Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 1 Dersi 1. Ünite Sorularla Öğrenelim
19. Asrın İlk Yarısında Türk Edebiyatının Genel Görünümü
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Türk şiirinde Batı edebiyatının etkisi hangi yüzyılda görülmeye başlar?
Türk şiirinin tarihsel gelişiminde Batı edebiyatlarının etkisinin başladığı dönem olarak kabul edilen 19. yüzyılın ikinci yarısı, Türk şiirinin daha sonra göstereceği gelişimin de kaynağıdır.
Edebiyat tarihlerinde “Tanzimat Dönemi” olarak adlandırılan evre hangi yüzyılda başlar?
Edebiyat tarihlerinde “Tanzimat Dönemi” olarak adlandırılan ve Batı edebiyatlarının etkisinde geliştiği için klasik Osmanlı edebiyatından çok farklı özellikler gösteren yeni edebiyat anlayışı 19. yüzyılın ikinci yarısıyla başlatılır.
Klasik sanatların gelişim süreçlerinin sonunda ulaşılan barok evre nasıl tanımlanır?
Batı sanatında dengeden çok devinime, düşünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe yaratılmasından duyulan coşkuya önem veren, abartmalı, etkileyici, çelişkiden çekinmeyen sanat akımıdır.
Klasik Osmanlı şiirinde 18. yüzyılın başlarından itibaren kendini göstermeye başlayan "sebk-i hindî" akımı nasıl açıklanır?
Hint tarzı anlamına gelen sebk-i hindî Hindistan’da, Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Edebiyatımızda XVII. yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamış kimi şairlerimizde bütün özellikleri görülürken kimi şairlerimizi kısmen etkilemiştir.
Klasik Osmanlı edebiyatının barok özellikler kazanmaya başladığı 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde değişimin Batı kaynaklı etkilerle hızlandığı ve genişlediği görülür. Bu hız ve genişlemede etkili olan faktörler nelerdir?
Avrupalı sefirlerin İstanbul’da bulunmaları ve kendi çevrelerinde oluşturdukları kültür ortamı, Batılı hayat tarzlarının ve kültürel unsurların tanınmasına olanak sağlamıştır. Bunun yanında ilk defa Sultan III. Ahmed zamanında Fransa’ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yle başlayan süreçte Avrupa’ya gönderilen Osmanlı elçilerinin hazırlamış oldukları raporlar ve sefaretnameler sadece askerî alandaki gelişmeleri değil, Batı ülkelerinin kültürel ve sanatsal alandaki durumu hakkında önemli bilgiler sunan kaynaklar olmuştur. Diğer taraftan İstanbul’un tarihsel zenginliğinden gelen kozmopolit yapısı içinde zaten gayrımüslimlerin, levantenler ve diğer azınlıkların oluşturdukları kültürel ortamda, Batı sanatının edebî veya görsel türlerinin canlı bir şekilde yaşadığı bilinmektedir. Bütün bu etkilere Osmanlı padişahlarının özellikle II. Mustafa’dan itibaren Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden, teknik ve askerî alanlardaki etkilenmelerle beraber kültür ve düşünce açısından Avrupa’ya yakın Osmanlı bürokratlarına üst derecelerde görev vermeleri de katıldığında 19. yüzyılın ilk yarısında zaten Osmanlı kültürünün Batı kültürüyle yoğun bir temas içinde olduğu görülür. Bu temaslar siyasi ve askerî boyutuyla olduğu kadar kültürel, toplumsal ve sanatsal boyutuyla da yeni bir dönemi başlatır.
Klasik Osmanlı şiirinde şairin sanatsal özgürlüğü ve özgünlüğünü engelleyen en önemli etken nedir?
Kaleme aldıkları şiirleri makam sahiplerine takdim eden şairler ister istemez muhataplarına karşı övgüler sıralamak zorunda kalmışlardır. Bu durum şairin sanatsal özgürlüğü ve özgünlüğünü engellemiş, kendi benliğini bulmasına izin vermemiştir. Ancak 18. yüzyılın sonlarından itibaren bazı şairlerin bu ilişki biçiminin dışına çıkmaya başladıklarını gösteren örneklere rastlamak mümkündür.
Klasik Osmanlı şairlerinin Halk şiirinden gelen tesirleri uzunca bir süre görmezden gelmelerinin temel sebebini açıklanıyınız?
Bunun başlıca sebebi klasik Osmanlı şiirinin doğuşundan itibaren yerli olmayan kültürlerden beslenmesidir. Şiir, aydın ve okumuş çevrelerin uğraştığı özel bir alana dönüşürken klasik şair, halk şiirine sırtını dönmüş, kurduğu dil ve imge dünyası içinde mutlak değişmezleriyle bir şiir yaratmıştır. İstanbul merkezli şiirin halk şiirinden uzak kalması entelektüel bir gereklilik gibi algılanmıştır. Bunun sebebi klasik şiirin Osmanlı topraklarında entelektüel edebiyatın elitist tercihlerle şekillenerek doğmuş olmasıdır.
Klasik Osmanlı şiirinde, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren görülmeye başlanan mahallileşme anlayışını açıklayınız?
Bu anlayış, Arap ve İran edebiyatından gelme müşterek imaj sistemini, kendi hayal gücünün malı hâline getirerek mahallî ve millî karakter, yaşayışımızdan da renk, yankı ve zevk katarak kullanma gayreti olarak tanımlanabilir.
Mahallileşme anlayışının kökenlerini teşkil eden Türkî-i Basit kavramı nasıl açıklanır?
Osmanlı Türkçesinin Eski Anadolu Türkçesinin yerini almaya başladığı XV. yüzyılın ikinci yarısı ve XVI. yüzyılın başlarında bazı şairler tarafından bilinçli bir şekilde başlatılan dilin sadeliğini koruma hareketidir.
19. Yüzyılın ilk yarısında yetişen en önemli şairler kimlerdir?
Aynî, Enderunlu Vâsıf, Keçeci-zâde İzzet Molla, Leylâ Hanım, Sünbül-zâde Vehbî, Pertev Paşa, Sürûrî, Şeref Hanım, Yenişehirli Avnî, Şeyhülislam Ârif Hikmet,
19. yüzyılın ilk yarısında Türk Nesri nasıl bir görünüm arz eder?
19. yüzyılın ilk yarısında nesir alanında klasik nesir anlayışının hem türler hem de dil açısından devam ettiği görülmektedir. Şair tezkirelerinden başlamak üzere tarihler, biyografik eserler, sözlük ve belagat türünde yazılan eserlerde dil açısından klasik nesrin sanatkârane üslubunun da devam ettiği görülmektedir. Nesir dilindeki sadeleşme ve değişmenin bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli zorunluluklar ve değişen zihniyetin yarattığı yeni kültürel ve düşünsel ortamın etkisiyle ortaya çıktığını söylemek gerekir.
Nesir türü tezkirelerden "Hâtimetü’l-eş’âr" hakkında bilgi veriniz?
Hâtimetü’l-eş’âr: Fatîn Efendi tarafından hazırlanan tezkirenin 1853 yılında tamamlandığı bilinmektedir. Eserde Sâlim Tezkiresi’nin bıraktığı 1721 yılından 1853 yılına kadar yetişen 672 şair hakkında bilgiler verilmiştir. Şinasi Fatîn Tezkîresi’ni 1863 yılında bazı değişiklikler yaparak özellikle dil açısından süslü ve ağır bölümlerini sadeleştirerek yayımlamıştır.
Vak'anüvüs Mütercim Âsım ve tarihi hakkında bilgi veriniz?
19. yüzyılın ilk yarısında vak’anüvis tarihçiliği geleneği devam etmiş, bu türde tarih kitapları yazılmıştır. Bu kitapların dili genellikle klasik nesir anlayışının takipçisidir. Bu yüzyılın başında hayatta olan 18. yüzyıl vak’anüvislerinden Mehmed Pertev Efendi 1807’deki vefatına kadar bu görevini sürdürmüştür. Mehmed Pertev Efendi’den sonra Ömer Âmir Bey bu görevi devralmış; ancak bu iki tarihçiden fihrist şeklinde ve birkaç defter hacminde notlar kalmıştır. Daha sonra ise Mütercim Âsım vak’anüvüslik görevine getirilmiştir. Ölünceye (1820) kadar bu görevini sürdüren Mütercim Âsım’ın eseri Tarih-i Âsım veya Vaka-i Selimiye isimleriyle tanınmıştır. 1791-1808 tarihleri arasındaki III. Selim devrinin olaylarını anlatan ve aydınlatan Tarih-i Âsım, zamanının basmakalıp, kuru ve ağır bir üslubuyla ve tenkidî bir biçimde yazılmıştır.
Mütercim Âsım’dan sonra vak’anüvislik görevine getirilen Şânizâde Mehmed Ataullah Efendinin üslubu ve seçtiği içerik hakkında neler söylenebilir?
Mütercim Âsım’dan sonra vak’anüvislik görevine getirilen Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi, dil ve üslup açısından edebî bir tarz kullanmıştır. Şânizâde dönemi itibarıyla yeniçeri zorbalıklarını, Rum isyanlarını, toplumsal yapıda ve devlet kademelerindeki ahlaki yozlaşmaları eserinde yoğun olarak işlemiştir. Klasik İslam tarih yazım geleneğinin önemli bir hususiyeti olan şiirler üzerinden eleştiride bulunma usulünü de eserinde tercih etmiştir. Böylece ağır tenkitlerin, yeri geldiğinde üstü kapalı bir şekilde ifade edilebilmesi mümkün olmuştur.
Zeyl kavramını açıklayınız?
Kelime anlamı ilave demektir. Bir eserin devamı olarak yazılan eserlere de zeyl denir.
19. yüzyılın ilk yarısında yazılan biyografi türündeki eserlerin genel özellikleri nelerdir?
19. yüzyılın ilk yarısında yazılan biyografi türündeki eserler, geleneğin devamı niteliğinde ve daha önce yazılan eserlere zeyl niteliği gösterirler. Genellikle klasik nesrin üslubunu sürdüren eserler devlet adamları, şeyhülislam ve diğer din büyüklerinin hayatları hakkında bilgiler veren önemli kaynaklar niteliğindedir.
19. yüzyılın ilk yarısında yazdığı biyografilerle öne çıkan Ahmet Rıf'at'ın eserleri hakkında bilgi veriniz?
Bu dönemin biyografi yazarlarının başında Ahmed Rıf’at gelir ve Müstakim-zâde Süleyman Efendi’nin Osmanlı şeyhülislamlarını konu edinen Devhâtü’l-meşâyih’ine yazdığı zeylle ön plana çıkar. Yine Ahmed Rıf’at’ın hazırladığı Verdü’l-hadâ’ik Osman-zâde Tâ’ib’in Hadîkatü’l-vüzerâ adlı eserinin dördüncü zeylidir. Eserde 1809’dan 1863’e kadar geçen devrede görev yapan yirmi dört sadrazamın biyografisi verilmiştir. Ravzatü’l-azîziye ise Hz. Peygamber’in şeceresinden başlamak suretiyle dört halife ve on iki imam, İslam hükümdarları ve Osmanlı padişahlarının, sadrazamların, şeyhülislamların, kaptan paşaların ve Mısır hidivlerinin kısa biyografisini içerir. Eser, Yeniçeri Ocağının kaldırılışından 1866 yılına kadar devlet teşkilatının (mansıblar) geçirdiği değişimi ve mansıblara tayin edilen kişilerin bir cetvelini de ihtiva etmektedir. Ahmed Rıf’at diğer önemli biyografik eseri Devhatü’n-nukabâ’da 1495’ten başlayarak 1861 yılına kadar görev yapan nakîbü’l-eşrâfların hayat hikâyelerine yer verir.
19. yüzyılın ilk sefaretname müellifi ve eseri hakkında bilgi veriniz?
19. yüzyılın ilk sefaretname müellifi Abdurrahim Muhib Efendi’dir. Fransa elçiliği sırasındaki izlenimlerini Küçük Sefaretnâme ve Büyük Sefaretnâme olarak adlandırdığı iki ayrı kitapta anlatmıştır.
19. yüzyılın başlarından itibaren nesir türüne olan ilginin artması neyin yansımasıdır?
19. yüzyılın başlarından itibaren bütün Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı’da da siyasal ve toplumsal olayların kültür ve sanatla ilişkisinin önceki devirlere nazaran yoğunluk ve zenginlik kazandığı görülür. Nesir türüne olan ilginin artması bu sürecin doğal bir yansımasıdır.
19. yüzyılın başlarından itibaren nesirde görülen sadeleşme temelde hangi ihtiyaçtan ileri gelmiştir?
Ahmet Hamid Tanpınar, Türk nesrindeki değişikliğin önce resmî dilde ve onun bir kolu gibi görünen gazete dilinde başladığını belirtir. Özellikle II. Mahmud’un kolayca anlaşılır, sade bir yazış tarzının taraftarı olduğunu belirten Tanpınar, yapılan yeniliklerle ilgili kamuoyunun görüşüne duyulan ihtiyacın sık sık çeşitli beyanname ve fermanlarla halka müracaat edilmesi sonucunu doğurduğunu bunun da kolay anlaşılır bir yazı dilini zorunlu kıldığını söyler. Bu devirde Babıâli’de yapılan memur ve bürokrat atamalarında daima sade, etraflı, açık bir ifade tarzına sahip olmanın bir meziyet sayıldığı bilinmektedir.