Sosyal Politika 1 Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Yoksulluk Ve Yoksullukla Mücadelede Güncel Yaklaşım Ve Politikalar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Mutlak yoksulluk kavramı nedir?
Mutlak yoksulluk kavramı asgari geçim düşüncesine dayanmaktadır ve kişilerin ya da hane halklarının asgari geçim düzeyinin altında olma durumunu ifade etmektedir. Bu tanımın, kişilerin ya da hane halklarının yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan asgari besin bileşenlerini veya kaloriyi esas alması ona mutlaklık niteliğini kazandırmaktadır. Mutlak yoksulluk kavramı, sosyal ya da kültürel ihtiyaçlara değil, beslenme, giyinme, barınma gibi temel ihtiyaçlara vurgu yapmaktadır.
Göreli yoksulluk kavramı nedir?
Göreli yoksulluk kavramı, insanın toplumsal bir varlık olmasından yola çıkar. Buna göre, göreli yoksulluk, kişilerin ya da hane halklarının sahip oldukları gelir düzeyinin, içinde yaşadıkları toplumdaki ortalama gelir düzeyinin belirli bir yüzdesi ile karşılaştırılması esasına dayanan ve karşılaştırılan gelir düzeyinin gerisinde kalma durumu ile açıklanan bir kavramdır.
Gelir Yoksulluğu ve İnsani Yoksulluk arasındaki fark nasıl açıklanır?
Gelir yoksulluğu, kişilerin yaşamlarını sürdürebilmeleri ya da asgari bir yaşam standardında yaşayabilmeleri için ihtiyaç duydukları temel gereksinimlerini karşılayacak gelire sahip olmamaları durumu olarak tanımlanabilir. İnsani yoksulluk kavramı, gelir yoksulluğundan farklı olarak yoksulların yaşam koşulları üzerinde yoğunlaşmaktadır. İnsani yoksulluk kavramı, yoksul ülkelerdeki yoksulluğun öncelikli önemi dikkate alınarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1997 yılında yayınlanan İnsani Gelişme Raporu’nda geliştirilmiştir. İnsani yoksulluk kavramı, insani gelişme ve insanca yaşam için parasal olanakların yanısıra temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için ekonomik, sosyal ve kültürel bazı olanaklara sahip olmanın da gerekli olduğu fikrine dayanmaktadır. Aynı raporda, insani yoksulluğu ölçmek için geliştirilen insani yoksulluk endeksinde, yaşam süresinin kısalığı, temel eğitim hizmetlerinden mahrumiyet ve kamusal ve özel kaynaklara erişememe gibi kriterler dikkate alınmaktadır.
Objektif Yoksulluk ve Sübjektif Yoksulluk kavramları arasındaki farklılık nedir?
Objektif yoksulluk, alınması gereken günlük kalori miktarı ya da yapılan tüketim harcamaları gibi tespit edilebilir ve doğruluğu kanıtlanabilir bir standardın ya da standartlar setinin aşağısında kalma durumudur. Sübjektif yoksulluk kavramında ise gerekli ya da yeterli düzeyin altında olma konusunda kişilerin kendi değerlendirmelerine başvurulmaktadır.
Sosyal Dışlanma nedir ve kavram, tarihsel süreçte ne tür anlam değişiklikleri yaşamıştır?
İlk olarak Avrupa’da ve özellikle Fransa’da popüler hale gelen sosyal dışlanma kavramı günümüzde geniş ölçüde diğer pekçok ülkede de kullanılmaktadır. 1970’li yıllarda sosyal dışlanma kavramı, kronik işsizlikle ilişkili olarak birçok insanı piyasadan dışlanmak zorunda bırakan bir sürece işaret etmek için kullanılmıştır. Bu kavram, 1990’lı yıllarda insanların kısmen ya da tamamen insan hakları alanından dışlanması biçiminde daha da genişlemiştir. Sosyal dışlanma, basit bir anlatımla,bireylerin ya da çeşitli toplumsal kesimlerin tamamen ya da kısmen içinde bulundukları toplumla bütünleşememeleri olarak tanımlanabilir. Bu noktada sosyal dışlanmanın yoksulluğun çok daha kapsamlı bir resmi olduğu öne sürülmektedir.
Yoksulluk ve sosyal dışlanma arasında bir neden sonuç ilişkisi var mıdır?
Esasında, yoksulluk ve sosyal dışlanma birbirini besleyen ve güçlendiren sorun alanlarıdır. Nitekim sosyal dışlanmanın en önemli boyutlarından biri olan ekonomik boyutu, kişilerin işgücü piyasalarından ya da çeşitli faaliyet alanlarından dışlanması bağlamında yoksulluğun başlıca nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, yoksul olan pek çok kişi, kaynaklara, kamusal hizmetlere ve sosyal bir takım olanaklara erişim gibi alanlarda sahip oldukları yoksunluklar nedeniyle önemli ölçüde sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır.
Yoksulluk ve sosyal dışlanma arasında bir neden sonuç ilişkisinin varlığı yadsınamaz. Ancak, belirtilmelidir ki sosyal dışlanma içine yoksulluğu da alan daha geniş bir kavramdır. Zira yoksulluk, sosyal dışlanmanın en önemli nedenlerinden biri olmakla beraber tek nedeni değildir. Kişiler yoksul olmasalar da çeşitli nedenlerle sosyal dışlanmaya maruz kalabilmektedirler. Örneğin, engelliller, eski hükümlüler, etnik ya da ırksal temelde ayrımcılıkla karşı karşıya kalanlar, göçmenler bu kapsamda belirtilebilir. Belirtilmesi gereken bir diğer önemli husus da sosyal dışlanmanın yoksulluğa göre çok daha dinamik bir kavram olmasıdır. Yoksulluk daha ziyade yeterli gelir ve tüketim düzeyinden yoksun olma anlamında ekonomik yoksunluklara işaret ederken, sosyal dışlanma yoksunluğun kaynağındaki kurumsal mekanizmaları, ilişkileri ve davranışları da içeren dinamik bir sürece işaret etmektedir. Dolayısıyla, sosyal dışlanma, insanları yoksulluğa iten ekonomik, sosyal ve politik süreçlerle ilişkili olarak tanımlanmaktadır.
Yoksulluğun ölçülmesi için yanıtlanması gereken temel sorular nedir?
Yoksulluk sorununun çözümüne yönelik strateji ve politikaların geliştirilmesi her şeyden önce kimlerin yoksul olarak kabul edileceğinin belirlenmesini gerektirmektedir. Yoksulluğun ölçülmesi için temelde iki soruya cevap verilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, yoksulluk sınırının, bir diğer ifadeyle, altında gelire sahip olanların yoksul olarak kabul edileceği gelir düzeyini gösteren yoksulluk çizgisinin nasıl belirleneceğidir. İkincisi ise, yoksulluk sınırının altında gelire sahip olanların içinde bulundukları yoksulluğun derecesinin nasıl ölçüleceğidir.
Kaç tür yoksulluk sınırı vardır ve bunlar nelerdir?
Genel olarak, mutlak yoksulluk sınırı, göreli yoksulluk sınırı ve sübjektif yoksulluk sınırı olmak üzere üç tür yoksulluk sınırından söz edilebilir. Mutlak yoksulluk sınırı belirlenirken, kişinin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan minimum düzeydeki mal grubu tespit edilmekte ve bu mal grubunun satın alınabilmesi için gerekli gelir düzeyi yoksulluk sınırı olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, yoksulluk sınırının tespitinde sadece gıda harcamaları esas alınabileceği gibi, gıda dışında, giyinme, barınma, ısınma gibi diğer zorunlu ihtiyaçlar da hesaba katılabilir.
Göreli yoksulluk sınırı, toplumdaki ortalama gelirin belirli bir yüzdesi (%40, %50, %60 ya da %70) olarak belirlenmektedir. Toplumdaki genel gelir düzeyinin yüksek olması yoksulluk sınırını da yukarı çekmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin düşük olduğu toplumlarda, kişilerin gelir düzeyleri genel ortalama seviyesine yakın olduğu için göreli yoksulluk oranlarının da bu toplumlarda daha düşük olması beklenir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin yüksek olduğu toplumlarda ise ortalama gelirin belirli bir yüzdesinin altında kalanlar diğer gelir gruplarından kolaylıkla ayırt edilebilmektedir.
Sübjektif yoksulluk sınırının belirlenmesinde ise kişilerin kendi değerlendirmelerine başvurulmaktadır. Araştırma anketleri uygulanarak kişilere, kendileri için kaynaklara erişim konusunda gerekli olan minimum düzeyin ne olduğu sorulmaktadır.
Başlıca yoksulluk ölçüm yöntemlerinden Kafa Sayısı Endeksi nedir?
Kafa Sayısı Endeksi yoksulluğun ölçülmesinde yaygın kullanılan yöntemlerden biridir. Kafa Sayısı Endeksi, aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:
H: q/n
Burada;
H: Kafa Sayısı Endeksi’ni
q: Yoksul sayısını
n: Toplam nüfusu göstermektedir. Kafa Sayısı Endeksi, toplam nüfus içindeki yoksulların oranının belirlenmesine dayalı bir ölçüm yöntemidir. Bu yöntemde,yoksulluğun derinliği ve dağılımına ilişkin diğer bilgilere ulaşmak mümkün değildir.
Başlıca yoksulluk ölçüm yöntemleri arasında yer alan Yoksulluk Açığı Endeksi nedir?
Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan bir diğer yöntem ise Yoksulluk Açığı Endeksi’dir. Yoksulluk Açığı Endeksi, yoksul hane halklarının yaşam standartları ile yoksulluk sınırı arasındaki açığın ortalamasını vermektedir. Dolayısıyla, bu endeks Kafa Sayısı Endeksi’nde ihmal edilen yoksulluğun derinliğine ilişkin önemli bir göstergeye işaret etmektedir. Ancak, bu endeks de Kafa Sayısı Endeksi’nde olduğu gibi gelirin yoksullar arasında nasıl dağıldığı konusuna duyarlı değildir. Yoksulluk Açığı Endeksi’nin hesaplanmasında öncelikle Gelir Açığı Oranı’nın belirlenmesi gerekmektedir. Gelir Açığı Oranı aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:
I: (z-Yp)/z
Burada;
I: Gelir Açığı Oranı’nı
z: Yoksulluk sınırını
Yp: Yoksul nüfusun ortalama gelirini göstermektedir.
Gelir Açığı Oranı’nın (I), Kafa Sayısı Endeksi (H) ile çarpılması sonucunda ise Yoksulluk Açığı Endeksi’ne (PG) ulaşılmaktadır. Bu durumda Yoksulluk Açığı Endeksi PG: I.H şeklinde formüle edilmektedir.
Kafa Sayısı Endeksi’nde ve Yoksulluk Açığı Endeksi’nde yer almayan gelirin yoksullar arasında nasıl dağıldığı sorusuna açıklık getiren bir diğer yoksulluk ölçüm yöntemi Sen Endeksi’dir. Bu yöntem nasıl işler?
Amartya Sen tarafından geliştirilen ve yoksullar arasındaki gelir dağılımına duyarlı olması nedeniyle daha gelişmiş bir yoksulluk ölçütü olarak ifade edebileceğimiz Sen Endeksi, Kafa Sayısı Oranı, Gelir Açığı Oranı ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını gösteren gini katsayısı olmak üzere üç parametreye dayanmaktadır (Sen, 1983: 165). Sen Endeksi aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:
S: H [I+(1-I)Gp(q/(q+1)]
Burada;
S: Sen Endeksi’ni
H: Kafa Sayısı Oranı’nı
I: Gelir Açığı Oranı’nı
Gp: Yoksullar arasındaki gelir dağılımını gösteren Gini Katsayısı’nı
Q: Yoksulluk sınırının altındaki kişilerin sayısını göstermektedir.
Yoksulluğun başlıca nedenleri nelerdir?
Çok boyutlu bir sorun olan yoksulluk birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunlar arasında, kişilerin yaşamları boyunca karşı karşıya kaldıkları bir takım riskler (işsizlik, maluliyet, hastalık, boşanma vb.) karşısında uğradıkları gelir kayıplarının neticesinde geçici ya da uzun süreli yoksulluk içine düşmeleri sonucunu doğuran bireysel nedenler olabileceği gibi, ülkenin genel sosyo-ekonomik yapısıyla ilişkili makro boyuttaki yapısal nedenler de olabilir. Söz konusu yapısal nedenler ülkelerin gelişmişlik durumlarına ve sosyo-ekonomik yapılarına
göre farklılık gösterebilmektedir.
Bireysel olarak kişileri yoksulluk riskiyle karşı karşıya bırakan nedenlerden çok, ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarıyla ilişkili makro boyuttaki etmenler ve nedenleri göz önünde bulundurulduğunda yoksulluğun kaynağındaki nedenler nelerdir?
Bireysel olarak kişileri yoksulluk riskiyle karşı karşıya bırakan nedenlerden çok, ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarıyla ilişkili makro boyuttaki etmenler ve nedenleri göz önünde bulundurulduğunda yoksulluğun kaynağındaki nedenler şu şekilde sıralanabilir:
- Kaynakların Yetersizliği ve Düşük Ekonomik Büyüme
- Gelir Dağılımı Eşitsizliği
- İşgücü Piyasasından Kaynaklanan Nedenler
- Demografik Faktörler
- Küreselleşme ve Neoliberal Yapısal Uyum Politikalarının Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerindeki Etkileri
- Diğer Nedenler (depremler ve iklim değişikliklerine bağlı olarak gerçekleşen kuraklık, su baskınları, gibi doğal afetlerden ve savaşlar, vb.)
Gelir Dağılımı Eşitsizliği nedir?
Bir ekonomide belirli bir dönemde (genellikle bir yıl) üretilen gelirin çeşitli nüfus grupları arasındaki dağılımına ilişkin eşitsizlik düzeyini ifade etmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin ölçülmesinde yaygın olarak kullanılan yöntem Gini Katsayısı’dır. 0 ile 1 arasında değişen katsayının 0’a yaklaşması gelir dağılımı eşitsizliğinin azaldığını, 1’e yaklaşması ise eşitsizlik düzeyinin arttığını göstermektedir.
Kayıt dışı istihdam nedir?
Kayıt dışı istihdam, çalışanların kamu kurum ve kuruluşlarına hiç bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi nedeniyle vergi ve sosyal güvenlik primleri gibi yasal yükümlülüklerden kaçınılmasıdır. Kayıt dışı istihdam ise kişileri, işsizlik, hastalık, maluliyet ya da iş kazası gibi riskler karşısında güvencesiz bırakmakta, yoksulluk açısından ciddi bir risk yaratmaktadır.
Demografik Faktörler, yoksulluğun önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Bu nedenler hangi başlıklar altında kategorilendirilmektedir?
Nüfus baskısı, aile yapısındaki değişimler ve göç gibi demografik etmenler de yoksulluğun önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Bu etmenler şu başlıklar altında ele alınmaktadır:
- Nüfus Baskısı: Nüfus baskısı, özellikle dünyanın az gelişmiş bölgelerinde yoksullukla yakından ilişkilidir. Az gelişmiş ülkelerde nüfus artışı, insanların başta toprak olmak üzere doğal kaynaklara erişimini kısıtlayarak kişilerin refah düzeylerini olumsuz etkilemektedir.
- Aile Yapısındaki Değişim: Boşanmaların ve tek ebeveynli ailelerin artması, evlilik dışı birlikteliklerin yaygınlaşması aile bütünlüğünün sağladığı sosyal korumanın azalmasına neden olarak yoksulluk riskini artırmaktadır.
- Göç: Göç sonrasında kişilerin ekonomik durumlarında bir iyileşmenin olup olmadığı, yoksul insanların yoksulluklarının sona erip ermediği, göçle gelen kişilerin yeni yaşam koşullarıyla yakından ilişkilidir. Kişiler uygun istihdam ve barınma koşullarına sahip olmuş iseler, temel kamusal hizmetlere erişimde sorun yaşamıyor iseler yaşam koşullarının olumlu anlamda değiştiği söylenebilir. Ancak, aksi halde, içinde bulundukları olumsuz ekonomik koşulları gittiklere yerleşim yerlerine taşımaları ve yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Söz konusu yeni sorunlar arasında, en önemlilerinden biri ise göçle gelen kişilerin ekonomik yoksunlukları ve bulundukları yerleşim yeriyle bütünleşememeleri neticesinde ortaya çıkan sosyal dışlanma sorunudur.
Küreselleşme ve neoliberal yapısal uyum politikalarının az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri nelerdir?
Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte, ülkeler dünya ekonomisiyle giderek daha fazla bütünleşmektedir. Bu bütünleşmede, mal ve hizmetlerin yanı sıra teknolojiler, finansal akımlar, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, emek, bilgi ve kültürel akımlar öne çıkmaktadır. Küreselleşme süreci, ticaretin ve yatırımın önündeki engellerin kaldırılmasını da beraberinde getirmektedir. Bu yöndeki eğilim, uluslararası sınırları aşma yeteneğine sahip olan kesimler lehine gelir dağılımını değiştirmektedir. Sermaye sahipleri, yüksek vasıflı işçiler ve kaynaklarını
talebin en çok olduğu yerde arz etme olanağına sahip olan kesimler bu gelişme sonucunda refahını artırırken, iş gücünün ulusal sınırlar ötesinde ikame edilebilir hale gelmesiyle vasıfsız veya düşük vasıflı işçiler refah kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır.
Kürselleşme sürecinin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere uluslararası kuruluşların öncülüğünde uygulanan ve neoliberal ekonomi politikaları ekseninde şekillenen yapısal uyum politikaları aracılığıyla gerçekleşmektedir. 1980 sonrası süreçte söz konusu kuruluşların öncülüğünde pek çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede uygulanan yapısal uyum politikaları, ekonomi politikalarının serbest piyasa ağırlıklı olarak dönüştürülmesi ve bu bağlamda dış ticaretin, finans piyasalarının ve işgücü piyasalarının serbestleştirilmesi, kamu harcamalarının, eğitim, sağlık, tarım ve konut gibi alanlarda uygulanan sübvansiyonların azaltılması ve özelleştirme gibi uygulamaları içermektedir. Söz konusu politikalar, Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere uygulandıkları birçok ülkede, reel ücretlerin düşmesine, gelir dağılımı eşitsizliklerinin, işsizlik ve yoksulluk oranlarının artmasına neden olmuştur.
Refah devleti nedir?
Refah devleti, vatandaşlarının iyilik halinin sağlanmasını kendine görev edinen ya da ekonomik ve siyasal hakların yanında sosyal hakları da inşa etmek suretiyle, birey ve toplum için iyilik halini hedef olarak gözeten devlet şeklinde tanımlanabilir.
Refah devleti ve refah rejimleri konusunda kapsamlı çalışmalar yapan Esping Andersen’in refah devletine ilişkin yaklaşımı dar ve geniş boyutlu iki bakış açısını içermektedir. Refah devletine dar bakış açısıyla bakan yaklaşım, refah devletini sosyal iyileştirmenin geleneksel alanı olarak gören ve sosyal hizmet ve transferlerle sınırlı kamusal uygulamaları kapsamaktadır. Buna karşın, geniş bakış açısı, sorunları politik ekonomi açısından dile getiren ve devletin ekonomiyi yönetme ve düzenlemedeki rolü üzerine odaklanan bir çerçeveye sahiptir. Bu anlayış, tüm makroekonomik unsurları refah devletinin bütünleyici bileşenleri olarak kabul etmektedir.
Türkiye’de yoksulluğun boyutlarını ve genel görünümü ortaya koyan yoksulluk istatistikleri, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hangi yıldan itibaren yayınlanmaya başlamıştır ve Türkiye'de genel durum nasıldır?
Türkiye’de yoksulluğun boyutlarını ve genel görünümü ortaya koyan yoksulluk istatistikleri, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2002 yılından itibaren yayınlanmaya başlamıştır. 2002-2009 dönemine ilişkin veriler, farklı yoksulluk sınırları esas alınarak harcama temelinde ölçülmüştür. 2010 yılından itibaren TÜİK,metodolojik yenileme çalışmaları nedeniyle yoksulluğu, kişi başı günde 1$, 2,15$ ve 4,3$ yoksulluk sınırlarını esas alarak ölçmeye devam etmektedir.
2002-2009 dönemi için yayınlanan yoksulluk istatistikleri daha detaylı incelendiğinde, yoksulluğun yapısal özelliklerine ilişkin bazı önemli tespitlerde bulunmak mümkündür. Örneğin, hane halkındaki kişi sayısının artmasıyla birlikte yoksulluk oranlarının da arttığı görülmektedir. Eğitim düzeyi ve yoksulluk oranları arasında ise negatif yönlü bir ilişki vardır. Eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluk oranları azalmaktadır. İktisadi faaliyet kolları itibariyle kişilerin yoksulluk oranlarına bakıldığında ise en yüksek yoksulluk oranı tarım sektöründe görülmektedir. Diğer yandan, 2009 yılı rakamlarına göre, 15 yaşından küçük çocuklarda yoksulluk oranının %25,77 ile genel yoksulluk oranının (%18,08) oldukça üzerinde olması, çocuk yoksulluğunun Türkiye’de önemli bir sorun olduğuna işaret etmektedir.
Yoksullukla mücadele konusunda öne çıkan güncel yaklaşım ve politikalar nelerdir?
Yoksullukla mücadele konusunda öne çıkan güncel yaklaşım ve politikalar şu şekilde sıralanabilir:
- Ekonomik Büyüme ve Gelir Dağılımı Politikaları: Ekonomik büyüme, yeni istihdam olanakları yaratabildiği ölçüde yoksullukla mücadelede önemli bir işleve sahiptir. Yoksulluğun nedenleri arasında özellikle işsizlik ve düşük ücretler gibi işgücü piyasası ile ilişkili nedenlerin önemli bir payı bulunmaktadır. Ekonomik büyüme, istihdam artışı sağlamak yoluyla başta gençler ve niteliksiz işçiler olmak üzere çeşitli kesimlerin
yoksulluk oranlarının azaltılmasında etkilidir.
- İşsizlikle Mücadele ve İstihdam Politikaları: Genel olarak, işsizlik sorunu ile mücadelede ve istihdam edilebilirliğin artırılmasında aktif ve pasif istihdam politikaları önemli roller üstlenmektedir. Başta işsizlik sigortası ve işsizlik yardımı olmak üzere pasif istihdam politikalarının temel hedefi, kişilerin işsiz kalmaları ile birlikte ortaya çıkan gelir kayıplarını, belirli koşullar dâhilinde, belirli sürelerle telafi etmeye yöneliktir. Dolayısıyla, bu politikalar doğrudan istihdam yaratmak yerine, kişileri yaşanacak gelir kayıplarına ya da yoksulluk riskine karşı koruma amaçlıdır. İstihdamı ve istihdam edilebilirliği artırmaya yönelik aktif istihdam politikalarının çeşitli türleri bulunmaktadır. Aktif istihdam politikalarının bir kısmı işgücü piyasasının arz yönünü düzenlerken bir kısmı da talep yönünü düzenlemektedir.
- Sosyal Yardım Politikaları: Sosyal yardımlar, yaşamlarını devam ettirebilecek düzeyde gelire sahip olmayan yoksul kesimlere sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak devlet tarafından ayni ya da nakdi olarak sağlanan ve sosyal güvenlik sisteminin primsiz ödemeler ayağını oluşturan uygulamalardır. Geleneksel olarak, sosyal yardımlar yoksul kesimlerin ihtiyaçlarını belirli ölçülerde karşılamaya yönelik telafi edici sosyal harcamaları içermektedir.
- Mikrokredi Uygulamaları: Yoksullukla mücadele kapsamında daha ziyade, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanan mikrokredi, özellikle uygulandığı ilk dönemlerde yoğun ilgi çekmiştir. Mikrokredi, resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan yoksul kesimlerin üretimde bulunmalarına, çok küçük işletmelerini büyütmelerine, tüketimlerini istikrarlı bir biçimde sürdürmelerine olanak tanımak amacıyla oldukça küçük meblağlarda sağlanan kredidir. Piyasa koşullarında faaliyet gösteren bankaların aksine, mikrokredi kuruluşları müşterilerinden teminat istememektedir.
- Uluslararası Gündemde Yoksullukla Mücadele: Yoksullukla mücadele konusu, ağırlıklı olarak 1990’lı yıllardan itibaren uluslararası alanda yoğun olarak tartışılmaktadır. Bu süreçte, şüphesiz 1980’li yıllardan itibaren Dünya Bankası ve IMF öncülüğünde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanan yapısal uyum politikalarının gelir dağılımını eşitsizliği ve yoksulluk açısından yarattığı olumsuz gelişmeler etkili olmuştur. Yapısal uyum politikaları sürecinde yoksulluk sorununun ekonomik büyümeyle birlikte çözümlenebilecek bir sorun olarak görülmesi, yoksullukla mücadele ve kalkınma konularının ekonomik büyüme merkezli ve gelir odaklı olduğunu göstermektedir.