Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 1 Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Encümen-İ Şuara
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Tanzimat sonrası edebiyatta görülen üç ana eğilimi hangileridir?
Tanzimat sonrasındaki edebiyatın üç ana eğilimde sürdüğü fark edilir: XVIII. asırdan devralınan mutedil bir değişim isteği ile hareket eden “mutavassıtlar”, Avrupai edebiyat kültürü ile doğrudan ilişki kurmayı başarmış ve roman, tiyatro gibi formlar yanında, şiirin yeni konu ve söyleyişlerini de nakletmeyi deneyen “mücedditler”, son olarak da mücedditlerin tercüme ve adapteler yoluyla şiire yeni bir mecra açma gayretini fazlasıyla “cezrî” bularak bunda edebî kültür adına bir tehdit sezen ve sanatını daha şarklı bir noktaya çekerek emniyete almaya çalışan “gelenekçiler”.
Edebiyatta "mutavassıt" ne demektir?
Sözlük karşılığı “bir orta yol tutturan” yahut “iki şey arasında aracılık eden” olsa da edebiyatımızda Batılılaşma gayretlerine paralel olarak beliren ve bir Doğu-Batı sentezinden yana olan edebiyatçıların ortak adıdır.
1861 yılının mayıs veya haziran aylarından itibaren, Hersekli Ârif Hikmet Bey’in evinde toplanan encüme-i şuarâ arasında kimler yer alır?
Leskofçalı Mustafa Galib Bey, Hersekli Ârif Hikmet Bey, Ruznâmçeci-zâde Mehmed Lebib Efendi, Mustafa İzzet Efendi , Osman Nûreddin Şems Efendi, Koniçeli Mûsâ Kâzım Bey, İsmâil Paşa-zâde İbrahim Hakkı Bey, Manastırlı Hoca Sâlih Nâili Efendi, Manastırlı Sâlih Fâik Bey , Abdülhamid Ziya Bey , İbrahim Hâlet Bey , Recâi-zâde Mehmed Celâl Bey, Mazlûm Paşa-zâde Memduh Fâik Bey , Niğdeli Deli Hikmet Bey, Nâmık Kemal Bey, Mustafa Refik Bey.
Encümen-i Şuarâ, edebiyat tarihindeki yeri, görünüm ve konumu açılarından nasıl değerlendirilebilir?
Encümen-i Şuarâ’yı değerlendirmek için iki farklı yol takip edilebilir. Bunlardan ilkinde, encümeni belli bir edebî toplaşma olarak görmek mümkündür. Diğerinde ise mahfeli bir edebî toplaşma olarak görmek yerine, “mutavassıt” anlayışın küçük bir parçası saymak ve edebiyat kültüründeki değişmeye paralel olarak, bütün bir yenileşme tarihimiz boyunca, Batılılaşırken yerli özelliklerini de korumayı başaran, bir itidal arayışındaki isimlerin ortak adı olarak görmek de mümkündür.
Encümen-i Şuarâ müdavimlerini kaynaştıran etkenler nelerdir?
1. Encümen-i Şuarâ müdavimlerinin tanışıklıklarına ilk vesile, hemen hemen hepsinin ya soyunun ya doğum yerinin ya da memuriyetinin Rumeli ile bir alakasının bulunmasıdır. 2. Şairlerin mesleki kaderleri onları birbirlerine yaklaştırır. Büyük kısmı aynı meslekte, aynı büroda veya aynı amir idaresinde çalışmışlar; bu vesileyle kurdukları dostlukları encümenden önce başlayıp sonra da yıllarca sürmüştür. 3. İtikadi kıymetleri de encümen şairlerini birbirine yaklaştıran önemli etkenlerdendir. Dünyayı kavrayış ve yorumlayış pratikleri, yaşama ve tefekkür ediş alışkanlıkları birbirine benzeyen ediplerin aynı tarikat ve dergâhlarda buluşup tanışmaları yadırganmamalıdır. O dergâhlar ki bunların pek çoğunda dinî, fikrî, edebî hatta siyasi meseleler açıkça tartışılmakta ve bu yolla şairlerin tematik dünyası benzeşmektedir. 4. Encümen mensuplarının aşağı yukarı hepsi de aynı devlet büyükleri tarafından kollanır ve aynı konaklara devam ederler. Gerçi, ne konaklar eski hiyerarşinin azametini taşır ne de ricâl-i devlet şaire geleneğin gözüyle bakar ama, değişip çağa ayak uydurarak da olsa şair-devlet adamı münasebeti sürerken bir yandan da edipler aynı selamlık dairelerinde kaynaşma imkânı bulurlar. 5. Encümen müdavimlerinin sıkça uğradıkları kahvehane ve meyhaneler aynıdır. Yeni tanıştıkları şairleri de beraberlerinde buralara getirdikleri için, Encümen-i Şuarâ’nın parça parça, önce bu umumi yerlerde toplandıklarını söylemek mümkün.
A. Hamdi Tanpınar'ın Encümen-i Şuarâ için kullandığı “son pleiad” tabirini haklı çıkaran benzerlikler nelerdir?
Tanpınar, Encümen-i Şuarâ için “son pleiad” tabirini kullanıyor zira Encümen-i Şuarâ’nın, tıpkı XVI. asrın Paris’indeki La Pléiade topluluğunun edebî esaslarını andırır bir temele oturmuş olması onu bu hükme vardırmıştır. Aslına bakılırsa encümen şairlerinin içinde bulundukları ikilem bakımından onlara benzediğini söylemek de mümkündür. Hem ana dillerini müdafaa eder hem Arapça ve Farsçanın ?Pléiade’da Grekoromen dillerin? büyük kolaylık ve geniş imkânlar tanıyan lügatlerinden kopamazlar. Hem millî vezin ve nazım şekillerine dönülmesi gerektiğini düşünür hem de klasik kalıplardan sıyrılamazlar. Bu mutavassıt duruş sebebiyle aralarındaki benzerlik de büyüyor.
Encümen-i şuarâ ne zaman ve neden dağılır?
İçkinin, sohbetin, şiir ve nazirelerin devrettiği bu salı toplantıları muntazaman bir sene kadar devam eder. 1862 yılının ortalarından itibaren peşipeşine gelmeye başlayan pek çok şahsi sebepten dolayı encümen müdavimleri yavaş yavaş kopup dağılırlar.
Encümen-i şuarâ müdavimlerinin Batılılaşma karşındaki tutumları nasıl özetlenebilir?
Birbirinden farklı sebeplerle de olsa encümendeki şairlerin hemen hepsi Batılılaşmadan ve onun getirdiklerinden hoşnutsuzluk duymaktadır. Bu hoşnutsuzluğu hicviyelerden açık açık, gazellerden ise imalar yoluyla çıkarmak mümkündür.
Encüme-i şuarânın edebiyat anlayışı nasıl özetlenebilir?
Encümenin edebiyat anlayışı, yenilikler taşırsa da bunları ?edebî akımlar etrafındaki gruplaşmalarda rastlandığı cinsten? kendine has unsurlar olarak görmek mümkün değildir. Encümenin asli özelliğini, bir “mutavassıt” duruşu oluşturur.
Encümen-i şuarânın bir şiir dili arayışı nasıl ilerler ve sonuçlanır?
Encümen-i Şuarâ’nın şiir dili konusundaki arayışları, belli bir tercihe varamadan sonlanır; lakin bu arada geçmişin şiir dili üzerindeki bütün tasarrufları bir kere daha, sil baştan sınanmış ve XIX. asrın ikinci yarısında, şiirin ulaştığı noktada kullanılabilecek unsurlar ayıklanmaya çalışılmıştır. Gelenekte, şiirin klasik dilinden üç temel sapma, bir başka söyleyişle, dilin üç asli arayışı görülür; “saf/ sırf/ kaba” Türkçe, “sâde” Türkçe, “Sebk-i Hindî”... Encümen-i Şuarâ’da bu sapmaların üçü de hiçbir tercih işareti gösterilmeden denenir; o kadar ki sebk-i hindîyi yeniden ele alan bir şairin bir süre sonra kaba Türkçe ile de şiir söylediği çoktur. Bulmaktan çok, aramanın ve elemenin rağbet gördüğü bir poetika arayışı...
Encümen müdavimlerinin bir şiir formu arayışındaki esas niyet nedir?
Encümenin niyeti, hece veznini folklorik kullanımıyla yaşatmak değil, onu klasik şiirin formlarına ilave etmektir. Bunun manası, divan şiirinin gelenekli şekillerinin adı korunurken vezninin değiştirilmesidir.
Encümen müdavimlerinin şiir düzenindeki tercihleri gelenekli divan tertibine nazarla ne gibi farklar yaratmıştır?
Gelenekli divan tertibinin bozulmaya başladığı ve bazısında hiçbir kaside bulunmayan, bazısında gazelleri alfabetik değil de tematik ayrıma göre sıralanan divanların arttığı görülür. Buna mukabil, gazellerin bir kısmı hacim ve konu olarak kaside özelliği göstermeye başlar. İlk beytinin kendi arasında kafiyelendirilmemesi gereken kıt’aların kafiyeli (musarrâ) yazıldıkları olur. Gazellerin genellikle âşıkın ağzından sevgiliye hitap etmesi geleneğin icabı iken Ârif Hikmet, Lebib gibi isimlerin kadın ağzından erkeğe seslenen şiirler yazmayı denedikleri fark edilir. Gelenek, beyitte başlayıp biten anlamı ve her beyti kendi içinde bir bütün teşkil eden şiirleri de hoş karşılarken konu bütünlüğü (yekmânâ) eskisinden daha büyük bir gereklilik hâline gelir. Klasik şiirde neredeyse aynı manada kullanılan “nâzım” ve “şâir” kelimeleri arasındaki fark belirginleştirilir.
Encümen müdavimleri estetik tercihlerini hangi yönde kullanırlar?
Encümen müdavimleri, estetik bakımdan tatminkâr bulmadıkları, ama söylenmesinin gereğine de inandıkları gazellerin yanında; edebî açlıklarını bastıran, haz almalarını sağlayan şiirler de yazarlar ve kendilerine model olarak klasik şairlerin hayallerle süslü iç dünyalarını aksettiren sebk-i hindîyi seçerler.
Encümenin "Dolap" adında bir dergi çıkaran şairi kimdir?
İbrahim Hâlet
Ziya Paşa eskiyle rabıtanın koparılmasını istemediğini ve encümenden dostlarını unutmayı reddettiğini hangi eseriyle göstermiştir?
Harâbât
Ârif Hikmet için, “İhtimâl ki ömrü müsait olaydı, onu Kemal gibi, hiç olmazsa Ziya Paşa gibi, teceddüd edebiyatımızın mühim sîmâlarından görecektik” diyen yazar kimdir?
İsmail Habib, Cumhuriyet devrinin “eski”ye bakışını da temsil eden Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi’nde Ârif Hikmet için, “İhtimâl ki ömrü müsait olaydı, onu Kemal gibi, hiç olmazsa Ziya Paşa gibi, teceddüd edebiyatımızın mühim sîmâlarından görecektik” diye yazar.
Encümen-i Şuarâ ilk nerede ve ne zaman ortaya çıkar?
1861 yılının mayıs veya haziran aylarından itibaren, Hersekli Ârif Hikmet Bey’in Lâleli Çukurçeşme’deki evinde bir grup şair buluşmaya başlarlar. Her salı günü toplanan edipler, bütün ömrü bir seneye varmayacak kadar kısa da sürse bu buluşmalarda ortaya koydukları ile hatırlanmaya değecek bir faaliyet gösterirler.
İbnülemin'in encümenden bahsederken kullandığı "Sûk-ı Ukâzına" benzetmesi ne anlama gelir?
Sûk-ı Ukâz: Cahiliye devri Araplarının Mekke yakınlarında her yıl kurdukları panayır. Her kabilenin en iyi şairleri burada yarışır ve birinci seçilenin şiiri Kâbe duvarına asılırdı.
Aşkın illerini harâb eyleyen
Kanlı kılıncının mâcerâsıdır
Sınık (kırık) yürekleri kebâb eyleyen
Kirpiğin okları, kaşın yâ’sıdır
sözlerinden oluşan kaside encümen müdavimlerinden hangisine aittir?
Manastırlı Faik
Tanzimat sonrasının Avrupai edebiyat kültürü ile doğrudan ilişki kurmayı başarmış ve roman, tiyatro gibi formlar yanında, şiirin yeni konu ve söyleyişlerini de nakletmeyi deneme eğilimindeki gurup hangi isimle anılır?
Mücedditler