî-bedelsin şûhsun âlüftesin cânâ Söz olmaz hüsnüne gelmez nazîrin âleme hakkâ Senin her cevrine bin cân ile sabr eylerim ammâ Beni pek öldürür ey bî-vefâ ellerle bâzârın dizelerinin çevirisi nasıldır?
Ey sevgili! Güzelsin, eşin benzerin yok, uçarısın, aşüftesin; güzelliğine söz yok, benzerinin dünyaya gelmeyeceği de bir gerçektir. Senin her eziyetine bin can ile katlanırım ama ey vefasız, ellerle pazarlık etmen yok mu; işte bu beni öldürüyor. Şeklindedir.
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş El-amân ey dil ne müşkilter suâl olmuş sana dizelerinde nasıl yorumlar kullanılmıştır?
Şair, gönlüne seslenmektedir (tecrit). Gönül, meyhanede şarap içen bir kimse gibi tasavvur edilmiştir (teşhis). Meyhanelerde sakiliği, put gibi güzel olan Hristiyan gençleri yapmaktadır (istiare). Bu saki gönüle “Şarap içer misin?” diye bir soru yöneltmiş. Sarhoşluğun son kertesine vardığı böyle bir durumda, hatırı kırılamayacak kadar güzel olan birinin, içmeye devam etmek için sunduğu teklifi geri çevirmek imkânsızdır. Bu bakımdan gönül, çok zor bir soruya muhatap olmuştur.
Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana nasıl bir uslup ne anlamlar yüklenerek yapılmıştır.?
Gülün kokusunun damıtılarak güzelin ter kokusunun yerini alması, ancak Hint üslubu deneyiminden geçmiş şiir anlayışında görülebilecek bir inceliktir. Gül suyunun damıtılması olağan bir şeydir. Ama gülün kokusunun damıtılması ancak sanatın dünyasında mümkün olur. Teri bu denli güzel kokan birinin elinde çok narin bir mendil olması gerekir. Nazın etrafı işlenerek mendil olmuş. Naz, kumaşın yerini almış (istiare). Anlam bakımından birbirini çağrıştıran bûy ile hoy, işlenmiş ile dest-mâl sözcükleri bu beyitte paralel bir biçimde sıralanarak mürettep leff ü neşr sanatı yapılmıştır.
Fazıl’ın mesnevilerinden Defter-i Aşk neler anlatır?
Aruzun “fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün” kalıbıyla yazılan bu eser, şairin aşk maceralarını anlattığı 438 beyitten oluşan bir mesnevidir. Eserine güzellik (hüsn) ile aşk arasındaki ilişkinin öznesi konumundaki âşığın tanımıyla başlayan Fazıl, Allah’ın sıfatlarına ve Hz. Muhammed’e göndermelerde bulunarak güzellikle aşk ilişkisini temellendirir. Geleneğe uygun bir giriş yapar. Yine geleneğe uyarak III. Selim’i över. Ardından “dinle ey…” nidasıyla seslendiği muhayyel ve muhtemel muhatabına başından geçen dört aşk hikâyesi anlatır.
Mahalli – Folklorik Üslubun diğer temsilcileri hakkında kısaca bilgi veriniz.
Nedim’in şiirlerinde görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür. Klasik dönemde daha çok, önemli olaylara ve etkinliklere ebced hesabıyla tarihler düşürülürken giderek gündelik hayatın her türlü sıradanlığı tarih manzumelerinin konusu olur. Adanalı Sürurî tanık olduğu veya duyduğu her konuyla ilgili tarih düşürür. Mahallîleşmenin Nedim’den sonra daha da yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı bilinmektedir. Pek çok şairde yansımaları görülen bu eğilimin en karakteristik temsilcilerinden biri Enderunlu Fazıl, diğeri ise Müverrih Sürurî’dir.
Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül dizelerindeki bâd, subh, turra kelimelerinin anlamlarıni ve çevirisini belirtiniz.
bâd : yel, rüzgâr subh : sabah, sabah vakti turra : alna dökülen saç lülesi, kâkül Ey gönül! Sevgilinin kâkülüne tutsak olmuşa benziyorsun; sabah rüzgârı estikçe perişan oluyorsun. Şeklinde çevirilir.
Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın
mısraında karşımıza çıkan en belirgin edebi sanat nedir? Açıklayınız.
Bu mısrada karşımıza çıkan en belirgin edebî sanat tevriyedir. Çünkü saçın sıfatı olarak kullanılan siyehkâr, aynı zamanda haksızlık ve zulmeden anlamındadır.
Aşağıda yer alan murabba dörtlüğünün veznini bulunuz.
Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükahhal gözlü şîrîn sözlü leylî yüzlü âhûlar
Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular
Ederlermiş du‘âsın pâdişâh-ı ma‘deletkârın
Şiirin vezni Mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün şeklinde olmalıdır. İlk mısraın işaretlemesi yapıldığı zaman vezin kolaylıkla bulunacaktır:
. - - - / . - - - / . - - - / . - - -
Aşağıda yer alan mısraların vezne göre takti'ini yapınız.
O tıfl-ı nâzı gördüm rûyuna hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş
O tıfl-ı nâ/zı gördüm rû/yuna hurşî/d eser etmiş
Haberdâr ol/mamışdım son/ra bildim ney/lemiş nitmiş
Nedim'in bir murabba'ından alınan aşağıdaki dörtlüğü günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.
Bugün bir mahrem-i esrâr yâr-ı nükte-pîrâdan
İşitdim kim sayup uşşâkını ey şûh-ı simîn-ten
Nedîm-i zâra benzer âşıkım yokdur demişsin sen
Efendim işte vardır ben esîrin ben giriftârın
Dörtlüğün günümüz Türkçesine çevirisi şu şekilde olmalıdır:
"Ey gümüş tenli uçarı güzel! Bugün gizli sırları bilen, nükteli sözleri süsleyerek anlatan bir dosttan işittim ki âşıklarını bir bir saydıktan sonra “inleyen Nedim’e benzer aşığım yoktur”
demişsin. Efendim, işte vardır; ben esirinim, ben tutsağınım!"
Dörtlük hakkında ise şunlar söylenebilir: Nedim’in şiirlerinde sık başvurduğu konuşma üslubu, daha doğrusu dedikodu tarzı bu bentte de görülmektedir. Tecrit sanatının en güzel örneklerinden biriyle karşılaşmaktayız. Şair, sevgiliye âşıklarının içinde Nedim gibisinin olmadığını söylettikten sonra kendisinin tutkun, tutsak olduğunu belirterek etkili bir söyleyiş tarzı geliştirmiştir.
Nedim’in bu murabbası bestelenerek şarkı formunda okunmuştur. Nedim Divanı’ndaki diğer örnekleri dikkate alarak şarkı ve murabba kavramlarını değerlendiriniz.
Nedîm’in bentlerden oluşan nazım biçimleri (musammat)
arasında en çok tercih ettiği murabbadır. Murabbaların şarkı
formunda bestelenmesinden ötürü Nedîm şarkı şairi olarak
da tanınmıştır. Oysa murabba biçimindeki şarkıların yanı
sıra gazel şeklinde de şarkı söylediğini bir gazelinin makta
beytinde bizzat belirtir:
Eş‘ârımı gördükde Nedîm eyledi tahsîn
Âfâka bu şarkıyla bir âvâze düşürdüm
Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf ve Şeref Hanım’ın da gazel
şeklinde şarkıları vardır. Zaten Nedîm Divanı’nın yazma nüshalarının büyük çoğunluğunda şarkılara ayrı bir bölüm ayrılmamış; bu şiirleri gazeller içinde alfabetik sıraya göre sıralanmıştır. Yalnız üç nüshada; Süleymaniye Kütüphanesi, Darül-mesnevi No.415, Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar No. 2334, Ankara Millî Kütüphane A.3478 kayıtlı nüshalarda şarkılara müstakil bölüm ayrılmıştır. Diğer yazma nüshalarda ise bu şiirlerin bir kısmı murabba başlığını taşımaktadır. Bu durumda şarkıyı bir nazım şekli olarak kabul etmek zordur.
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana
Yukarıda yer alan beytin veznini bulunuz.
İlk mısraın işaretlemeleri şu şekildedir:
- . - - / - . - - / - . - - / - . -
Bu işaretleme bize fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün veznini verir.
Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
Yukarıda beyitte yer alan bûy/ hoy, işlenmiş/dest-mâl sözcükleri arasında yapılan sanat nedir?
Anlam bakımından birbirini çağrıştıran bûy ile hoy, işlenmiş ile dest-mâl sözcükleri bu beyitte paralel bir biçimde sıralanarak mürettep leff ü neşr sanatı yapılmıştır.
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana
Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.
"Nezaket haddeden geçmiş, sana boy bos olmuş; şarap şişeden süzülmüş sana kırmızı yanak olmuş." şeklinde günümüz Türkçesine çevrilen beytin açıklaması şöyledir:
Madenler haddeden geçirilerek inceltilir. Nezaket soyut bir kavram ve davranış biçimi olduğu hâlde daha da incelmek için haddeden geçerek güzelin boyu bosu olmuş. Şarap da
süzüle süzüle güzelin yanağına yakışacak kırmızılık düzeyine erişmiş. Fiillerin kullanımına bakılırsa her iki işlem de kendiliğinden olmuş izlenimi vermektedir. Bu çeşit hayaller
hiç şüphesiz Hint üslubunun ürünüdür. Nedim, Hint üslubunun üslup özelliklerini başarılı bir şekilde şiirde uygulamıştır.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır
Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.
İlk mısraın işaretlemeleri şöyledir:
. - - - / . - - - / . - - - / . - - -
Bu işaretleme bize beytin mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün vezninde olduğunu gösterir.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır
Yukarıdaki beyitte âlim-ârif kıyaslaması yapılmaktadır. Bu konuyla ilgili Osmanlı şiirindeki düşünce yapısını açıklayınız.
Âşık her zaman irfan sahibidir. Şairler de arifliği, âlimliğe tercih ederler. Onun için zaman zaman medreselilere sataşırlar. Nedim de bu beytinde medreseli tutumunu alaya almak için onların ağzıyla konuşur, ‘belî söz bilmezüz’ ifadesini bu yüzden kullanır. İlim medresede, irfan tekkede öğrenilir. İrfan, sezgi yoluyla kazanılan terbiyedir. İrfan sahibi olmak her divan şairi için arzu edilen bir özelliktir.
Münâsibdir sana ey tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaşa yakın bir hâne-i vîrânımız vardır
Mahalli özelliklerin baskın olduğu yukarıdaki beyti açıklayınız.
Divan şairleri, kabullendikleri estetik anlayışın bir gereği olarak şahsi yaşantıları, kendileriyle ilgili ayrıntıları doğrudan söylemezler. Dolaylı bir aktarımı tercih ederler. Bu beyitte Nedim Beşiktaş’a yakın, eski, yıkık dökük bir evinin olduğunu söylemektedir. Bir murabbasında da sevgilisine; “efendim semtimizden geçersen, yolun Beşiktaş’a uğrarsa” diyerek âdeta evinin adresini verir. Ancak, bu noktada kalır ve ayrıntıya inmez. Şairin biyografisiyle ilgili belgelerle buradaki ifadeler örtüşür. Şair, hüccet kelimesinin farklı anlamlarını çağrıştıracak bir biçimde kullanmıştır (iham). Evine davet ettiği küçük sevgilinin izin alıp gelmesini söylemiş olabileceği gibi gel bu evin tapusunu al, bu ev senin olsun da demiş olabilir.
Kocup her şeb miyânın cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf et bizim de cânımız vardır
Yukarıdaki mısraı günümüz Türkçesine çeviriniz.
"Her gece başkaları belini kucaklayıp canlarına can katmakta… Behey zalim! Sen insaf et, bizim de canımız vardır."
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşîmânsın ey gönül
Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.
İlk mısraın işaretlemeleri şu şekildedir:
- - . / - . - . / . - - . / - . -
Bu işaretleme bize beytin vezninin mef ‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün şeklinde olduğunu gösterir.
Eşkimde böyle şu‘le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül
Yukarıdaki beytin vezne göre takti'ini yapınız.
Eşkimde/ böyle şu‘le/ nedendir me/ger ki sen
Çün sûz u/ tâb girye/de pinhânsı/n ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka girîbansın ey gönül
Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.
"Ey gönül! İrfan yuvası ve hüner güneşinin doğduğu yersin. Şevk baharının sabahına yakasın." şeklinde nesre çevrilebilecek olan beyit hakkında şunlar söylenebilir:
Feyz; soyut, anlam dünyası zengin bir kavramdır. Yuvada yani bir meskende yaşayan varlık gibi görülmektedir (teşbih). Bu mesken gönüldür. Ayrıca gönül güneşe benzetilen hünerin doğuş yeridir. Şevk, bahara benzetilmektedir (teşbih). Beyit; feyz, hüner ve şevk kavramları üzerine kurulmuştur. Bunlar gönlü tanımlayan kavramlardır.
Mest-i nâzım kim büyütdü böyle bî-pervâ seni
Kim yetiştirdi bu gûne servden bâlâ seni
Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.
İlk mısraın işaretlemeleri şu şekilde olmalıdır:
- . - - / - . - - / - . - - / - . -
Bu işaretleme bize beytin vezninin fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün şeklinde olduğunu gösterir.
Enderunlu Fazıl'ın şairliği hakkında bilgi veriniz.
- Klasik şiirin temel zemininden ayrılmamaya özen gösterir.
- Coşkusunu Nedim’den ve umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışır.
- Geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslupla hikmetli sözler söylemeye gayret eder.
- Bütün hayat hikâyesinin de özeti sayılabilecek dağınıklık ve lakayıtlık, çoğu zaman onu basitliğe sevk ederek, hem kafiye ve redif seçiminde hem de benzetme ve ifadelerde şiirine nitelik kaybettirir.
- Fazıl, İstanbul manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatır.
- Divanında başta tarih ve coğrafya olmak üzere çe-
şitli ilimlerden devşirdiği kavramlarla örülmüş şiirler vardır. - Özellikle geleneğin aksine feleği övdüğü bir kasidesi, Yahudilik ve Hristiyanlıkla ilgili kavramların sıklıkla geçtiği bazı şiirleri ve doğrudan bir sevgili adına (Çiçek, Âfet, Anton vb.) söylenmiş şarkıları, onu Nedim çizgisinden ayırır.
Müverrih Süruri'nin şairliği hakkında bilgi veriniz.
- Tarih düşürme sanatına düşkünlüğü, şiirin hüner tarafına ilgisi çağdaşları arasında bir konum edinmesine imkân sağlamıştır.
- Osmanlı tarih düşürme geleneğinin en ünlü ismi olan Sürurî, bu özelliğiyle hem asrında hem de sonraki yüzyıllarda bir hayli şöhret kazanmıştır.
- Kuburizade Hevayi’yi örnek alarak Hevayi mahlasıyla yazdığı hezelleri bayağı ve müstehcen söyleyişler taşısa da divanındaki manzumeleri ve tarihleri zekice nükteler üzerine kurulmuştur.
- Sürurî, bunlardaki ifade gücünü, halk dilinin sadeliğine ve akıcılığına borçludur.
- Sürurî, hayatın en acı gerçekleriyle alaycı bakış açısını ustalıkla birleştirebilmiş nadir kalemlerdendir.
- Noktalı ya da noktasız harflerin hesaplanmasıyla düşürülen tarihlerden aynı tarihi sekiz kere veren beyitlere kadar tarih sanatının her türünde maharet gösterir.
O tıfl-ı nâzı gördüm rûyuna hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş
Meğer zâlim kaçup tenhâca Sadâbâda dek gitmiş
Temâşâ eylemiş âlâyını şevketlü hünkârın
Yukarıdaki mısralarda geçen tıfl, rûy, hurşîd, eser, şevket kelimelerinin anlamlarını sözlüğe bakmadan bulmaya çalışınız.
Tıfl: Tamlamanın içinde geçen kelimenin sıfatı nazlı'dır. Tıfl çok geçen bir kelimedir. Kelimenin anlamı çocuk'tur.
Rûy: Bu kelime de divan edebiyatı metinlerinde çokça geçer. Sevgiliden bahseden şiirlerde sıklıkla kullanılır. Kelimenin anlamı yüz'dür.
Hurşîd: Kelime güneş anlamına gelir. Bu kelimenin geçtiği yerlerde aydınlık, sıcaklık gibi anlamlar geçer. Ayrıca hurşid kelimesi ile rûy kelimesi birlikte sıklıkla kullanılır.
Eser: Kelimenin asıl anlamı iz, tesir, nişan'dır. Bugün daha dar bir anlamda kullanılmaktadır.
Şevket: Büyüklük anlamına gelir. Kelime bugün özel isim olarak kullanılır.
Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükahhal gözlü şîrîn sözlü leylî yüzlü âhûlar
Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular
Ederlermiş du‘âsın pâdişâh-ı ma‘deletkârın
Yukarıda yer alan mısraların günümüz Türkçesine çevirisini yapınız.
Köşkün çevresinde yer yer yeni yetme ay yüzlü, sürmeli gözlü, tatlı dilli, Leyla yüzlü ceylanlar geziyormuş. Alkış sesini andıran çağlayan sular, adaletli padişaha dua ederlermiş.
Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular
mısra'ında karşımıza çıkan edebi sanat nedir? Açıklayınız.
Hüsn-i talil bulunmaktadır. Çünkü kanallarla köşke getirilen suların çağlaması, alkış sedasını andırdığından benzerlik ilişkisi kurulmuştur. Bu benzerlikle hüsn-i talil sanatı ortaya çıkmıştır.
Güzelsin bî-bedelsin şûhsun âlüftesin cânâ
Söz olmaz hüsnüne gelmez nazîrin âleme hakkâ
Senin her cevrine bin cân ile sabr eylerim ammâ
Beni pek öldürür ey bî-vefâ ellerle bâzârın
mısralarından tarif edilen güzelin niteliği hakkında bilgi veriniz.
Bu bendin ilk dizesinde güzelin sıfatları arasında sayılan ‘âlüfte’lik ve son dizedeki ‘bâzâr’ kelimesi, burada sözü edilen güzelin divan şiirinde yüceltilen sevgili olmadığını sezdirmektedir. Sevgiliden gelen her türlü eziyete, belaya sabretmeye razı olan âşığın katlanamayacağı tek şey, güzelin ellerle alışveriş içinde olmasıdır.
Mısralarda geçen güzelin niteliği yerli ve mahalli ögelerin şiirde yer almasının göstergesidir.
Bugün bir mahrem-i esrâr yâr-ı nükte-pîrâdan
mısra'ında geçen mahrem kelimesinin Arapça gramer kurallarına göre veznini bulunuz. Aynı kökten türetilmiş kelimeler ve anlamlarını yazınız.
mahrem: mef'al vezninde.
haram aynı köke sahiptir.
Bu kökten
ihrâm: haram olmak
tahrîm: haram kılmak
muharrem: haram kılınan
kelimeleri türetilmiştir.
Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
beytini günümüz Türkçesine çeviriniz.
Gülün kokusu damıtılmış, nazın ucu işlenmiş; biri sana ter, birisi de mendil olmuş.
Şöyle gird olmuş Firengistan birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana
Yukarıdaki beyitte karşımıza çıkan en baskın edebi sanat nedir? Açıklayınız.
Beyitte mübalağa sanatı baskındır. Frengistan, kâfirlerin ülkesidir. Küfür, siyahlığı simgeler. Güzellik unsurlarından sa-
yılan ben de siyahtır. Benin koyu renkli olanı makbul sayılır. Güzelin kaşının kenarında simsiyah bir ben vardır. Şair, güzelin beninin ne kadar kara olduğunu belirtmek için bütün Frenk ülkesini bir ben hâline getirmektedir.
Sen ne câmın mestisin bi’llah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hâl olmuş sana
Yukarıdaki beyti içinde geçen edebi sanatlarıyla birlikte açıklayınız.
Gönül kendini aldırmış, yani âşık olmuştur. Sarhoş gibidir. Fakat neden sarhoş olduğu sorusuna muhatap olmaktadır (istifham). Şarap sarhoşuna mest, afyon gibi uyuşturuculardan sarhoş olana hayran denir. Hayran kelimesi tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Câm (=kadeh) kelimesi kullanılarak mecaz-ı mürsel yoluyla içindeki şarap kastedilmektedir.
Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
mısra'ında geçen mecrûh kelimesinin Arapça gramer kurallarına göre vezni nedir? Bu kelimeden türeyen başka kelimeler yazınız.
Mecrûh, mef'ûl veznindedir. Bu vezindeki kelimeler edilgen bir anlam ifade ederler.
Kelime cerîha(yara) kelimesiyle aynı kök harflerine sahiptir. Mecrûh, yaralanmış anlamına gelir.
Bu kökten cerrâh kelimesi türetilmiştir. Aslında daima yaralayan anlamına gelen kelime, uzmanlık alanı ameliyat yapmak olan hekim anlamında kullanılır.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır
Yukarıdaki beytin vezne göre takti'ini yapınız.
Murâdın an/larız ol gam/zenin iz‘â/nımız vardır
Belî söz bil/mezüz ammâ/ biraz irfâ/nımız vardır
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır
Yukarıdaki beyitte geçen "gamze" kelimesiyle anlatılan hususlar nelerdir? Gamze Osmanlı şiirinde nasıl geçmektedir?
Gamze, sözlüklerde süzgün bakış, yan bakış ibareleriyle karşılanmakla birlikte divan şiirinde gamzeyle anlatılmak istenen, mimiklerle de bütünleşen etkileyici bakıştır. Gamze bir savaşçıda bulunması gereken acımasızlık, kan dökücülük ve öldürücülük gibi özelliklere sahiptir. Bu özellikler aynı zamanda güzelin âşık karşısındaki gücünü de simgeler.
Mecazi olarak gamzeyle kastedilen, sevgilidir.
O şûhun sunduğu peymâneyi redd etmezüz elbet
Anunla böylece ahd etmişiz peymânımız vardır
Yukarıdaki beyitte tasavvufi yorum yapmaya imkan tanıyan kelime nedir? Açıklayınız.
Verilen sözden dönmemek gibi erdemli bir davranışa vurgu yapan şair, bulduğu cinas etrafında oluşan birikimi değerlendirmek niyetindedir. Tasavvuf neşesi taşıyan bir şairin divanında böyle bir beyitle karşılaşsaydık pekâlâ bezm-i ezelde (ezel meclisi) gerçekleşen akitleşmeyi hatırlar ve beyti bu çerçevede açıklardık.
Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirerek açıklayınız.
"Ey gönül! Sevgilinin kâkülüne tutsak olmuşa benziyorsun; sabah rüzgârı estikçe perişan oluyorsun." şeklinde günümüz Türkçesine çevrilen beyit hakkında şunlar söylenebilir:
Sabah rüzgârı, âşığın beklentilerine uygun olarak sevgiliden bazen haber bazen de koku getirir. Bazen de sevgilinin saçlarını dağıtarak âşığın gönlünü perişan eder. Çünkü
âşığın gönlü sevgilinin zülfünün telleriyle bağlıdır.
Eşkimde böyle şu‘le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül
Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çeviriniz.
Gözyaşımda böyle parıltının olması nedendir? Ey gönül! Herhâlde sen ateş ve ışık gibi gözyaşında gizlisin.
Hac yollarında meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde nümâyânsın ey gönül
Yukarıdaki beyti açıklayınız.
Hacca kervanlarla gidildiği devirlerde kervanın önünde meşale taşıyan ve böylece yolu aydınlatan görevliler bulunurdu. Meşaleci, kafilenin önünde yürürken elinde kandil yahut aydınlatıcı bir ateş taşıdığı için uzaktan bile olsa ilk bakışta görülür. Meşaleye benzetilen gönül de âşıklar arasında öyle görünmektedir (tecrit).
Mahallî-Folklorik üslubun temsilcileri hakkında genel olarak neler söylenebilir?
- XVIII. yüzyılda gündelik hayatın bütün ayrıntıları manzum eserlerde yer alır.
- Daha önceki yüzyıllarda genellikle yüceltilen aşk, sıradanlaşır.
- Eserlere edebî değer katmak üzere ara sıra başvurulan hüner gösterileri ve söz sanatları bazı eserlerin temel niteliği hâline gelir.
- Nedim’in şiirlerinde görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür.
- Klasik dönemde daha çok, önemli olaylara ve etkinliklere ebced hesabıyla tarihler düşürülürken giderek gündelik hayatın her türlü sıradanlığı tarih manzumelerinin konusu olur.
- Adanalı Sürurî tanık olduğu veya duyduğu her konuyla ilgili tarih düşürür.
- Mahallîleşmenin Nedim’den sonra daha da yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı bilinmektedir.
Enderunlu Fazıl'ın hayatı hakkında kısaca bilgi veriniz.
- Asıl adı Hüseyin’dir.
- Enderun’a verilerek eğitim görmesi sağlandı.
- Fazıl, Enderun’daki uygunsuz davranışları ve çapkınlıkları sebebiyle buradan uzaklaştırıldı.
- Yaklaşık on iki yıl İstanbul sokaklarında perişan bir şekilde dolaştı.
- Devrin ileri gelenlerine yazdığı kasideleriyle çektiği sıkıntıları dile getirdi.
- III. Selim döneminde affedilerek Rodos vakıflarıyla ilgili bir göreve getirildi.
- Halep defterdarlığında memuriyet, Maden-i Hümayun emaneti, Erzurum ve yöresini teftiş gibi görevlerden sonra bir şikâyet üzerine Rodos’a sürüldü.
- Kendisiyle birlikte Rodos’ta sürgün hayatı süren Ebubekir Ratip Efendi’nin idam edilmesinden veya III. Selim’in öldürülmesinden duyduğu üzüntüden ötürü uzun süre ağladığı için gözlerini kaybetti.
- Bunun üzerine İstanbul’a dönmesine izin verildi. 1225/1810
yılında İstanbul’da vefat etti.
Enderunlu Fazıl'ın sanatını Nedim, Nabi ve Sabit'in sanatıyla bir cümlede kıyaslayınız.
Coşkusunu Nedim’den ve umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışan şair, geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslupla hikmetli sözler söylemeye gayret eder.
Enderunlu Fazıl'ın eserleri nelerdir?
Divan
Çenginame
Defter-i Aşk
Hubanname
Zenanname
Müverrih Sürurî'nin hayatı hakkında kısaca bilgi veriniz.
- Tarih düşürme sanatındaki ustalığından ötürü “müverrih” sıfatıyla anılan Sürurî’nin asıl adı Osman’dır.
- Adanalıdır.
- Şairliğinin ilk beş yılında Hüznî mahlasını kullandıktan sonra hamisi Şeyhülislam Yahya Tevfik Efendi’nin tavsiyesiyle Sürurî’yi tercih eder.
- Hiciv ve hezel türündeki şiirlerinde ise Hevayî mahlasını kullanır.
- III. Selim’e bir kaside sunan şair, bu kaside sayesinde atandığı görevle memuriyet hayatını noktalar.
- Sürurî, hayatı boyunca üç evlilik yapmış, üçüncü evliliğinden bir kızı olmuşsa da doğumundan kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
- Kızının ölümünden altı yıl sonra da kendisi ölmüştür (1229/1813).