Eski Türk Edebiyatına Giriş: Söz Sanatları Dersi 1. Ünite Sorularla Öğrenelim
Eski Türk Edebiyatında İfade Şekilleri Ve Anlam Sanatlarına Giriş
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Îcâz ne demektir?
“Îcâz”ın asıl anlamı “sözü kısaltmak”tır. Bir maksadı sıradan insanların günlük hayatta kullandıkları ifadelere göre daha az sözle ifade etmeye ya da onu ifade için yeterli en az sözle söylemeye “îcâz” denir.
Îcâz çeşitleri nelerdir?
Îcâz, îcâz-ı hazif veîcâz-ı kısar olmak üzere ikiye ayrılır:
Îcâz-ı hazif(=eksiltmeyle yapılan îcâz): Sözden kelime ya da cümle çıkarma ile yapılan îcâzdır. Bu tür îcâzda, ibarede eksiltme yapıldığının belli olması, anlaşılması gerekir. Eksiltme ile yapılan îcâzın bazı örnekleri dilbilgisindeki kısaltma gruplarına girer. Bu yolla yapılan îcâza genellikle bilinen ya da tahmini kolay hususları söyleyerek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli olan noktaya çekmek ya da karine(=ipucu)yle anlaşılabilecek şeyleri dile getirmeden bunların anlaşılmasını muhatabın yorumuna bırakarak anlam zenginliği kazandırmak amacıyla başvurulur. Bu yolla meydana gelen îcâzlar, estetik kaygılar ve benzeri nedenlerle yapılabileceği gibi, vezin gereği de yapılmış olabilir. Cümle yapısında genellikle mantıksal sıralamanın egemen olduğu darb-ı mesel(=atasözü)ler, îcâzın bu türünün en iyi örnekleridir
Îcâz-ı kısar: Az ve öz söz söyleyerek yapılan îcâzdır. Cümlede bir eksiltme yapmadan kısa bir söze çok anlam sığdırmak; herkesçe kullanılan yaygın tanımına göre de “sözün az, anlamın çok olması”dır.
İtnâb ne demektir?
“İtnâb”ın anlamı “sözü uzatmak”tır. Bir maksadı daha çok sözle ifade etmeye de “itnâb” denir. Îcâz her zaman olumlu bir durumu nitelemediği gibi, itnâb da mutlaka olumsuz bir durumu ve kullanımı ifade etmez. Maksadı ifadede alışılagelen ibareden fazla kelime kullanıldığında, eğer bu kelimelerin cümledeki anlama katkısı varsa ya da muhatabın durumu bunu gerektiriyorsa, bu itnâb kusur değildir; söze güzellik katar. Fakat bu fazlalık bir yarar sağlamıyorsa tatvîl (=sözü uzatma) kabul edilerekitnâb-ı mümill (=bıktırıcı uzatma) adını alır ve bir kusur sayılır. Anlama olumlu bir katkısı olmayan tekrîr (=yineleme)ler de bu açıdan tatvîl sayılır.
İtnâbın başlıca türleri nelerdir?
İtnâbın başlıca türleri şunlardır:
a) Geneli ifade eden sözden sonra özeli ifade eden bir söz söylemek
b) Özeli ifade eden bir sözden sonra geneli ifade eden bir söz söylemek
c) Kapalı bir ifadeden sonra söylenene açıklık getirmek
d) Tekrîr-tekrâr
e) Cümle-i mu’terize kullanmak
f) Ekleme
Haşiv nedir?
Asıl anlamı “yastık ve yorgan içine tıkılan yün, pamuk gibi şeyler”dir. Cümlenin temel ögelerinden olmayan, ifade edilmek istenen asıl anlama da katkısı bulunmayan kelimelere denir. Başka bir ifadeyle haşiv, cümlenin kendisi olmadan da anlam yönünden tamamlandığı sözcüklerdir. Mutlak anlamda, yani bir şarta bağlı olmaksızın bir kusuru ifade eden haşvin belli durumlarda söze güzellik kazandırdığı da olur. Bu nedenle haşiv, biri haşv-i müfsid (=anlamı bozan fazlalık) ve diğeri haşv-i gayr-i müfsid (=anlamı bozmayan fazlalık) olmak üzere iki kısma ayrılır.
Beyân ne demektir?
Beyânın asıl anlamı “ortaya çıkmak, görünmek, zâhir olmak, açıklamak, maksadı ortaya koymak”tır. Belâgatin ikinci bölümü olarak ise bir maksadı değişik yollarla ifade etmenin yöntem ve kurallarından bahseden bir bilim dalının adıdır. Yazan ya da konuşanın dile getirmek istediği bir anlamı çeşitli yollarla ifade etmesi mümkündür. Bir amaç, gerçek anlamında kullanılan sözcüklerle ifade edilebileceği gibi, benzetmelerle ya da gerçek anlamlarında kullanılmayan sözcüklerle de ifade edilebilir. Bunlar “manaya delâletlerinin vuzuhu (=gösterdikleri anlamın açıklığı)” bakımından birbirlerinden farklı ifade biçimleridir. Beyan, bu farklı ifade biçimleri arasında sözü söyleyenin ve söze muhatap olanın durumu ile dile getirilen konu ve sözün bağlamının gereği gözetilerek seçim yapılmasını sağlar. Diğer bir ifade ile beyan söz ile anlam arasındaki ilginin niteliklerini ele alır ve araştırır. Söz ile anlam arasındaki bu ilgiye delâlet denir ve delâlet beyanın özüdür.
Delâlet nedir?
Delâlet, herhangi bir söz, durum ve hareketin belli bir anlam ve hükümle bağlantısını ifade eden bir kavramdır. Klâsik eserlerdeki tanımı ise şöyledir: Bir şeyin anlaşılmasının başka bir şeyin daha anlaşılmasını gerektirmesi durumudur. Şu hâlde burada iki unsur söz konusudur: Biri herhangi bir söz, durum veya hareket gibi var olan bir şey; diğeri de onun gösterdiği, işaret ettiği anlam, kavram, hüküm gibi başka bir şeydir. Bu iki unsurdan ilkine dâll (=delâlet eden, gösteren, işaret eden), ikincisine de medlûl (=delâlet edilen, gösterilen, işaret edilen) denir
Delâletin türleri nelerdir?
Delâletin türleri: Dâll anlamlı bir söz olabileceği gibi, söz dışı bir şey de olabilir. Bu nedenle delâleti biri lafzî delâlet (=sözlü delâlet) ve diğeri gayr-i lafzî delâlet (=söz dışı delâlet) olmak üzere ikiye ayırıyoruz:
1. Lafzî delâlet: Kendi içinde üçe ayrılır:
a) Aklî delâlet (=akla dayalı delâlet): Zihnin gösteren/işaret eden ile gösterilen/işaret edilen arasında var olan zorunlu ve doğrudan bir ilişki aracılığıyla bir bilgiye ulaştığı akla dayalı delâlettir: Kendisini görmediğimiz hâlde insan sesinin onun varlığını göstermesi gibi.
b) Tabî’î delâlet (=doğal delâlet): Zihnin gösteren/işaret eden ile gösterilen/ işaret edilen arasındaki psikolojik, fizyolojik bir ilişki aracılığıyla bir bilgiye ulaşmasıdır: Bir insanın “Off!” demesinin onun sıkıldığını, “Ah!” demesinin acı çektiğini göstermesi gibi.
c) Vaz’î delâlet (=uzlaşıya dayalı delâlet): Gösteren/işaret eden ile gösterilen/ işaret edilen arasındaki -yukarıda belirtilen ilişkiler dışında- örf, müşterek kültür, ortak ve kabul görmüş bir iletişim, kullanım ve bir uzlaşıya dayalı ilişki ile zihnin bir bilgiye ulaşmasıdır: “Kalem” sözünün yazı yazan aleti göstermesi gibi.
2. Gayr-ı lafzî delâlet: Bu da kendi içinde üçe ayrılır:
-
a) Aklî delâlet: Tüten bir dumanın ateşin varlığını göstermesi gibi.
-
b) Tabî’î delâlet: Kızaran veya solan bir yüzün utanmayı ve korkuyu, hızlı atan nabzın heyecanı ya da bir rahatsızlığı göstermesi gibi.
-
c) Vaz’î delâlet: Başı aşağı sallamanın kabul anlamını, harfler de dahil olmak üzere belli işaretlerin belli sembolik değer ve hükümleri göstermesi gibi.
Mantıkta sözün konulduğu anlamı ifade edip etmemesi konusunda hangi durumlardan söz edilmektedir?
Mantıkta sözün konulduğu anlamı ifade edip etmemesi konusunda hakikat, mecaz, kinaye ve galat olmak üzere dört durumdan söz edilmektedir: Sözün konulduğu gerçek anlamda kullanılması “hakikat”, bir ilgi dolayısıyla bu anlamın dışında kullanılması “mecâz”, sözün gerçek anlamında kullanılmış olması da mümkün olmakla birlikte onun zihinde çağrıştırdığı diğer anlamı da göstermesi “kinâye” ve hiçbir ilgi bulunmaksızın bir başka anlamda kullanılması ise “galat(=yanlış)”tır.
İbdâ nedir?
İbdâ “yeni, güzel ve benzeri olmayan bir eser meydana getirme” anlamında bir edebî terimdir.
Mecâz nedir?
Mecâz, bir kelimenin gerçek(=temel) anlamı dışında başka bir anlamda kullanılmasıdır. Mecâzda kelimenin temel anlamı ile karşıladığı yeni anlam arasındaki ilişki gerçek dışıdır. Bir kelimenin hakiki(=gerçek, temel) anlamı değil de mecazî anlamının kastedilmesi için bu iki anlam arasında bir ilişki bulunması gerekir.
Teşbîh nedir?
Aralarında bir ya da birden fazla benzerlik bulunan iki şeyin birini diğerine benzetmektir. Teşbîhin tarafları olarak adlandırılan bu iki unsurdan biri müşebbeh (=benzeyen), diğeri müşebbehün bih(=kendisine bir şey benzetilen)tir. Teşbihte iki unsurun ortak oldukları niteliklere ya da özelliklere vech-i şebeh(=benzetme yönü) denir. Bazı durumlarda bu benzetme edât-ı teşbîh(=benzetme edatı) kullanılarak yapılır.
Teşbîhin unsurları nelerdir?
Teşbihte,
1. Müşebbeh (=benzeyen),
2. Müşebbehün bih (=kendisine benzetilen),
3. Vech-i şebeh (=benzetme yönü),
4. Edât-ı teşbîh (=benzetme edatı)
olmak üzere dört unsur bulunur.
İstiâre nedir?
Asıl anlamı birinden bir şeyi ödünç isteyip almak olan istiâre, bir kelimeye aralarındaki benzerlik sebebiyle temel anlamının dışında yeni bir anlam vermektir. İstiarenin temelinde teşbîh vardır. Teşbîhin iki temel unsurundan müşebbeh vemüşebbehün bihten birinin doğrudan ya da dolaylı olarak söylenerek kaldırılan kısmının kastedilmesiyle istiare meydana gelir. Diğer bir deyişle istiâre, kısaltılmış bir teşbîhtir. Bu açıdan bakıldığında istiare hem bir mecaz hem de bir teşbihtir. İstiareye konu olan kelimenin ya da cümlenin gerçek anlamının veya bu kelime veya cümlenin gösterdiği ilk anlamın anlaşılmasını engelleyen bir karîne bulunur. İstiareyi aralarındaki ilişki dolayısıyla teşbihi esas alarak anlatmak daha yerinde olur.
İstiare türleri nelerdir?
İstiare ikiye ayrılır: Tek bir sözcükte meydana gelmişse müfred, birden fazla sözcükten oluşmuşsa mürekkeb istiare adını alır. Mürekkeb istiarenin bir adı damürekkeb mecâzdır. Mürekkeb istiare, müşebbehün bihin dile getirilen ve işaret edilen fikir ve tasavvurlarıyla söylenmeyen bir düşünce ya da tasavvur yerine kullanılmasıdır. Mürekkeb istiareye temsilî istiare de denir.
Teşhîs ve İntâk ne demektir?
Teşhîs “kişileştirme”, intâk da “konuşturma” demektir. İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıklar ile soyut duygu ve düşüncelere insana özgü özellikler ile duygu vermeye teşhîs, konuşma özelliği olmayan bu varlıkları konuşturmaya da intâkdenir. Aralarındaki umum-husus ilişkisinden dolayı her intâkta teşhîs olması gerekir. Buna karşılık her teşhîs intâk değildir. Aslında bu ikiliği kişileştirme terimi ortadan kaldırmaktadır. Ta’lîm-i Edebiyat’tan önceki edebiyat nazariyesiyle ilgili eserlerde ve klâsik belâgat kitaplarında böyle bir terime rastlamadığımız gibi, başka bir ad altında da bu duruma yer verildiğini görmüyoruz. Bu sanatlara verilen örnekler incelendiğinde bu iki sanatın aslında birer lügavi mecaz olduğu görülmektedir. Dolayısıyla teşhîs ve intâkı bu sanatlar altında ele almak yanlış olmaz.
Kinaye nedir?
Lügat anlamı “gizlemek” olan kinâye, bir sözü temel (=gerçek, hakiki) anlamının kastedilmiş olması da mümkün olmakla birlikte temel anlamı dışında kullanmaktır. Yani kinayeli söz bir açıdan hakikat, bir açıdan mecazdır. Kinâyenin me- cazdan farkı şudur: Mecazda sözün temel anlamıyla anlaşılmasının aklen mümkün olmadığını gösteren bir ipucu (=karîne-i mâni’a) vardır; kinâyede ise böyle bir unsur bulunmaz.
Kinaye “sarâhat(=açıklık)”in zıddıdır. “Sarîh(=anlamı açık)” lafız hakikat ya da mecaz olabilir. Kinayede ise bir kapalılık ve örtülü bir anlatım vardır. Bu anlatım hakikat ve mecaz dışında bir anlatım yolu olmakla birlikte onlardan ayrı bir şey de değildir. Kinaye, hakikat ve mecaz arasındaki bir köprü gibidir. Bir açıdan cümle- nin ya da ifadenin dış anlamını değil iç anlamını kastetmektir. O hâlde kinaye iki anlama da gelebilen söz söylemektir. Bundan dolayı günlük dilde kullandığımız “Kinayeli konuşma!” sözü, kinayenin aynı zamanda güzel bir açıklamasıdır.
Ta’rîz ne demektir?
Kinayeyle ilgili bir anlatım tekniği de ta’rîzdir. Ta’rîzi kinayeden ayrı düşünmemek gerekir. Ta’rîz; tenkit, alay, doğruyu gösterme maksatlarıyla söylenmiş sözlerdir. Söze konu olanın tepkisinden korunma veya tenkitte ölçülü olma, kibarlığı elden bırakmama yahut söze muhatap olanı kırmama gibi amaçlara hizmet eder. Hakikat veya mecaz yoluyla değil, ifadenin bütününün anlamı aracılığıyla bir başka anlama işaret eder. Kinaye tek bir kelimede olabildiği hâlde ta’rîz ancak bir cümlede olur. İnsanlara zararı dokunan bir kişinin yanında söylenen “İnsanların iyi olanı onlara yararlı olanıdır.” sözünü söylemenin amacı, o insanı uyarmaktır. Yani, başka bir ifadeyle tarizde kastedilen anlam bir sıfat ya da durumdur; ama bu sıfata konu olan belirtilmez.
Değirmeni döndürmek zor
Tek başına
B. Necatigil
Yukarıda verilen örnekteki söz sanatını açıklayınız.
Bu dizelerdeki, “tek başına değirmeni döndürmenin zor olduğu” ifadesi gerçek anlamında da anlaşılabilecek bir ifadedir. Ancak burada anlaşılması gereken, yani “meknî anh” olan “tek başına geçimini temin etmenin zorluğu”dur. Burada da kinayeli bir anlatım vardır.
Bu gece çılgınlığı üstünde denizin de! Kayalar dalgalarla pençeleşiyor sandık
Faruk N. Çamlıbel
Yukarıda verilen örnekteki söz sanatını açıklayınız.
İkinci mısrada iki kapalı istiare vardır. Burada kayalar ve dalgalar pençeleri olan iki varlığa benzetilmiş; fakat bu varlıkların adları yerine onların her ikisinde de ortak olarak bulunan bir unsur söylenmiştir. İlk mısradaki “denizin çılgınlığı” ibaresinde de ikinci mısradaki kapalı istiarelerle ilgili başka bir kapalı istiare vardır.