VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Xıı.-Xııı. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu’Da Gelişen Türk Edebiyatı
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Alaaddin Keykubad dönemi Anadolu Selçuklu Devleti’ne ne tür gelişimler sağlamıştır?
Alaaddin Keykubad dönemi (1220-1237), Anadolu Selçuklu Devleti’nin her yönden en yüksek devri olmuştur. Bu dönemde Anadolu’da siyasî birlik ve asayiş sağlanmış, toplum huzurlu bir hayata kavuşmuştur. Alaaddin Keykubad, vefatından önce gelen Moğol istilasını, -kısa bir süreliğine de olsa- akıllıca siyasî tedbirlerle geciktirmiştir. Bu dönemde, Anadolu’nun siyasî ve iktisadî yönlerden güçlü oluşu, büyük merkezlerde ilim ve sanat faaliyetlerinin gelişmesini sağlamıştır.
Selçuklu ordusunun Kösedağ’da Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nde ne tür olumsuzluklar yaşanmıştır?
XIII. yüzyılın ortalarına doğru Selçuklu ordusunun Kösedağ’da Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu Selçuklu Devleti zamanla eski gücünü ve otoritesini iyice kaybetmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve Moğol baskısının zamanla azalmasından faydalanan Türkmen beyleri de bulundukları bölgelerde yavaş yavaş Selçuklularla ilişkilerini keserek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Anadolu Selçuklularının hâkimiyetindeki topraklarda kurulan bu beyliklere Tavâif-i Mülûk veya Anadolu beylikleri denilir.
Kutadgu Bilig’te kaç kelime vardır ve kökenlerine göre sayısal dağılımları nasıldır?
Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce, İslâm medeniyetine girdikleri dönemde, dil ve edebiyatlarının gelişmiş bir durumda olduğu görülür. Bunun en bariz örneklerinden biri Kutadgu Bilig’tir. Üç binin üstünde kelime kullanılarak yazılan ve İslâm dairesine girerken Türk edebiyatında birden bire ortaya çıkan bu büyük eserde 3200 civarında kelime vardır. Bunların 360’ı Arapça, 77’si de Farsçadır. Geriye kalan 2823 kelime de Türkçedir. Karahanlılar döneminde Kutadgu Bilig gibi bir eserin birden karşımıza çıkması, Türk edebiyatının zengin ve büyük bir edebiyat, Türkçenin de işlenmiş, üstün ve büyük bir dil olduğunu göstermektedir.
Karahanlı devletinde Türkçenin sadece konuşma dili olarak kalmasına sebep olan eylemler nelerdir?
Karahanlı devletindeki hükümdarların dil şuurunun görülmediği bu devletlerde hükümdar, halk ve ordu Türk olduğu halde Farsça resmî ve edebî dil, Arapça da ilim dili olarak benimsenmiş, Türk hükümdarı kendi dilinde yazılan şiirlerle değil Farsça manzumelerle övülmüştür. Bütün bunlardan dolayı Türkçe eserlerin yazılmaması, bu dönemlerde Türkçenin sadece konuşma dili olarak kalmasına sebep olmuştur.
Âşık Paşa, 10613 beyti bulan ve XIV. yüzyılın en büyük mesnevisi olan Garîb-nâme’sinde hangi genel dilbilim alt dalında görüş belirtmiştir?
Âşık Paşa, 10613 beyti bulan ve XIV. yüzyılın en büyük mesnevisi olan Garîb-nâme’de yalnız Türkçe üzerinde değil, genel dilbilimin alt dallarından biçimbilim (=morfoloji; sözcüklerin oluşumu) içerisinde yer alan konular hakkında da görüşler ileri sürmüştür.
Âşık Paşa, sesin ortaya çıkış şeklini nasıl tanımlamıştır?
Sesin ciğerden hava üzerine binerek kelimeler halinde ağızdan döküldüğünü belirten şair, ayrıca yazı ve resmin yanında bütün sanatları gözden geçirip bu sanatlarla ilgili tespitlerini “gözden giren elden çıkar” şeklinde kısa ve öz olarak ifade etmiştir.
Ahi Evren’in Anadolu Selçuklu dönemindeki başlıca çalışmaları nelerdir?
Bir fıkıh âlimi ve doktor olan Ahi Evren (1171-1262), Hoy şehrinden gelerek Kayseri’ye yerleşmiştir. Ahiliğin kurulup gelişmesinde büyük emeği bulunan, İslâmî inanç ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde öğrenci-hoca ilişkilerini düzenleyen Ahi Evren, gittiği yerlerde esnafı teşkilatlandırmış ve Anadolu ahilerinin başı kabul edilmiştir. Bir süre Denizli ve Konya’da bulunmuş daha sonra Kırşehir’e yerleşmiştir. Menâhic-i Seyfî adlı Farsça eserini Seyfeddin Tuğrul’a sunan Ahi Evren, Moğolların baskısıyla Kırşehir emiri Nureddin Caca tarafından 1262 yılında şehit edilmiştir. Ahilik ise, bundan sonra kendi yolunda ilerlemesine devam etmiştir.
I. Alaaddin Keykubad’ın dil yaklaşımı nasıldır?
I. Alaaddin Keykubâd Oğuz töresine bağlı, Türkçeden başka Arapça, Farsça ve Rumca da bilen bir sultan idi. I. İzzeddin Keykavus gibi Farsça manzumeler yazan Alaaddin Keykubad, Bahaeddin Veled gibi bazı ilim adamı ve şairlere yakınlık gösterip bunları himaye etmiştir. Bu sultanın âlim, sanatkâr ve şairleri teşviki ile memleketteki ilim ve kültür hayatı gitgide canlanarak yüksek seviyelere ulaşmıştır.
Selçuklu döneminde Türkdilinin karşılaştığı başlıca zorluklar nelerdir?
Anadolu’da yaygın konuşma dili olan Oğuz Türkçesinin Karahanlı Türkçesi gibi Uygur harfleri ile yazılmış, devam eden bir yazılış şekli (kuralları yerleşmiş bir imlası) yoktur. Bundan dolayı Arapça ve Farsça Selçuklu devletinde ön plana geçmiştir. Bu diller karşısında bulunan Türkçenin henüz tespit edilmiş gramer kuralları ve yaygınlaşmış bir imlasının bulunmayışı, Türkçe eser yazmak isteyenlerin karşılaştıkları büyük bir zorluktur. Kâtipler Türkçenin imlasını bilmedikleri için çok sıkıntı çekmişlerdir. Türkçe kelimelerin yazımında çeşitlilik görülmüş, bir kelime birkaç şekilde yazılmaya başlanmıştır. Başlangıçta bu zorluklar görülse de Oğuz Türkçesi zamanla yazılan eserler sayesinde konuşma dili olmasının yanında yazı dili haline gelerek edebî dil özelliği kazanmıştır.
Gülşehrî’nin Türkçe kullanımı ile ilgili olan yaklaşımı nasıldır?
İlk eseri Felek-nâme’yi Farsça yazan Gülşehrî, Mantıku’t-tayr’ı ve diğer şiirlerini ise Türkçe yazmıştır. Böylece Türkçe eser yazmada öncü durumuna gelen Gülşehrî, Türkçe eser yazanların hor görüldüğü bu dönemde, Türkçeye olan sevgi ve bağlılığını açıkça ortaya koymuş bir şairdir. Türkçeye gönül veren Gülşehrî, kimsenin Türkçe yazmaya iltifat etmediği ve Türkçe yazanların da özür dilediği bir devirde Türkçe yazmakla övünmüştür.
Yunus Emre’nin Türk edebiyatına katkıları nasıl özetlenebilir?
Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının temelinde yer alan şairlerden biri de Yunus Emre’dir. O, Türkçeyle ilgili anlatımın kıt oluşu, gramerin tespit edilmemiş olması, işlenmemiş, soğuk ve kaba bir dil şeklindeki düşüncelerin hâkim olduğu bu yüzyılda, dilimizin gücünü keşfeden ve gönülleri aydınlatan şairdir. Garîb-nâme’nin yazıldığı tarihten on sene önce, 1320 yılında ölen Yunus Emre, söze büyük önem veren bir şair olup Türkçeyi gönül dili haline getirmiştir. Anlattıkları ve söyledikleri ile akılları ve gönülleri açmış, söylenecekleri en güzel şekilde dile getirmiştir. Onun söyledikleri Türkçenin anlatım gücünü zenginleştirmiş ve insanımızın gönül dünyasını açmıştır. Yunus, bunu Türkçe kelimelere yüklediği yeni anlamlarla gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan Yunus’un şiirleri okuyucuya birden bire açılmaz. Onları yorumlamak için büyük bir bilgi birikimi yanında Yunus’un dünyasını da bilmek lazımdır. O, yukarıda belirttiğimiz gibi şair ve yazarların yakındıkları Türkçedeki anlatım kıtlığını ortadan kaldıran şairdir. Yunus, ilahî aşk içinde hiç kocamadığı gibi, şiirleri de hiç eskimemiş ve hep taze kalmıştır. Risâletü’n-nushiyye ile Divan’ınında açık bir dil kullanan şairin Divan’ındaki dili, mesnevisine göre daha coşkun ve akıcıdır. Onun asıl kendini ve iç hâlini anlattığı dil, Divan’ındaki dilidir. Bu bakımdan Yunus, çağdaşlarını söyleyişte çok gerilerde bırakmıştır. Yunus’un dili sürekli parlayan, yanıp harelenen, yanardöner bir hal içinde olan akıcı ve yaldızlı bir dildir. Bu dil, halkın beğenip o zamandan günümüze kadar sahip çıktığı Türkçedir. Kısaca Yunus, asrında ve edebiyatımızda tektir ve hiç sönmeyen bir yıldız gibidir.
Âşık Paşa’nın Türkçe’ye karşı yaklaşımı ve yakındığı tespitleri nelerdir?
Türkçeye hor bakılmasından yakınan Âşık Paşa, her dilin kayıt altına alındığını, gramer kurallarının tespit edilip sözlüklerinin yazıldığını, ancak Türkçe üzerinde kimsenin çalışmadığını üzülerek ifade eder. Türklerin dilbilimini bilmediklerini ve kendi dilleri üzerinde çalışmadıklarını vurgulayan Âşık Paşa, Türkçeye büyük hizmette bulunan, dilimizin ve milletimizin eksik taraflarını görüp ikaz ederek devrinde Türkçeye ilk sahip çıkanlardan biridir. Her şeyden önce onda bir “dil” ve “gramer bilinci” vardır. O, bu şuura diğer dilleri inceleyerek ulaşmış ve Türkçeyi bu açıdan değerlendirmeye çalışmıştır. Türkçenin en önde gelen eserleri arasında bulunan Garîb-nâme’si ise, Türkçe üzerinde çalışmak isteyenler için hazine değerinde bir malzemeye sahiptir.
Anadolu beyliklerinde ve Osmanlıda Türkçeye karşı yaklaşımlar nasıldır ve hangi yazarların ürün vermesine imkan sağlamıştır?
Germiyanoğulları, Aydınoğulları ve İsfendiyaroğulları beylikleri ile beylik olarak kurulan ve zamanla büyük bir devlete dönüşen Osmanlıda daha kuruluşundan itibaren Türkçeye büyük önem verilerek şair ve yazarların Türkçe telif veya tercüme eser yazmaları teşvik edilmiştir. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlıda Türkçeye verilen önemle birlikte toplumda Türkçe eserlere olan talep, Âşık Paşa, Yunus Emre, Gülşehrî, Tursun Fakih ve Şeyyad Hamza gibi şair ve yazarların daha XIV. yüzyılın başında dil bilinci ile eser vermelerinin önünü açmıştır. Türkçe telif ve tercüme eserlerin yazılması, bu asırdan itibaren sonraki yüzyıllarda artarak devam etmiştir.
Battal-nâme ve Dânişmend-nâme hangi türde hikayelerdir?
Bizanslılara karşı savaşmış Müslüman bir Arap kahramanı olduğu ileri sürülen Battal Gazi etrafında meydana getirilen Battal-nâme; Danişmend Ahmed Gazi’nin kahramanlıklarının menkıbe ile karışık olarak anlatıldığı Dânişmend-nâme, Anadolu’nun fethi sırasında Türk gazilerini cesaretlendirmek için oluşturulmuş destanî halk hikâyeleridir.
Oğuz lehçesinin, Anadolu’da büyük bir değişikliğe uğramaması, zamanla gelişerek “edebî dil” hâlini alması hangi gelişmelere bağlıdır?
Anadolu’ya yerleşen Türklerin büyük bir kısmı Oğuz Türkleri olduğu için, burada konuşulan dilin temelini Oğuz lehçesi oluşturmuştur. Oğuzlar dışındaki Türk topluluklarının hem sayılarının az olması hem de Oğuz Türkçesine yakın bir dil konuşmalarından dolayı Oğuz lehçesi, Anadolu’da büyük bir değişikliğe uğramamış, zamanla gelişerek “edebî dil” hâlini almıştır.
Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için büyük mücadele veren Oğuz boyları için önemli olan manevî güç kaynağı nedir?
XII-XIII. yüzyıllarda, eski Türk destanları, Dede Korkut hikâyeleri ile Ebu Müslim ve Battal Gazi gibi Müslüman kahramanların etrafında gelişen menkıbeler, Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için büyük mücadele veren Oğuz boyları için önemli manevî güç kaynağı olmuştur. Böylece Anadolu, bu yüzyıllarda Türklerin dinî-menkıbevî destan edebiyatı geleneklerini sürdürdükleri uygun bir ortam hâline gelmiştir. Bunun sonucunda XIII. yüzyılda Anadolu’da Dânişmend-nâme, Battal-nâme, Ebû Müslim gibi dinîtarihî, menkıbevî destanlar ortaya çıkmıştır. Destancı ozanlar ile Anadolu ve Rumeli’nin fethinde önemli rolü olan alp eren denilen veliler, Türk halkına manevî güç vermelerinin yanında eski dönemlerin inanç ve geleneklerinin İslâmî bir şekle dönüştürülerek yaşatılmasında önemli katkıda bulunmuşlardır.
Türk mizahının büyük bir temsilcisi olan Nasreddin Hoca nerede yaşamıştır?
Nasreddin Hoca (öl. 1284), XIII. yüzyılda Selçuklular devrinde yaşamış Türk mizahının büyük bir temsilcisidir. Onun hakkındaki yetersiz ve rivayetten öteye gitmeyen bilgilerden dolayı tarihî kişiliğini tespit etmek güçtür. Bugüne kadar yapılan çalışmalara göre Nasreddin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuş, babasının ölümünden sonra Akşehir’e gitmiş ve orada ölmüştür.
Oğuz Türkçesinin XI. yüzyılın ikinci yarısındaki dil yapısı hakkında en sağlıklı bilgiyi aktaran eserin adı nedir?
Oğuz Türkçesinin XI. yüzyılın ikinci yarısındaki dil yapısı hakkında en sağlıklı bilgiyi veren Kâşgarlı Mahmud’un Dîvanü Lügati’t-Türk’üdür. Bu eserde verilen bilgilere göre, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin Karahanlı yazı dili özellikleri ve bir dereceye kadar da Kıpçak Türkçesi özelliklerinin karışmasından meydana gelmiş, geçiş dönemine özgü karışık bir dil olduğu görülmektedir.
Behcetü’l-Hadaik’teki şiirlerin temel yapısal özellikleri nelerdir?
Behcetü’l-Hadaik’teki şiirlerde, daha çok kafiye ile ses tekrarları dikkat çekmektedir. Tespit edilen kafiye, vezne uysa da uymasa da yazılan manzume şiir olarak telakki edilmiştir. Her konuda yazılan şiirlerde hece ve aruz vezni kullanılmıştır. Bunlarda belli bir tutarlılık olmayıp keyfilik hâkimdir. Böyle olmasına rağmen, bu şiirlerin XIII. asır Türk şiiri için büyük değeri vardır. Yazarın şiir bilgisi içinde eski Türk şiirinden gelen hususlar olduğu gibi, bizim de gerek hece, gerekse aruz üzerinde nazım ve şiirle ilgili ulaşamadığımız bilgiler de olabilir.
Behcetü’l-Hadaik’ten günümüzde kaç sayfa kalmıştır?
Eserde, Türkçe şiirlerin yanında, dinî mahiyette Arapça ve Farsça şiirlere de yer verilmiştir. Kütüphane kataloğuna nazaran, bir vakitler 500 sayfadan ibaret olan nüshadan, elimizde bugün ancak 353 sayfa kalmıştır.