Yaşam Boyu Büyüme ve Gelişim Dersi 8. Ünite Özet
Yaşlılık
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Yaşlılık kimi zaman zayıflık, acizlik ve işe yaramazlık olarak görülürken kimi zaman da altın yılların yaşandığı bilgelik dönemi olarak nitelendirilmiştir. Bunun sonucu olarak yaşlı bireyler, sevgi, saygı ve hürmetle hayatlarını sürdürdükleri kadar, yaş ayrımcılığı ve kötü muameleyle de karşılaşmışlardır. Yaşlılara yönelik olumsuz tutumlar ön yargı ve bilgisizlikten kaynaklanır. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları yaşlı bireylerin gelişimsel özelliklerini bilmek ve yaşlı müracaatçılarına ve yakınlarına bu çerçevede müdahale etmek durumundadır.
Yaş ayrımcılığı; herhangi bir bireye ya da gruba yaşından dolayı yapılan ayrımcılıktır. Geriatri; yaşlılık döneminde ortaya çıkan hastalıklar ile ilgilenen, yaşlılıktan kaynaklanan hastalıkların koruyucu, tedavi ve rehabilite edici yönleriyle ilgilenen bir tıp dalıdır.
Dünya Sağlık Örgütü ise ortalama yaşam süresinin uzamasıyla beraber yaşlılığı üç evreyle sınıflandırmıştır.
- 65-74 yaş aralığındaki bireyler genç yaşlı,
- 75-84 yaş aralığındaki bireyler ileri yaşlı,
- 85 yaş üzerindeki bireyler ise çok ileri yaşlı olarak değerlendirilmektedir.
Biyolojik Yaşlanma Teorileri
Vücudun yaşlanma sürecine senesans adı verilir.
DNA Hasar Teorisine göre genetik yapımızı oluşturan DNA, yıllar içinde hasara uğrar ve bu durum hücrelerin, organların ve dokuların bozulmasına, dolayısıyla yaşlanmaya sebep olur.
Genetik Teoriye göre ise yaşlanma genlerde kodlanmıştır ve büyüme, gelişme gibi dönemler gibi yaşlılık da yaşam döngüsünün bir parçasıdır.
Genetik Teoriye göre ise yaşlanma genlerde kodlanmıştır ve büyüme, gelişme gibi dönemler gibi yaşlılık da yaşam döngüsünün bir parçasıdır.
İmmünolojik ve Endokrin Teoriye göre, yaşlanmayla birlikte bazı hormon seviyelerinde azalma görülür ve bağışıklık sistemi zayıflar. Bu durum yaşlı bireyleri bakteri, virüs ve diğer hastalıklara karşı savunmasız bırakır.
Aşınma Teorisine göre insan vücudu da bir makineye benzer bir mekanizmaya sahiptir ve organlar kullanıldıkça zamanla aşınmaya uğrar. Bu durum da organların, dokuların ve vücudun yaşlanmasına sebep olur.
Hücresel Yaşlanma Teorisi ise yaşlanmayı vücuttaki hücre oluşumunun yavaşlamasına ve bozulmasına bağlar.
Strese Fizyolojik Tepkinin Azalan Yeterliliği Teorisi ise yaşlanmanın vücudun strese olan dayanıklılığının azalmasıyla meydana geldiğini savunur. Yaşlanmanın fizyolojik, toplumsal ve psikolojik boyutlarını içerdiği için en geniş kapsamlı yaşlanma teorisi olarak kabul edilir.
Metabolik Artıkların Birikmesi Teorisi ise yaşlanmanın biriken metabolik artıklarla ortaya çıktığını savunu
Serbest Radikal Teorisi ise biyolojik yaşlanma teorileri arasında en çok kabul gören teoridir. Bu teoriye göre serbest radikaller zamanla hücre içerisinde birikerek DNA’yı hasara uğratır. Serbest radikaller, oksijen solunumu yapan her canlıda doğumdan itibaren ortaya çıkmaya ve hücrede birikmeye başlar ve hücrenin görevlerini yerine getirmesini engeller.
Yaşlılıkta Fiziksel Değişim
Öncelikle yaşlı bireylerin kas ve iskelet sistemindeki değişiklikler bireyin duruşunu ve yürüyüşünü etkiler.
Bağların zayıflaması ve esnekliğini kaybetmesiyle yaşlılıkta kamburluk daha sık rastlanan bir durumdur. Omurlar arasındaki disklerde gerileme ve osteoporoz (kemik erimesi) da kemiklerin zayıflamasına ve bireyin boyunun kısalmasına neden olabilmektedir.
Fiziksel olarak değişiklik gösteren diğer bir organ ise cilttir. Cildin soluklaşması, lekelenmesi ve esnekliğini kaybetmesi, yaşlılıkta sıklıkla görülen bir durumdur. Saç dökülmesi, beyaz veya gri saçlar da her zaman olmasa bile yaşlılıkla ilişkilendirilen belirtilerdir.
Yaşlılıkla birlikte dişlerin yapısı da değişir. Dişlerin rengi değişerek sarımsı bir hâl alır. Genellikle bakımsız kalan dii etleri iltihaplanmaya ve çekilmeye başlar. Bu durum birçok dii kaybına sebep olur ve halk arasında dişlerin dökülmesi olarak adlandırılır.
Yaşlandıkça değişim gösteren diğer bir özellik ise sestir. Yaşlılıkta ses gücünü kaybedebilir ve ses aralığı daralabilir. Konuşma hızı giderek düşer, kelimeler ve cümleler arasındaki duraklamalar artar.
Yaşlılıkla birlikte öz bakım yetilerinde azalma görülebilmektedir. Daha çok üşümeye başlayan yaşlı, daha az sık duş almaya ve daha az banyo yapmaya başlayabilir. Koku alma duyusu azalan yaşlı birey, kötü vücut kokularının farkına varamayabilir. Özellikle yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan inkontinans (idrar kaçırma) gibi durumlar, vücut hijyenini azaltabileceğinden, kişisel bakım daha önemli hâle gelir. Kıyafetlerin yıkanma sıklığı, tırnak ve saç bakımı da yaşlılıkta azalmaktadır. Öz bakım eksikliği, bireyin özgüvenini ve benlik bütünlüğünü düşüren bir olgudur. Bu yüzden yaşlı bireylere bakım verenlerin bu konularda hassas olması, yaşlı bireyin öz bakımına ve vücut hijyenine dikkat etmesi gerekir.
Yaşlılıkla birlikte fiziksel olarak gözlenmeyen işlevsel bozukluklar da ortaya çıkar.
Homeostaz (dengeleşim) adlı mekanizma, karşılattığı hastalık durumlarında ve olağan dışı durumlarda vücudun dengesini sağlamaya çalışır. Yaş ilerledikçe bu mekanizmanın çalışması etkinliği azalır. Birey, fizyolojik olarak kendini farklı durumlara adapte etmekte zorlanır.
Yaşlılıkla birlikte fizyolojik değişime uğrayan bir başka sistemse sindirim sistemidir. Yaşla beraber enzimlerde, mide öz suyunda ve tükürük salgılarında azalma görülür.
Bu durum sindirimin zorlaşmasına, mide ağrısı gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Solunum sistemi de yaşlılıkla beraber fonksiyonel değişikliğe uğrayan bir sistemdir. İnsanlar yaşlandıkça akciğerlerin boyutu küçülür ve bu nedenle oksijen kullanımı azalır.
Kalp de yaşlılıkla birlikte değişim gösteren organlardan biridir. Yaşlılıkla birlikte kalp küçülür ve kalpteki yağ oranı artar. Kalp kasları iplikleşir ve kurumaya başlar. Kalp kapakçıklarının esnekliği ve etkinliği de azalır. Bütün bu sebeplere bağlı olarak kalbin ritmi azalır ve ritim düzensizleşmeye başlar. Ayrıca yaş ilerledikçe kalp damarları da sertleşmeye ve daralmaya başlar. Bunun sonucunda kalp krizi riski, kan akışında yavaşlama ve böbrek rahatsızlıkları gibi sorunlar ortaya çıkabilir.
Yaşlılıkla birlikte cinsel işlev kayıpları da görülebilmektedir.
Yaşlılıkta, duyuların da işlevselliğinin ve keskinliğinin azaldığı görülmektedir. Beş duyudan biri olan görme yetisi, yaşla beraber gerilemektedir. Ayrıca göz kırpma refleksi de azalma gösterir. Yaşlılıkta en çok karşılatılan göz problemler inden bir tanesi katarakttır. Yaşlılıkta sıklıkla karşılaşılan diğer bir göz hastalığı ise maküler dejenerasyon, yani sarı nokta hastalığıdır. Yaşlılıkla birlikte işitme duyusu da zayıflayan duyulardan bir tanesidir. Yapılan araştırmalarda erkeklerin kadınlara oranla daha fazla işitme kaybı yaşamaktadır. İşitmede güçlük çeken yaşlı bireyler, gürültülü ortamlarda konuşmaları takip etmede zorlanırlar. Bu durum yaşlı bireylerin iletişim güçlüğü çekmelerine, sosyal olarak izole olmalarına ve yalnızlık çekmelerine neden olabilir. Yaşlılıkla birlikte dokunma duyusu da azalır. Zamanla cildin kuruması, kırışması ve sertleşmesi dokunma hissinin keskinliğini azaltmaktadır. Sıcaklık değişimine olan hassasiyet arttığı için yaşlı bireyler daha çok üşümeye başlarlar. Yaşlılıkla birlikte, birbirleriyle ilişkili olan tat ve koku alma duyusu da azalır. Ancak bunun sebebi duyuların zayıflamasından çok hastalıklar ve sağlıktaki bozukluklardır.
Yaşlılıkla beraber merkezi sinir sisteminin bilgiyi işlemesinde yavaşlama görülür. Bu yüzden yaşlı bireyler gençlerin yapabilecekleri her türlü fiziksel aktiviteyi daha yavaş yaparlar. Yeni bilgileri hafızaya almak ve eski bilgilere ulaşmak yaşlılar için daha zor hâle gelebilir.
Yaşlıların sıklıkla dile getirdiği bir problem olan ağrı duyusal bir uyarı ya da sinirsel bir hasara bağlı olarak ortaya çıkar. Akut ağrı sıklığı yaşla değişmese de kronik ağrı, yaşlılıkla birlikte ağrı algısını azaltıcı yönde değişiklikler olmasına rağmen, gençlere oranla yaşlılarda daha sık görülmektedir.
Yaşlılıkta karşılaşılan ve yaşlı bireylerin sağlığını etkileyen durumlardan bir tanesi de düşmelerdir. Yaşlılıkta düşmenin biyolojik, davranışsal, çevresel ve sosyoekonomik olmak üzere birçok sebebi bulunmaktadır.
Biyolojik sebepler daha önce de bahsedilen denge kaybı, kas ve iskelet sisteminin zayıflaması, D vitamini eksikliği, psiko-motor becerilerin zayıflaması ve merkezi sinir sistemi tepki sürelerinin artması, duyulardaki zayıflama (görme, işitme, dokunma) ve artan kronik ağrılar olarak sıralanabilir.
Davranışsal sebepler ise alkol ve madde kullanımı, yaşlılarda sıklıkla karşılaşılan çoklu ilaç kullanımı (polifarmasi), sakinleştirici ilaç kullanımı gibi değiştirilebilir davranışlardır. Polifarmasi; çoklu reçete ya da fazla sayıda ilaç kullanımı demektir.
Çevresel risk faktörleri ise yaşından bağımsız olarak her bireyi etkileyebileceği gibi, yaşlı bireyleri yaşlarından kaynaklanan biyolojik dezavantajlarından dolayı daha çok etkilemektedir.
Sosyo-ekonomik faktörler ise düşük gelir, düşük eğitim seviyesi, yetersiz konut imkânları, yetersiz sosyal etkileşim, özelikle kırsal alanlarda sağlık hizmetlerine erişimin kısıtlı olması, toplum kaynaklarının yetersiz olması olarak sıralanabilir
Kanser hastalığında en büyük risk faktörü yaş olarak belirtilmektedir ve yaş ilerledikçe kanser riski artmaktadır. Kanser vakalarının biyolojik ve fiziksel olduğu kadar, yaşlı bireyler üzerinde olumsuz psiko-sosyal etkileri bulunmaktadır. Kanser hastaları kadar, hastaların yakınları da (psikolojik, ekonomik, fiziksel) olumsuz olarak etkilenmektedir.
Yaşlılıkta Bilişsel Gelişim
Yaşlanmayla ortaya çıkan bilişsel değişikliklerin en belirgin olanları demans, hafıza ve öğrenme yeteneği, genel zeka, pratik zeka, dikkat ve konsantrasyon, konuşma, görsel-uzaysal algılama fonksiyonları, psikomotor fonksiyonlar ve üst seviye fonksiyonlardaki değişikliklerdir. Demans ve bunun türleri olan Alzheimer ile Parkinson yaşlılarda görülen en sık zihinsel rahatsızlıklardır.
Yaşlı bir birey genç bir bireyin düşünsel kapasitesine sahiptir; ancak, daha önce de belirtildiği gibi sinir sistemindeki yavaşlamalar, düşünsel aktivitelerin hızına da yansımaktadır. Zihinsel çalışma hızının yavaşlaması ve zihinsel esnekliğin azalması yaşlı kişiyi özellikle de acele edilen, telaşlı anlarda zor durumda bırakır.
Alzheimer ve demans yaşlılıkta sıkça karşılaşılan hastalıklardır ve bu iki hastalık birbirleriyle çok karıştırılmaktadır. Öncelikle hafıza olmak üzere Alzheimer hastalığı beynin tüm bilişsel fonksiyonlarında ilerleyici kayba neden olan ve beyinde anormal protein birikimiyle meydana gelen bir hastalıktır. Halk arasında “bunama” olarak bilinen “demans” ise “bellek, dil, aritmetik, karar verme yetisi, dikkat ve diğer bilişsel fonksiyonlarda ilerleyici kayıp” anlamına gelir. Bütün Alzheimer hastalarında demans görülür ancak her demans hastası Alzheimer hastası değildir. Alzheimer en sık görülen demans tipidir.
Parkinson hastalığı yetişkinlerde Alzheimer hastalığından sonra ikinci sıklıkta görülen ve sinir hücre harabiyeti sonucunda gelişen bir hastalıktır. Parkinson hastalığının en temel belirtisi hareketlerde yavaşlamadır. Ayrıca eklem hareketlerinde katılık ve titreme erken dönemde ortaya çıkan başlıca Parkinson hastalığı belirtileridir. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte denge bozukluğu da ortaya çıkabilmektedir. Bu belirtilere ek olarak kabızlık (konstipasyon), ani hareket ile kan basıncının düşmesi, depresyon, kaygı, kesintili uyku, huzursuz bacak sendromu gibi belirtiler de Parkinson hastalığı ile birlikte görülebilmektedir.
Yaşlılıkta Psiko-Sosyal Özellikler
Genetik faktörlerin etkili olduğu yaşlanma sürecinde, yaşam biçimi, karşılaşılan önemli yaşam olayları gibi çevresel, sosyal ve psikolojik faktörler de yaşlanma sürecini etkiler.
Emeklilikle birlikte birey sosyal açıdan büyük bir kayıp yaşar. Bu durum yaşlı bireylerin depresyon geçirmelerine de sebep olabilmektedir. Ayrıca emeklilikle birlikte gelir seviyesinin düşmesi, yaşlı bireylerin hem ekonomik hem de psikolojik durumunu etkilemektedir.
Özellikle yaşlı bireyler için eşleri ve aileleri birincil sosyal ortamlarını oluşturmaktadır. Bu yüzden mutlu bir evlilik yaşlı bireylerin yaşam kalitesi için çok önemlidir.
Torun bakımı, yaşlı bireylerin yeniden üretime geçmelerine, kendilerini değerli hissetmelerine sebep olur.
Ancak sanayileşme ve kentleşme, yaşlıların statü ve prestijini aşındırmıştır. Bu süreçte çalışma koşulları ve yaşam biçiminin değişmesi ile birlikte yaşlı ve ailesi arasındaki ilişki biçimi, yaşlının aile içerisindeki konumu ve rolü de değişmiştir. Sanayileşme süreci ve modern yaşama biçimine geçişle birlikte çocukları ve torunlarıyla kuşak farklılığı yaşayan, otorite sahibi olarak “son mercii” olmaktan çıkmış, tüketici konumuyla aileye yük olmaya başlamış bireyler olarak görülmüş ve toplumda yalnızlığa itilmiştir.
Eş kaybı, akut ve kronik hastalıklar, gelir kaybı ve değişen kuşaklararası ilişkiler sebebiyle yaşlı bireyler daha farklı bir yaşam şekli sürmek zorunda kalabilmektedir. Kendi yaşamını idame ettiremeyecek durumda olan yaşlı bireyler bakıcılarla, çocuklarıyla ya da huzurevi gibi kurumsal bir ortamda yaşamak durumunda olabilirler. Kendi evinden ve alışkanlıklarından ayrılma zorunluluğu, yeni yaşam şekline uyum sağlama, bakıcı ve çocuklarla olan olası çatışma ve anlaşmazlıklar, bu yeni yaşam biçimini zorlaştırıp yaşlı bireyi psikolojik çöküntüye uğratabilmektedir.
Erik Erikson’un psiko-sosyal gelişim kuramına göre yaşlılık insan hayatının sekizinci ve en sonuncu safhasıdır. Bu dönem yaşlı bireylerin benlik bütünlüklerini umutsuzluğa karşı korumaya çalıştıkları bir dönemdir. Bu dönemde yaşlı bireyler kendilerini “geride bırakabildikleri” olarak görür. Bu yüzden bu dönemde yaşamlarını ve geçmişlerini sorgulamaya başlarlar.
Yaşlılık döneminde kimliğine ve kendine uygun yaşayan bireyler ego/benlik bütünlüğü duygusuna sahip olurlar.
Yaşlanmanın psiko-sosyal boyutuyla ilgili birçok kuram bulunmaktadır. Bunların bazıları yaşlılıkla ilgili olumsuz duygular uyandırırken, bazıları da yaşlılığın uyum ve değişikliğe adaptasyon kısmına odaklanarak pozitif yönlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu kuramlar aşağıda kısaca açıklanmıştır:
- Bunlardan ilki olan Aktivite Kuramına göre her ne kadar yaşlı bireylerin fizyolojik sağlık durumları ve ihtiyaçları genç bireylerinkinden farklı olsa da yaşlılar ve gençler benzer psikolojik ve sosyal ihtiyaçlara sahiptirler. Psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yaşlı bireylerin hayatlarındaki aktivite ve etkileşim sıklığını artırmalı, eski aktivitelerini yenileriyle değiştirmelidirler.
- Yaşamdan Geri Çekilme Kuramı ise yaşlıların aktivitelerinin ve sosyal etkileşimlerini azaltmasını yaşlılığın doğal bir süreci olarak görür. Sağlık durumu kötüleşen yaşlı bireyler, buna paralel olarak toplumdan kendilerini çekmeye meyillidirler.
- Modernleşme Kuramı, yaşlılığı tarihsel ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmeler ışığında ele alır. Avcı-toplayıcı toplumlarda yaşlı bireylerin işlevselliği asgari düzeydedir. Tarım toplumlarıyla birlikte değeri artan yaşlılar, sanayi toplumlarıyla birlikte kazandığı statüyü tekrar kaybetmiştir. Teknoloji çağında ise yaşlı bireyler teknolojiye ayak uydurabildiği derecede topluma katkıda bulunabilirler. Teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan yaşlı bireylerin güvenlik, sevgi, saygı, ait olma, benimsenme ihtiyaçları tehdit altına girer ve durum yaşlı bireylerde bunalım, huzursuzluk, öz güven kaybı ve depresyon gibi sorunlara yol açabilir.
- Süreklilik Kuramına göre bireyler, gençliklerindeki aktivite düzeyini yaşlılıkta da korurlar. Yaşlı bireyler yaşam tarzlarını, içsel ve dışsal yapılarını önceki hayatlarına uygun bir şekilde konumlandırmak isterler.
- Rol Kaybetme Kuramına göre ise bireylerin tutum, değer ve inançları doğrudan o bireyin içinde bulunduğu sosyal çevre ile ilişkilidir.
Depresyon, yaşlı nüfusta sıklıkla görülen ve yaşlı bireyleri olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Biyolojik, psikolojik ve sosyal birçok etkenin bir araya gelmesiyle merkezî sinir sisteminin düzen ve dengesi bozulabilmekte ve depresyona sebep olabilmektedir.
İntihar vakalarının yoğunlaştığı evrelerden bir tanesi de yaşlılıktır. Yaşlı bireyleri intihara sürükleyen birçok neden bulunmaktadır. Bunlar arasında en çok öne çıkanlar ölüm, yas ve ayrılıklar, fiziksel rahatsızlıklar ve hastalıklar, özerkliğin ve bağımsızlığın kaybedilmesi, kendini yararsız ve işlevi olmayan bir birey olarak görmek, sosyal izolasyon, yalnızlık ve depresyondur.
Yaşlılıkta Tinsel Gelişim: Din ve Maneviyat
Maneviyat ve din yaşlı bireylerin hayatından önemli bir yer kaplar. Özellikle ülkemizde yaşlı bireylerin dinî pratikleri sıklıkla uyguladığı gözlemlenmektedir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki din yaşlıların duygusal iyilik hâlini güçlendirmektedir. Yine yapılan araştırmalar göstermektedir ki, dinî inanışı olanlar olamayanlara göre yaşamdan daha tatminkâr ve yaşlılığa karşı daha olumlu bir tutum içindedirler.
Yaşlılıkta Ahlaki Gelişim
Kohlberg’in ahlak gelişim kuramına göre yaşlı bireylerin 3. dönem olan gelenek sonrası ahlaki gelişim döneminde olmaları beklenir. Bu dönem 5. Aşama olan “Sosyal Sözleşme Eğilimi” ve 6. Aşama olan “Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi” aşamalarını kapsar. Sosyal sözleşme eğilimi aşamasına göre toplumsal normlarla değerlere uygun davranışlar sergilenir. Evrensel ahlak ilkeleri eğilimi aşamasına göre ise evrensel ahlak ilkeleri kanun ve yasaların üzerinde tutulur.
Sağlıklı Yaşlanmak
Yaşlanmayı geciktirmek ve yaşlanmanın yan etkilerini en aza indirgemek için yaşam tarzında birtakım değişiklikler yapmak mümkündür. Düzenli egzersiz, sağlıklı ve dengeli beslenme, düzenli uyku, alkol ve tütün ürünlerinden uzak durma, stresten kendini koruma gibi yaşam biçimleri, yaşlanmanın hızını ve yan etkilerini azaltan yöntemlerdir.
Toplumsal (Demografik) Yaşlanma
21. yüzyılın megatrendlerinden biri olarak görülen demografik yaşlanma, tüm dünyayı etkileyen bir olgudur. Megatrend, toplumları küresel boyutta etkileyen sosyal, politik, ekonomik, demografik, çevresel, kültürel ve teknolojik değişikliklerdir.
Azalan doğum ve bebek ölüm oranları, ortalama yaşam süresinin uzaması gibi faktörler yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranını artırmaktadır. Toplam nüfusun;
- %4’ünün yaşlı bireylerden (65 +) oluştuğu toplumlar genç toplum,
- Bu oranın %4 ve %7 aralığında olduğu toplumlar olgun toplum,
- %7 ve %10 aralığındaki toplumlar ise yaşlı toplum olarak nitelendirilir.
- Yaşlı bireylerin toplam nüfus içindeki oranının %10’u geçtiği toplumlar ise çok yaşlı toplum olarak nitelendirilir.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2013 yılında Türkiye nüfusunun %7,7’sini yaşlı nüfus (65+) oluşturmaktadır. Yapılan nüfus tahminlerine göre 2023 yılında bu oranın %10,2’ye, 2050 yılında %20,8’e, 2075 yılında ise %27,7’ye çıkması beklenmektedir. Bu istatistiklere göre Türkiye olgun toplum olmaktan çıkmış, yaşlı bir toplum hâline dönüşmektedir. 2023 yılında ise Türkiye çok yaşlı toplumlar arasında yerini alacaktır.