Yeni Türk Edebiyatına Giriş 1 Dersi 6. Ünite Özet
Deneme, Eleştiri Ve Mektup
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Deneme : Tanım ve Özellikleri
Deneme sözcüğü Fransızca “essai”den gelir. Adını ve kesin biçimini 16. yüzyılın ikinci yarısında Montaigne’in Denemeler (1580) adlı eserinden sonra alır. 17. yüzyılda “deneme/essai” kelimesi orta uzunlukta, samimi bir üslupla yazılmış metinleri tanımlamak için kullanılır.
Konuları itibarıyla çeşitlilik gösteren bu yazıların ortak özelliği, kısa olmaları ve belli bir planla yazılmamalarıdır. Deneme, 18. ve 19. yüzyılda bir edebî tür olarak gelişmesini sürdürür, özellikleri ve tanımı netleşir. Tek bir konuya bağlı kalmayan, belirli bir plan üzerinden yazılmayan, kişisel görüş ve düşüncelerin delillerle ispat etme kaygısı duyulmadan, kesin hükümler verilmeden ortaya konulduğu bir edebî tür olarak tanımlanır.
Deneme “ben’in kitabı”dır. Antik Dönem’den günümüze denemeler, farklı zamanlarda farklı kişilerin kalemlerinde şekillenmiş, bir diğer ifade ile “farklı ben’lerin eserleri”dir. Ancak hepsinin birleştiği ortak payda Antik Dönem’den modern zamanlara uzanan bir süreci barındıran bir hafıza ile ferdî hayatın kültürel bir zemin üzerinden anlatılmasıdır. Reşat Nuri Darago, denemenin belli bir tekniği olmadığını, demeç tekniğine yakın, makale ya da anı defteri havası taşıyan bir tür olduğunu söyler ve denemeyi bir tür monolog olarak görür.
20. yüzyılda artık denemenin “zaman üstü” ve ütopik olma özellikleri vurgulanır. Deneme farklı kültürlere göndermeler yaparak, referans alanları yaratarak okurda yeni düşünce kanalları açan ve kişinin kendini keşfetmesini sağlayan bir türdür. Zaman içinde bu özellikleri diğer türleri de etkiler. İnsan ve toplumu ilgilendiren her şey denemenin konusudur. Genelde birinci tekil şahıs kullanan yazar, bir konudan diğerine geçerek serbest bir tavır içinde yazar. Amacı öğretici olmak, okuru bilgilendirmek değil, bir sohbet havası içinde fikirlerini, hayat tecrübelerini paylaşan yazar, okura farklı bakış açıları kazandırmayı, okurun düşünce dünyasını geliştirmeyi hedefler. Akıcı bir üslupla yazılan denemeler okurun dilden haz almasını sağlama işlevini de yüklenirken insanı merkeze alan ve onun hayatla ilişkisini ele alarak evrensel bir özellik taşırlar, zaman içinde değerlerini yitirmezler.
Batı Edebiyatında Deneme
Deneme türünün ilk örneklerine Yunan ve Latin edebiyatlarında rastlanır. Eflatun’un bazı diyalogları, Epiktetos’un sohbetleri, Cicero’nun bazı eserleri, Seneca’nın bazı diyalog ve mektupları deneme özelliği gösterirler. Ancak deneme türünün dünya edebiyatında öncülüğünü yapan Fransız yazar Montaigne olur. Montaigne’in Denemeler’i yazdığı dönemi ve edebî çevresini inceleyen P. Villey Denemeler’i çağa karşı bir tepki, “Rönesans ile yeniden doğanminsan”ın kendini ifadesi; H. Friedrich ise “antiskolastik bir özgürlük hareketi” olarak niteler. Friedrich’e göre Montaigne kitabına başlık olarak deneme/essai adını veren ilk yazardır. Böylece dogmalardan hareket etmediğini hissettirir ve tecrübeyle hayatı tanımanın ve insanın kendini tanımasının önemine işaret eder. Engin bir hayat tecrübesiyle çevresini gözlemleyen Montaigne, akla gelebilecek her konuda bir sohbet üslubuyla yazarken okurlarını özgürce düşünmeye yöneltmektedir. Aynı yüzyılda yaşayan Bacon İngiliz edebiyatında denemeleriyle ünlüdür.
18. yüzyılda Montesquieu’nün Mes Pensées (Düşüncelerim) adlı eseri, Voltaire’in büyük devlet adamlarına, sanatçılar, düşünürler ve dost çevresine yazdığı mektuplar ve asıl adı Emile Chartier olan Alain “Propos d’Alain”in (Söyleşiler) adı altında gazete ve dergilerde yayımlanan yazıları deneme özellikleri göstermektedir.
Dünya edebiyatında Paul Claudel, Paul Valéry, André Gide, T. S. Eliot, Albert Camus, Marcel Proust, Roland Barthes ve Amin Maalouf gibi yazarlar diğer türlerde verdikleri eserlerin yanı sıra edebiyat, sanat, toplumsal meseleleriyle ilgili görüşlerini, “ben” öykülerini yansıtan denemeleriyle de ünlüdürler.
Türk Edebiyatında Deneme
Türk edebiyatına “tecrübe-i kalemiye” adıyla giren deneme gazetelerle birlikte gelişir. Türk edebiyatında deneme türünün ilk örnekleri olarak niteleyeceğimiz fıkra, sohbet gibi örnekler önce gazete sütunlarında yer alır, daha sonra kitap hâline getirilir. Dil, edebiyat, felsefe, kültürel, sosyal ve siyasi konular başta olmak üzere çeşitli konularda yazılan denemeler edebiyat tarihimizde zengin bir birikim oluşturmaktadır.
- Ahmet Rasim (1864-1932), köşe yazıları, sohbetleri, Gülüp Ağladıklarım (1926), Falaka (1927), Muharrir Bu Ya (1927) adlı denemeleri;
- Ruşen Eşref (1892-1959), Ayrılıklar (1923), Damla Damla (1929), Boğaziçi Yakından (1938), Atatürk’ü Özleyiş (1957), İstiklâl Yolunda (1960) gibi denemeleriyle
türün örneklerini verirler.
Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları, mektup ve deneme türlerine örnek olabilecek özellikte bir eserdir.
Mektup formunu kullanarak okurlarıyla sohbet eden ve belli konulardaki gözlem ve düşüncelerini onlarla paylaşan Ahmet Rasim, mektup ile denemenin özelliklerini birleştirir. Deneme ve fıkralarıyla Osmanlı bürokrasi geleneğindeki “vilayet mektupçuluğu”na karşı “şehir mektupçuluğu” diye fahri bir görev yaratır. Yaşadığı kentin sorunlarını dile getirir.
Dönemin entelektüelleri tarafından da izlenen mektup formundaki bu yazılar Tanpınar üzerinde de etkili olur. Mustafa Kutlu da Şehir Mektupları (1995) adlı eserinde yer alan “insan-şehir-mekân” ilişkisini irdeleyen denemelerinde Ahmet Rasim’in çizgisini sürdürür ve kendine özgü üslubuyla 20. yüzyılın İstanbul’unu anlatır. Ahmet Haşim, gerçeği “harikuladeye dönüştüren” estetik bir bakış açısıyla yazdığı denemelerini Gurabahâne-i Laklakan (1928), Bize Göre (1928) ve Frankfurt Seyahatnamesi’nde (1933) toplar. Haşim’in denemelerinde onun şiir estetiğinde de etkisi görülen Rémy de Gourmont ve Alain’in izleri vardır.
İsmail Habib Sevük’ün gezi notlarını ve gözlemlerini içeren O Zamanlar (1936), Tuna’dan Batı’ya (1935), Yurttan Yazılar (1945 ) adlı eserleri; Reşat Nuri Güntekin’in 2 cilt hâlinde yayımlanan Anadolu Notları (1936, 1966) adlı eseri, yazarlarının izlenimlerini ayrıntılı bir gözlem ve akıcı bir dille okuruyla sohbet eder bir eda ve eleştirel bir bakış açısıyla anlattığı deneme örnekleri arasında sayılır.
Deneme, Türk edebiyatında asıl kimliğine “deneme ‘ben’in ülkesidir” diyen Nurullah Ataç’ın kaleminde kavuşur. Edebiyat dünyasına Ahmet Haşim hakkında yazdığı bir yazı ile Dergâh’ta başlayan Ataç’ın dil konusundaki tavrı onun dil devriminin öncüsü olarak anılmasına yol açar. Divan edebiyatı, halk ve Avrupa edebiyatlarına hâkimiyeti ile okurlarına sunduğu fikir çeşitliliği ve insanlığın ortak değer ve davranışlarını akıcı bir dille ifade etmesi denemelerinin belirgin özellikleridir. Dil ve edebiyata özel bir ilgi duyan yazar denemelerinde sadece denemeci değil; aynı zamanda bir eleştirmendir. Böylece eleştirel bir deneme anlayışı da metinlerine hâkim olur.
Dil, edebiyat ve günlük meseleler hakkında yazan Ataç geniş kültürü, samimi yaklaşımları, zaman zaman da öfkeli tavrı, kültür meselelerine ve sosyal kavramlara getirdiği farklı yorumlarla okurların dikkatini çeker. Nurullah Ataç; Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve tercüme hakkındaki görüşlerini içeren denemelerini Günlerin Getirdiği’nde (1946); 1953- 1957 yılları arasında yazdığı denemeleri Günce’de (1960) toplar. Diğer denemeleri Karalama Defteri (1952), Sözden Söze (1952), Ararken (1954), Diyelim (1954), Söz Arasında (1957), Okuruma Mektuplar (1958), Söyleşiler (1964), Dergilerde (3C.1980) vd. kitaplarda toplanmıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yaşadığım Gibi’de yer alan yazıları, çeşitli dergi ve gazetelerden derlenmiş onun şair, hikâyeci, romancı ve edebiyat tarihçisi olarak kültür ve edebiyat hakkındaki görüşlerini, fikirlerini yansıtan örneklerdir. Tanpınar’ı Türk edebiyatının en büyük denemecilerinden biri ve en zengin kültürlü yazarı olarak niteleyen Mehmet Kaplan’ın yorumuyla Yaşadığım Gibi ve Beş Şehir’deki yazıları -diğer eserleriyle birlikte- “kültür milliyetçiliği” bağlamında önemli bir yer tutmaktadır.
Yahya Kemal, Aziz İstanbul’da (1964) tarihî, coğrafi ve mimari özellikleriyle İstanbul’un farklı semtlerini tasvir eder. Deneme özeliği taşıyan bu yazılarında şehrin kültürel zenginliklerini, estetik bir duyuş, sağlam bir gözlem ve tarih bilgisiyle gelecek kuşaklara aktarır.
Suut Kemal Yetkin’in Edebiyat Konuşmaları (1944), Edebiyat Üzerine (1952), Günlerin Götürdüğü (1958), Düşün Payı (1960), Şiir Üzerine Düşünceler (1969), Denemeler (1972 ) adlı kitapları edebiyat konulu denemelerinden oluşur. Kendi denemelerinde Montaigne’in çizgisinden giden Suut Kemal Yetkin, zengin bir kültür birikimini akıcı bir dille yansıtan deneme örnekleri vermiştir.
Montaigne’in tarzını Türk edebiyatında sürdüren bir diğer isim onun Denemeler’inden seçtiği örnekleri Türkçeye çeviren Sabahattin Eyüboğlu olur. Klasik kültürün ölçütlerini Türk kültürüne uygulayan, halk kültürümüzün değerlerini yeni bir bakış açısıyla yorumlayan ve onları Batı kültürü ile karşılaştıran Eyüboğlu, denemelerinde yerli olanın nasıl evrensel hâle gelebileceğinin örneklerini vermektedir.
Keyifli dili, dil oyunları ve ironik yaklaşımı ile dikkati çeken Salâh Birsel, Türk edebiyatının dikkate değer deneme yazarlarından birisidir. Salâh Birsel zengin kültürüyle belirli bir okur kitlesine seslenen, özel bir deneme yazarıdır. Başlıca deneme eserleri arasında Kendimle Konuşmalar (1972), Seyirci Sahneye Çıkı- yor (1975), Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (1979), Paf ve Puf (1981), Bir Zavallı Sarı At (1985), Nezleli Karga (1991), Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu (1992) sayılabilir. “Salâh Bey Tarihi” başlığı altında topladığı deneme kitaplarında yaşadığı dönemin tanıklığını yapar. Bu grupta Kahveler Kitabı (1976), Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976), Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980), Sergüzeşt-i Nono Bey (1982), İstanbul-Paris (1983), Yaşlılık Günlüğü (1986), Aynalar Günlüğü (1988), Gece Yarısı Mektupları (1991) gibi kitaplar yer almaktadır.
Fethi Naci eleştirmen kimliğinin yanı sıra deneme türünde de eserler verir. Edebiyatı günü gününe izler ve yorumlarını günlük şeklinde dergi ve gazetelerde yazdığı deneme özelliği gösteren yazıları aracılığıyla okurlarıyla paylaşır. İnsan Tükenmez (1956), Gerçek Saygısı (1959), Az gelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm (1965,1966), Atatürk’ün Temel Görüşleri (1968,1970), On Türk Romanı (1971), Edebiyat Yazıları (1976), 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981), Eleştiri Günlüğü (1981), Gücünü Yitiren Edebiyat (1990) gibi eserlerinde bu denemeleri bulmak mümkündür.
Eleştiri
Eleştiri, bir sanat ya da düşünce eserini belli estetik ölçütler çerçevesinde sistemli bir biçimde değerlendiren, ait olduğu toplumun sanat ve düşünce dünyası içindeki yerini belirleyen yazıdır.
Eleştiri kelimesinin Batı’daki karşılığı olan “critique”, Yunanca “krites”den gelir. Yunan medeniyeti ile başlayan ve Avrupa’da Rönesans’tan sonra hızla gelişen eleştiri anlayışı “yargılama” ve “hüküm verme” olgularından hareket eder. Farklı anlamlar yüklenmiş bir kavram olan “eleştiri”, günlük dilde “yergi” anlamında da kullanılmaktadır. Bu anlamda, bireysel veya toplumsal alanda bir kişi ya da kurumu eleştirmek, onun olumsuz yanlarını sıralamak demektir. Hangi alana uygulanırsa uygulansın eleştiri iki temel işlev yüklenir:
- Bilgilendirme (information): Bilgilendirme işlevi çerçevesinde eleştirmen; kitap, tiyatro, resim ya da müzik gibi estetik bir ürünü tanımlar ve değerlendirir.
- T ahlil (analiz): Analiz, daha akademik düzeyde bir işlevdir. Eleştirmen, bir sanat eserinin içerik, biçim, zaman ve mekâna özgü özelliklerini belirler, estetik ölçütler çerçevesinde inceler ve değerlendirir.
Türk Edebiyatında Eleştiri/Tenkit Kavramı
Eleştiri/tenkit, Türkçede Fransızca “critique” kelimesinin karşılığı olarak kullanılır. Tanzimat’tan önce “ilm-i nakd”, Tanzimat’tan sonra Arapçada “nakd” kökünden gelen, “bir şeyin değerini vermek” anlamında kullanılan “intikad” ve “muâheze” gibi kelimelerle karşılanır. Namık Kemal, tenkit sözünü “kritik” yerine kullanmanın doğru olmadığını belirtir, “muâheze” ile tercüme etmeyi tercih eder. Servet-i Fünun Dönemi’nde “critique” karşılığı olarak “nakd” kökünden gelen “tenkad, tenakkud, intikad, tenkid” gibi farklı kelimeler kullanılır. Dönemin sanatçıları “tenkid” ile “intikad” kelimelerinden birini tercih konusunda zaman zaman anlaşamazlar. Zaman içinde tenkit ve eleştiri eş anlamlı sözcükler olarak kullanılmaya başlanır.
Batı Edebiyatında Eleştiri
Batı edebiyatında eleştiri; klasik, neoklasik, romantik ve modern tenkit olarak dört dönemde incelenebilir. Klasik eleştirinin tarihçesi ilk çağlara uzanır. Eski Yunan ve Latin dönemlerini kapsar ve sanatın tabiatın taklidi olduğu görüşü üzerine temellenir. Eski Yunan’da etkileyici söz söyleyene sofist adı verilir. Sofistler söz sanatları ile güçlendirilmiş bir hitabet şeklinin etkili olduğunu savunurlar. Böylece sanatın etkisi üzerinde düşünülmeye başlanır. Bu ilk adımı Sokrates’in kelimelerin anlamı ve kavramlar üzerindeki dikkati izler. Diyalog kavramını geliştiren, tek seslilik ve tek düşünceye karşı çıkan Sokrates farklı düşüncelere ve kişiler arasında fikir alışverişine yönelerek “özgür yaratma” konusunda önemli bir gelişmeye neden olur. Ancak Tanrıların monolitik/tek sesli hükümlerine karşı insanları kışkırttığı gerekçesiyle idam edilir.
Öğrencisi olan Platon onun diyaloglarını derler ve düşüncelerinin devam etmesini sağlar.
Aristo, Platon’un taklit fikrini değişik sanatlara uygulayarak ve tasnif ederek sanatın prensiplerini belirler.
Latin hitabet sanatının prensiplerini sistemleştiren, hitabet nesri ile tarihî nesri karşılaştıran Cicero’nun alana önemli katkıları olur.
Horace, yeniden eski Yunan doktrinlerine döner, Ars Poetica’yı yazar.
16. yüzyılda Rabelais, çağdaşlarından farklı olarak gramerci yaklaşımdan uzaklaşıp metnin kendisine yönelmenin gerekli olduğunu öne sürer.
19. yüzyılda neoklasik eleştiri anlayışına karşı romantik eleştiri gelişir. Bu eleştiri anlayışı 1800’lü yıllarda Almanya’da Schlegel, İngiltere’de Coleridge ile başlar.
19. yüzyılın önemli tenkitçilerinden birisi olan Sainte Beuve (1804-1868) bilimin etkisinden sıyrılıp sezgilerinden yararlanan tavrıyla çağdaşlarından ayrılır..
Hippolythe Taine (1828-1893) ırk, çevre ve an üzerinden eseri değerlendiren yaklaşımı ile eleştiri anlayışına yeni bir soluk getirir.
Brunetière’in (1849-1907) objektif eleştiri ile tekâmül teorisini birleştirme deneyimleri eleştiri tarihi açısından önem taşır. Eleştirinin işlevini “edebî eserleri yargılamak, sınıflandırmak ve açıklamak” olarak belirler.
Gustave Lanson (1857-1934) bir milletin edebiyatının tarihini yazmak için, edebiyatı dönemlere ayırmak, dönemlerdeki eğilimleri tespit etmek, olaylar ve edebî türler arasındaki ilişkileri değerlendirmek, edebî olaylar ile sosyal, siyasi, kültürel ve tarihî koşulları ilişkilendirerek değerlendirme gibi şartları sıralar.
Albert Thibaudet (1874-1936), zekâ ile sezgiyi bileştiren bir yaklaşımın temsilcisidir. Bergson’dan izler taşıyan bu yaklaşımda süreklilik esastır. 1960-1970’li yıllarda Roland Barthes yapısal anlatı çözümlemelerine örnekler verirken bir yandan da gösterge bilimsel yaklaşım üzerinde çalışmaktadır.
Jacques Derrida (1930-2004) ise metinlerin “artık bütünselleştirilemeyecek, toplam haline getirilemeyecek anlamlar üretimi olarak” okunmasını önerir.
İtalyan gösterge bilimci, tarihçi, eleştirmen ve yazar Umberto Eco (1932-2016) düşüncenin dil ve gösterge boyutunu ele alır.
Gérard Genette (1930- ) anlatı bilim (narratologie) ve yazın bilimin (poétique) önemli temsilcilerindendir.
Julia Kristeva (1941- ) Bulgar asıllı Fransız gösterge bilimcisi ve metin kuramcısıdır. Gösterge bilim kuramlarıyla psikanalizin yöntemlerini birlikte kullanan Kristeva, üreten metinle üretilmiş metin arasındaki ilişkileri inceleyen gösterge çözüm (sémanalyse) adını verdiği kendine has bir gösterge bilim yöntemi oluşturur.
Türk Edebiyatında Eleştiri
Eski edebiyatın edebî eleştiri bağlamında en önemli kaynağı tezkirelerdir. Tezkireler, devrin şairleri ile ilgili bilgi, yorum ve değerlendirmeler içerir. Aynı zamanda devrin edebiyat anlayışı ve değer sistemini de aktaran kaynaklarıdır. Divan edebiyatında eleştiri ile ilgili eserler: Şuâra tezkireleri, şairlerin divan, divançelerinin ön sözlerinde yer alan sanat ve edebiyatla ilgili görüşleri, bazı bölümleri edebî eleştiri özelliği taşıyan eserler, edebiyat tarihi ve belagat kitaplarıdır. Vefayat kitapları, biyografi kitapları, şehir monografileri, nazire ve şiir mecmuaları, seyahatnameler, mektuplar, tereke kayıtları, umumi tarihler de eleştiri ile ilgi kaynaklar arasında sayılırlar.
Tanzimat sonrası edebiyat eleştirisinde iki tavır dikkati çeker:
- Divan edebiyatı adı verilen eski Türk edebiyatının bütünüyle reddi veya eleştirilmesi
- Bu dönem edebiyatçılarının tanıyabildikleri kadar da olsa Batılı edebî örneklerle benzer yeni bir edebiyat kurulması hususundaki çabalar.
Namık Kemal, Şinasi’den sonra ciddi eleştiri örnekleri verir. Tanzimat Dönemi’nde eleştiri tarihinin önde gelen isimlerinden birisi de Recaizade Ekrem’dir. 1878/79’da yayımlanan Talim-i Edebiyat adlı eseri ile Tanzimat sonrasında gelişen edebiyatın estetiğini kurmaya çalışır.
Abdülhak Hâmid’in 1883’te Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanan “Bir Şairin Hezeyanı”, “hezeyan” hâlinde söylenmiş, tabiatı yücelten ve akla karşı bir tavrın, romantizmin ifadesi olarak nitelenir. Fikir ve tenkit tarihimiz açısından Tanzimat Dönemi’nin en dikkate değer isimlerinden biri de Beşir Fuat’tır. Romantizmi eleştiren, Batı edebiyatındaki realizmi Türk edebiyatına getiren ve pozitivizmi benimseyen ve tanıtan Beşir Fuad yeni bir devir açmıştır.
Servet-i Fünun Dönemi tenkit anlayışının en önemli ismi olan Ahmet Şuayb, Taine’in ve Flaubert’in görüşlerinden etkilenir.
İkinci Meşrutiyet sonrasında (1908) millî edebiyat, dilde sadeleşme ve şiirin biçimsel özelliklerinin değişmesi gibi yönelişlerle millîlik kavramı etrafında gelişir. Ali Canip Yöntem eserin ruhsal ve toplumsal açılardan ve nesnel olarak incelenmesinden yanadır. Ömer Seyfettin, eleştirinin düzenleyici, derleyip toplayıcı bir işlev yüklendiğine dikkati çeker.
Mektup
Mektup, insanların birbirleriyle yazılı olarak haberleşmelerini sağlayan bir vasıtadır. Zaman içinde yazarının duygu ve düşüncelerini, bir konu hakkındaki görüşlerini aktaran bir edebî tür hâline gelir. Edebiyat ve fikir adamlarının çevreleri ile ilişkilerini, iç dünyalarını, sanat anlayışlarını samimi bir ifade ile dile getirdikleri özel mektupları edebiyat tarihi için değerli belgelerdir.
Batı Edebiyatında Mektup
Latin edebiyatında hicivden sonra en gelişmiş tür olarak nitelenir. Romalılar mektup türünde eski Yunan’dan daha güçlü örnekler verirler. Çeşitli nedenlerle şehirden uzakta olanlar merkez ile ilişkilerini mektuplar aracılığıyla sürdürürler. Politik, toplumsal düşünceleri ileten mektupların yanı sıra güzel bir üslupla kaleme alınmış özel mektuplara da rastlanır.
Türk Edebiyatında Mektup
II. Mahmut devrinde ilk posta teşkilatının kurulmasına kadar mektup edebî ve sosyal hayatı- mızda yaygın değildir. Ulaklar vasıtasıyla sağlanan iletişim daha çok resmî makamlar tarafından kullanılmakta; diğer insanlar özel mektuplarını yolcular vasıtasıyla, tesadüfi imkânlarla ilgili yerlere ulaş- tırmakta, bu durum da emniyetli olmamaktadır. Posta sisteminin gelişmesi ile Abdülmecit devrinde mektuplaşmalar artar, Abdülaziz’in saltanatının ilk yıllarında mektubun pul usulü ile devlet mükellefiyet ve taahhüdü altına girmesi ile daha da yaygınlaşır.