Batı Edebiyatında Akımlar 1 Dersi 5. Ünite Özet
Romantizm
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Romantizm hem terim hem de akım olarak kolaylıkla tarif edilemez. İnsanın aklından çok duygularıyla ilgilenen romantizm Avrupa’da asırlarca devam eden akılcı klasisizme karşı tepki olarak ortaya çıkar. Romantizm kelimesi hayali, hayalperest ve acayip olanı tanımlamak üzere fantastik anlamında kullanılmıştır. Kelimeyi günümüzdeki anlamıyla ilk defa kullanan Jean Jacques Rousseau’dur.
Romantik hareketin belirlediği anlam için 18. yüzyılın sonu 19. Yüzyılın başı tarih olarak verilebilir. Fakat terimin anlamı başlangıçta İtalyanca romanzesco sözcüğünden gelen ve 1611 yılında kullanılmış bulunan romanesk ile karıştırıldı. İngilizcede bu kelime yerine daha çok romantik kelimesi kullanıldı. Romantik, İngilizcede eski şövalye romanları, saz şairleri çağını anımsatan şey anlamında kullanılıyordu. Bu sıfat zamanla, olağandışılığı, tabiat manzaralarında ve eski harabelerde anlam arama çabasını ifade eder hale geldi.
Romantizm 19. yüzyıl başında Fransa, Almanya ve İngiltere’de klasisizme tepki olarak ortaya çıkan, insanın duygu tecrübesini, ilhamı, sanatçıyı ve sanatçı dehasını merkeze alan; başlıca nitelikleri melankolik duyarlılık, duygusal din anlayışı, doğaya yöneliş, yerlilik ve millilik olan bir edebiyat akımıdır. Bunun yanında bilhassa duygusal, bir idealin peşinde toplumla çatışmayı göze alan, yalnız ve melankolik figürleri anlatan edebi eserleri tanımlayan bir edebiyat terimidir.
Romantizmin Doğduğu Siyasal ve Sosyal Ortam
18. yüzyıl Avrupa düşüncesi, 17. Yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşlarının ortaya çıkardığı sefaletin sonuçlarına göre şekillenmiştir. Mistisizm ve mezhep savaşları Avrupa’da, büyük bir kötümserlik doğurmuştu. O yüzden Avrupalı düşünürler, akılcılığı tek ve en önemli yol olarak görüyorlardı. Fransa’da Descartes, 17. yüzyılda insanı düşünen bir varlık olarak tanımlamış ve insanın düşünme yeteneğinin her türlü sorunu çözeceğini savunmuştu.
17. ve 18. Yüzyıl Fransız düşüncesindeki gelişmeler, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de etkisini gösterir. Almanya’da Leibniz (1646-1716) monadoloji konusundaki görüşleriyle, dildeki belirsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçladı. Çünkü mistisizmin temelinde gerçeğin mistik yorumları vardı. Ona göre güç içeren her birlik monaddır. Her monad bağımsızdır. Monadlar en aşağıdan yukarıya doğru sıralanır ve Tanrı’da son bulur.
Voltaire ve Rousseau gibi Fransız düşünürlerinin fikirleri Almanya’da, Fransa’dakinden daha etkili oldu. Lessing, Kant, Herder, Goethe ve Schiller gibi Sturm und Drang (Coşku ve Fırtına) hareketinin tüm yazarları, Voltaire ve Rousseau’ya çok şey borçlu olduklarını itiraf etmişlerdir. Sturm und Drang, 1767-1785 yılları arasında Almanya’da etkili olmuş edebiyat akımıdır. İsmini Alman şair Friedrich Maximilian Klinger’in aynı adlı piyesinden almıştır.
Aydınlanmayı (Aufklarung) insanın olgunlaşması olarak tanımlayan Kant, kavramın tanımını da yapmış olur. Buna göre sanatın görevi de ahlâk ve güzellik aracılığıyla insanların mükemmelleşmesine katkıda bulunmaktır. Sanat aslında tabiatın taklididir. Her sanat dalı kendine ait kurallar çerçevesinde Tanrı’nın yarattığını taklit eder. Devrin en tanınmış estetikçisi olan Alexander Baumgarten güzelliği duyularla algılanan mükemmellik olarak tanımlamıştır. Estetik ise güzeli doğru algılama yönteminin adıdır.
Romantizmin temaları arasında önemli bir yer tutan ölüm, mezarlık, harabelere duyulan ilgi, melankoli ve yalnızlık gibi konular bu devir edebiyatında sıklıkla görülmeye başlanır. O yüzden 1750’den sonraki döneme preromantizm (ön-romantizm) denir. Pre-romantizm akla ve zekâya karşı, duygunun ve duyarlığın zaferidir. 18. yüzyılın ortalarında başlayıp 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar devam eden bu hazırlık döneminde sanat ve edebiyatta hayal gücü yeniden önem kazanmıştır.
Romantizmin doğuşunda 1789 Fransız ihtilalinin de etkisi vardır. Çünkü Fransız İhtilali kurumların, düşüncelerin ve zevkin değişmesini hazırladı. İhtilal esnasında Bastille hapishanesinin ihtilalciler tarafından ele geçirilerek mahkûmların serbest bırakılışı, romantizmin özgürlükle olan ilişkisinin simgesi haline geldi.
İngiltere, diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak siyasi devrimini 17. yüzyılda, sanayi ve sanat devrimini de 18. yüzyılda gerçekleştirmiştir. Fransa’da klasisizm ve romantizm arasındaki kavga bütün hızıyla sürerken, İngiltere’de klasik geleneğin bütün izleri kaybolmuştur. Nitekim romantizm İngiltere’de, Fransa’daki gelişmesine nazaran daha kararlı ve daha sürekli olmuş, ancak geniş kitleler tarafından kolaylıkla kabul edilmemiştir.
İngiliz romantikleri daha 18. yüzyılda sanayi devrimine karşı çıkıyorlar ve eserlerinde tabiatı, kır ve köy hayatına duydukları özlemi anlatıyorlardı. İngiliz romantiklerinin tabiata duydukları ilgi onların coşkulu anlatımlarını beslerken, sanayi devrimine karşı çıkıyor olmaları da eserlerindeki kötümserliğin kaynağı olarak düşünülebilir. Devrin sanatkârları insan emeğinin değeri konusundaki endişelerini dile getiriyorlar ve dolayısıyla kapitalizmi eleştiriyorlardı.
Klasikler, Aydınlanma Çağı’nın etkisiyle akılcılığı ve sanatta klasik kuralları, siyasi açıdan da monarşiyi ve aristokrasiyi savunuyorlardı. Dünyanın merkezinde Tanrı’nın olduğu fikri, Aydınlanmacılar, Rönesans’ın doğuşu ve arkasından gelen reform hareketleriyle yerini, merkezi insan olan bir dünya anlayışına bıraktı.
19. yüzyıl başında (1808) Almanya’da ortaya çıkan duygucular ve onlardan önce yine Almanya’da gördüğümüz Sturm und Drang gibi gruplar romantizmin hazırlayıcılarıdır. Onlar insan tabiatının coşkulu yanına sesleniyorlardı. Çünkü akıl, toplumsal düzen, kurallar ve kanunlar, insanın içinden geldiği gibi davranmasını ve yaşamasını engelliyor böylece duygular bastırılmak zorunda kalınıyordu. Sanat ve edebiyatta klasik Yunan dönemine ait eserlerin, aynı dönemin tarihi şahsiyetlerinin ve olaylarının anlatılması, Yunan felsefesinin tartışılmaz üstünlüğünün kabul edilmiş olması, romantikler için insanın özgürlüğünün önündeki engellerdir. Oysa insan yaratıcılığı engellenemez. Sturm und Drang insanın doğasının sadece akıldan değil, aynı zamanda duygudan da ibaret olduğunu savunuyor ve aydınlanmacıların insan ruhunu inkâr ettiklerini söylüyorlardı. Duygucular ve Sturm und Drang diğer yönden bir aşırılıktı.
Romantizmin Anlamı, Doğuşu ve Gelişimi
Fransız romantizmi şiir ve lirizm arasında derin bağlantılar kuran bir eserle başlatılır. Lamartine’in 1820 yılında yayınladığı Meditations adlı şiir kitabı, her şeyden önce lirik duyarlığıyla öncekilerden farklıdır. O yılların edebiyat heveslisi Fransız gençleri bu eseri yeni bir edebi devrin başlangıcı olarak kabul ettiler. Çünkü Lamartine, Meditations’da, bir insanın çektiği samimi ıstırapları duygusal bir dille anlatmaktaydı. Meditations adlı eseri sebebiyle, Lamartine’i o tarihte henüz 18 yaşında olan Victor Hugo “İşte, nihayet, şiir yazmasını bilen bir şair” sözleriyle övmüştür.
Chateaubriand’ın Hristiyan romantizmi diyebileceğimiz görüşleri ile beraber romantiklerle devrin iktidarı arasında kurulan münasebet de romantiklerin meşrulaşmasında etkili oldu. Onların dinle olan kavgaları bu eser sayesinde ortadan kalkmıştır. Romantizm bilimle ilgisi olmayan, duygunun ve hayal gücünün doğurduğu konularla beslenerek gelişti.
Romantizm Fransa dışındaki Avrupa ülkelerinde farklı yönleriyle etkili olur. Bu yüzden Fransız, Alman ve İngiliz romantizmi birbirinden farklıdır. Örneğin Fransız romantizminde duygusal derinlik ve insanın yaratıcılığı önemli iken İngiliz romantizminde tabiat, Alman romantizminde ise felsefi derinlik ön plana çıkar.
Romantizmin etkisi sadece kıta Avrupası ile sınırlı kalmadı. Örneğin romantiklerdeki tarih tutkusu, bilinmeyen ülkelere karşı merak, uzak diyarlar özlemi, hemen hemen bütün romantiklerde görülür. Romantikler insanın coşkulu yanının özgür bırakılmasını isterken, edebiyat ve sanatta da kurallara karşı çıkıyorlardı. Klasiklerin trajedi için koydukları üç birlik kuralını bu yüzden reddettiler. Diğer yandan türler konusundaki ilkelere de karşı çıkarak yeni edebi türler icat ettiler. Klasik dönemin trajedi ve komedisine romantikler dramı eklediler. Nesir ve nazmı birleştirerek mensur şiiri ürettiler. Diğer yandan yarım kalmış yazılardan ibaret yeni bir tür icat ederek ona da fragman dediler.
Mensur şiir, Duygu ve hayallerin düzyazı biçiminde ancak şiir diliyle anlatımıdır. Mensur şiirde ahenkli ve etkili anlatım esastır. Türk edebiyatındaki örneklerini daha çok Servet-i Fünûn dönemine ait eserlerde görmek mümkündür.
Romantizmin alt sınıfların, geniş halk yığınlarının tarihine, kültürüne, diline, edebiyatına ve folkloruna duydukları ilgi, düşünsel alanda, bütün on dokuzuncu yüzyılı etkileyerek bir ideolojinin doğmasına sebep oldu. Millî tarihlerin ve millî kimliklerin oluşmasını amaçlayan bu ideolojinin adı milliyetçiliktir. On dokuzuncu yüzyılın daha ilk yarısında imparatorluklarda iç isyanlar görüldüğü gibi, bütün Avrupa’da uluslaşma başladı. Nihayet imparatorlukların parçalanması yirminci yüzyılın başına kadar sürdü.
Romantizm temelde bir reddediş hareketidir. Bu da onun bir anarşizm hareketi olarak anlaşılmasına sebep oldu. Çünkü onlar herhangi bir geleneğe bağlı değillerdi. Oysa neo-klasikler, klasiklerin devamıydı. Bu nedenle romantik düşünce, mevcut değerlerin yerine yeni değerler ikame etmek istiyordu. Buna ahlâk ve sanat da dâhildir. Onlar ahlâksızlığı savunmuyorlardı; mevcut ahlâki ilkelerin insan doğasını sınırladığını savunuyorlardı. Bu yüzden hem yaşama biçimleri hem de savundukları ilkeler bakımından kendi toplumlarınca garipsendiler.
Romantik düşüncenin akılla duygu arasındaki çekişmesi onların edebi metinlerinde bir takım teknik değişmelere yol açtı. Örneğin piyes ve romanlarında olağanüstülüklere yer verdiler. Romantikler edebi eserlerde olağanüstü tabiat manzaralarına, insan ayağı değmemiş diyarlara, harabelere yer verdikleri gibi akıl dışı varlıkları da kullandılar. Cin, peri, melek, şeytan gibi akıl dışı varlıklar onların piyeslerini sahnelenmesi imkânsız hale getirdi. Eserlerinde olaylar ani değişmeler ve gelişmeler gösteriyor, kahramanlar akıl almaz tesadüflerle karşılaşıyorlardı.
Romantik resmin öncüleri, Barok ve Rokoko üslubunun örneklerine tepki gösterdiler. Onların çoğu, neoklasisizmin laboratuvarı sayılan Roma’da yetişmiş ve eski Yunan’a hayranlıkları ile tanındıklarından, romantizm kavramının sınırlarını aşarlar. Fakat yine de her biri kendi kabiliyetleri ile neo-klasik resmin etkilerinden kurtularak, romantizmin saflarına katılmışlardır. O yüzden romantik resim, neo-klasik resmin son evresi olarak kabul edilmiştir.
Romantik resmin ilk ve en büyük temsilcisi Delacroix olmakla beraber, o hem romantizme karşı çıkanlar hem de romantizm taraftarları arasında sayılmaktadır. 18. yüzyılda henüz romantizmin ilk işaretlerinin görüldüğü senelerde Delacroix, 19. yüzyılı haber veren bir ressamdır. 18. yüzyıl dogmatik iken, 19. yüzyıl, şüpheci ve gizemcidir. 19. yüzyılın entelektüel temsilcileri sistemlere ve programlara olan inancını yitirmiş, dolayısıyla özgürlükçü kimselerdir.
Müziğin romantizmdeki görüntüsü biçimde birlik ilkesine, sürekli olarak müziğe ilişkin fikirler geliştiren klasisizme ve erken romantizme karşı olan tezleriyle tanınır. Romantik müzik dramatik olan üzerine temellendirilmiş klasik anlayışın parçalanması şeklinde kendini gösterir. Sonat formu yerini daha az ciddi ve eskisi kadar şematik olmayan kalıplardan oluşan sistemlere bırakır. Klasik bir senfoni romantiklerin elinde küçücük bir minyatür haline gelir.
Romantik bestecilerin Orta Çağ müziğine duydukları ilginin temelinde, genel olarak romantiklerin tarihe duydukları ilgi vardır. 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan gelişmeler sonucunda, müzik romantik dönemde sadece orta sınıfın malı durumuna gelmiştir.
İçeriğinin akıl dışılığı ve ifade araçlarının bağımsızlığı ile tüm sanatlar içinde müziğin özel bir yeri vardır. Klasisizm için şiir en önemli sanat türüydü. Erken romantizm ise daha çok resim üzerinde durmuş, resme önem vermişti. Geç romantizm ise müziğe önem vermiştir. Örneğin romantizmin tanınmış isimlerinden Theophile Gautier için resim en mükemmel sanat dalı iken, Delacroix için müzik en derin sanatsal deneyim kaynağıdır. Bu anlayış Arthur Schopenhauer’ın felsefesinde ve Wagner’ın müzik yoluyla verdiği mesajlarda en yüksek noktasına ulaşır. O yüzden romantizmen büyük zaferini müzikle kazanır. Weber’in, Meyerbeer’in, Chopin’in, Liszt’in ve Wagner’ın ünü tüm Avrupa’ya yayılır. Öyle ki Avrupa müziği 19. yüzyılın sonuna kadar romantik olarak kalır.
Romantiklerin 1830’da kesinleşen zaferi ilan edildikten sonra da ona karşı çıkanların çabaları devam etti. Nitekim 1850’den sonra Fransa’da pozitif bilimler, rasyonalizm sadece Fransa’da değil bütün Avrupa’da güçlendi. Romantizmin güç kaybetmesine sebep olan olaylardan biri de V. Hugo’nun 1843’te oynanan Les Burgraves adlı piyesinin başarısızlığıdır. Nihayet pozitivizmin kurucusu Auguste Comte’un fikirlerinin yaygınlaşmasının ve 1856’da Gustave Flaubert’in Madam Bovary adlı romanının yayınlanmasının da romantizmin çöküşünde payı vardır. Oysa Hernani’nin 1830’da sahnelenmesi ile 1843’te Les Burgraves’in sahnelenmesi arasında sadece 13 yıl vardır. Bir edebiyat hareketi için bu kısa bir süredir. Bu kısa sürede başta Alexander Dumas’nın eserleri olmak üzere hayal gücüne dayanan birçok roman ve piyes yayınlanmıştır. Halkın romantizm karşısındaki şüphesinin sebebi biraz da bu eserlerin basitliğidir. Romantikler yavaş yavaş sahneden çekilirken onların yerini neo-klasikler almaya başlar.
Romantizm 1850’de devrini büyük ölçüde tamamlamış bir edebiyat akımıdır. Modern hayat hızla değişirken bir edebiyat akımının uzun süre devam etmesini beklemek, insan duygusallığının sürekliliğini beklemekle aynıdır. Kısa bir süre sonra sanat için sanat görüşünü savunan Parnasizm ve sembolizm akımları ortaya çıkar.
Edebiyat tarihinin klasisizm ve romantizm olmak üzere iki ana akımı vardır. Diğer edebi ekoller ise ancak bu iki ekolün birinden beslenen yeni yorumlardır.
Fransız romantizmi modern Türk edebiyatının ilk dönemine tema, konu, şekil ve aynı zamanda duyuş ve düşünüş bakımlarından tesir eder. Tanzimat edebiyatının kurucu isimlerinden Şinasi, her ne kadar bazı edebiyat tarihlerinde klasiklerden etkilendiği söylense de düşünceleri ve verdiği eserlerin niteliği bakımlarından romantik temayüller gösterir.
Tanzimat dönemi Türk edebiyatında bilhassa Fransız romantizmiyle ilişkisi bakımından Namık Kemal’in özel bir yeri vardır. Namık Kemal’in Fransız edebiyatıyla ilişkisi çeviriler üzerinden başlamıştır. Kendi eserlerini romantik prensiplere göre kaleme alan Namık Kemal, kendisinin yapamadığı şeyleri ise çeviriler yoluyla Türkçeye kazandırmayı amaçlamıştır. Ancak bu çeviriler devrin siyasi ve sosyal havası yüzünden yayınlanamamıştır.
Türk edebiyatındaki romantizmin Batıdakine çok benzemediği, yüzeysel bir taklitten öteye gidemediği, derinleşemediği, fakat Fransız romantizminden tarihi konuları, marazi edebi kahramanları, aşırı iyi ve aşırı kötülerden ibaret kişi kadrosunu, duyguları coşkulu yaşama biçimini tercih etme gibi özellikler bakımından etkilendiği açıktır.
19. yüzyıl modern Türk edebiyatının son önemli nesli Servet-i Fünûn, romantizmden teknik bakımdan değil, duyarlık bakımından etkilenmiştir. Kötümser bir edebiyat olarak nitelense de Servet-i Fünûn edebiyatı, klasik Türk edebiyatının sona ermesinden sonra, modern edebiyatın bizdeki ilk büyük eserlerini vermiştir. Tevfik Fikret’in tabiat karşısındaki duyarlığından, Halit Ziya’nın hayat karşısında güçsüz kahramanlarına kadar, Servet-i Fünûn dünyasını teşkil eden atmosferin arkasındaki yazar duyarlığı romantiktir. Dönemin Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit gibi yazarları teknik itibarıyla realizme bağlı görünseler bile seçtikleri olaylar, kahramanların duyarlık derecesi, tabiata ve insana bakış açısı gibi yönlerden bilhassa Fransız romantizminin kötümserliğini ve inceliğini taşırlar.
Servet-i Fünûn edebiyatının ele aldığı temalar da romantizmin izlerini taşır. Melankoli derecesinde yalnızlık, hakikat ve hayal çatışması karşısında hayali tercih etmek ve kaçış, toplumla değerler üzerinden yaşanan çatışma, hassasiyet bakımından derin duyarlıklı insan romantik edebiyatta da sık sık karşımıza çıkar. Diğer yandan romantik edebiyatın sanat eserini, zıt kavramlar arasında kalmış insanın hayatı şeklinde düzenleyen yaklaşımını da Servet-i Fünûn’da görmek mümkündür.