Sosyal Politika 1 Dersi 3. Ünite Özet
Sosyal Politikanın Türkiye’Deki Tarihsel Gelişimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Türkiye’de Sosyal Politikanın Temelleri
Türkler tarihte birçok devlet kurmuşlar ve her kurulan devlet bir öncekine ait olan gelenek, görenek ve kültürel değerleri aktarmıştır. Yoksullara ve zor durumda olanlara sahip çıkma, ihtiyaçlarını karşılama yaklaşımı, İslam dininin kabulüyle de dini bir boyut kazanmış, yüzyıllardır varlığını sürdürmüştür. Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin çıkışıyla birlikte toplumsal hayatta da köklü değişiklikler meydana gelmiş, bireyci yaklaşımın ve sınıfsal çatışmaların ortaya çıkması neticesinde ulus devlet anlayışının kuvvetlenmesi çeşitli modern sosyal politika kurumlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Din ve kültür kurumlarının şekillendirdiği Türk toplum yapısı, dezavantajlı grupların korunması, geleneksel aile koruması gibi özelliklere sahiptir. Cumhuriyet döneminde de özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen demokratik gelişmeler sonucunda modern sosyal politikalar oluşmaya başlamıştır.
Devletin Korumacı Niteliği
Geçmişi dört bin yıl öncesine dayanan Türk devlet geleneği, merkezine adalet duygusunu koymuş, halkın içinden yöneticilerle toplumun ihtiyaçlarını iyi analiz edebilmiştir. Bu iyi analiz sayesinde toplum da devletine son derece önem vermiş, onu kutsal görmüştür. Orhun Abidelerinde de yazdığı gibi devlet, milletini doyurmuş, zengin kılmıştır.
Geleneksel Koruma Kurumları
Türk toplum yapısında aile, çocukların beslenmesi, korunması, sevgi ve ilgi ile yetiştirilmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Aile, geleneksel sosyal politika koruyucusu işlevini de yerine getirmektedir. Aile bireyleri arasındaki yardımlaşma, sosyal güvenlik sisteminin temelini oluşturmuştur. Bu yardımlaşmanın toplumsal hayata etkileri sonucu vakıflar ve sosyal yardımlaşma kurumları ortaya çıkmış, ortak bir tavır ve bağlılık bilinci ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyet Öncesi Dönemde Sosyal Politika
Osmanlı Devleti’nde üretimin daha çok tarıma dayalı olması neticesinde toplumsal ilişkiler de bu bağlamda şekillenmiştir. Osmanlı sosyal devlet ve refah uygulamalarının doğru anlaşılması için Osmanlı tarihi çerçevesinde bunlara yüklenmiş olan anlamlar bilinmelidir.
Osmanlı Ekonomi ve Toplum Yapısı
Türkiye’deki toplumsal ilişki ve yapıların kapitalist dünya sistemi içindeki evrensel dinamiklerden etkilenmeye başlamasının zamanını kesin bir şekilde belirlemek zordur. Osmanlı’da 16. yüzyıla kadar sorunsuz bir şekilde işleyen tımar sistemi, devletle kiracısı olan köylüler arasına çeşitli aracıların girmesi sonucu bozulmuş, güç kaybederek ortadan kalkmıştır. Dünyada meydana gelen teknik gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin bunlara ayak uyduramaması sonucu uluslararası ticaret alanından uzaklaşmasına neden olmuştur. Toplumsal hayatta sosyal korunma gereksinimi olanlar, küçük yerlerde yaşayan halk tarafından çeşitli dini görevler vasıtasıyla ve dayanışma duygu yardımıyla gerekli yardımı görmüştür.
Vakıf Kurumu
Vakıf, bir hizmetin gerçekleştirilmesi amacı ile kişinin sahip olduğu malın özel mülkiyetten çıkarılarak toplumsal mülkiyete aktarılmasına ve orada tutulmasına denir. Birey-toplum ilişkisinin İslam düşünce sistemine göre kurgulanması, “hayır” kavramından türeyen kurumların oluşmasına ve bunların servetin toplum içinde yeniden bölüştürülmesi görevini gerçekleştirmesini sağlamıştır. Vakıflar, ekonomik ve toplumsal hayatta birçok temel fonksiyonun yerine getirilmesini sağlamışlardır. Vakıflar aracılığıyla halkın eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel ihtiyaçları karşılanarak, devlete böyle bir görev atfedilmemiştir. Osmanlı Devleti’ni oluşturan çok farklı kültürlerin olması, devletin genel sosyal politikalar oluşturmasını zorlaştırmış, bu yüzden de bu yardımlar vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.
Ahi Teşkilatı
Ahi Teşkilatı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan Müslüman halkın sanat, ticaret ve ekonomi gibi mesleki alanlarda yetişmesini sağlayan, dinî, ticari ve mesleki örgütlenmedir. Ahi Teşkilatı, usta-kalfaçırak hiyerarşisini düzenlemiş, üretici-tüketici çıkar ilişkilerini düzenlemiş, Anadolu’nun farklı yerlerinde konuklara ev sahipliği yaparak çeşitli sosyal görevler üstlenmiştir. Esnaf birlikleri, rekabete değil, işbirliği, karşılıklı kontrol ve tahsis ilkelerine bağlı olarak çalışmışlardır. Ahi Teşkilatının başlıca amacı, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma düşüncesinin oluşturulması ve yaygınlaştırılması olmuştur. Osmanlı Devleti’nde merkeziyetçi politikaların artması sonucu 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ahi Teşkilatı zayıflamaya başlamış, daha sonra yerini lonca teşkilatı almıştır. Lonca teşkilatı da 1838 yılında İngiltere daha sonra Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri ile yapılan liberal ticaret anlaşmalarının sanayiyi büyük bir çöküntüye uğratması sonucu dağılmıştır.
Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi
1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden önceki hukuk düzeni İslam hukuku ile Türk örf ve adetlerine göre şekillenirken, bu tarihten itibaren Batı’nın sanayileşmiş ve kalkınmış modellerinin Türk toplum yapısına uyarlanması ilk öncelik olmuştur. Sanayileşmenin artmasıyla ortaya çıkan işçi sınıfın haklarının korunması amacıyla pozitif hukuk kuralları önem kazanmış, birbirini izleyen nizamnameler ile ilk yazılı hukuk kuralları işlerlik kazanmıştır. Çeşitli meslek dallarında çalışanların görevlerinin belirlenmesi, korunması ve huzur içinde çalışacakları iş şartlarının oluşturulmasını amaçlayan nizamnameler düzenlenmiştir. 1876 yılında açıklanan Mecelle de işçi-işveren ilişkilerine liberal ve bireyci görüşle yaklaşmış, bu kesimlerin özgürlük içinde iş ilişkilerini düzenlemelerini amaç edinmiştir. Daha sonra I. ve II. Meşrutiyet ile bu haklar genişletilmeye, çalışma hayatına düzenlemeler getirilmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Sosyal Politikası
Kurtuluş Savaşı’nın ardından ülkemizin genç nüfusunu kaybetmesi, etnik yapıda önemli değişimlerin meydana gelmesi ekonomik yönden önemli kayıplara neden olmuştur. Cumhuriyetle birlikte sanayileşmeye önem verilmiş, ekonomi politikaları bu doğrultuda şekillenmiştir.
Kurtuluş Savaşı Yılları ve Cumhuriyetin Kuruluşu
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılıp, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla çalışma hayatına verilen önem de artmaya başlamıştır. İşçilerin çalışma hürriyeti, günlük mesai, asgari ücret, sosyal güvenlik, iş teftişi ve ceza-i müeyyideler konusunda önemli hükümler getiren kanunlar hayata geçirilmiştir. 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde iktisadi gelişmenin yolları aranmıştır. Dünya’da Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışından itibaren gelişme içinde olan yapılar dikkate alınarak sanayinin sağlam ve dengeli bir ekonomik yapı içinde oluşturulmasını sağlamak amacıyla farklı ekonomik politikalar izlenmiştir. Liberal politikaların uygulandığı dönem boyunca özel sektör ile sanayileşmeyi teşvik amacı ile devlet tarafından kurumsal ve yasal düzenlemeler yapılmıştır. Borçlar Kanunu’nun 1926 yılında kabul edilmesiyle özellikle hizmet sözleşmesinin taraflarının hukuki açıdan eşit olması, sözleşme şartlarının serbestçe belirlenmesi ve sözleşmenin özel bir şekil şartına tabi tutulmaması gibi ilkeler, özel hukukun ana ilkeleri olarak bireysel iş hukukumuza yön vermiştir.
Tek Parti Dönemi ve Devletçilik Anlayışı
Cumhuriyet döneminde 1932 yılına kadar olan süreçte 1929 Dünya Ekonomik Bunalımının etkisiyle de liberal ekonomik politika terk edilmiş, istenen başarıya ulaşılamadığı görülünce de devletin aktif rol üstlendiği bir kalkınma modeli kabul edilmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, 1929 yılından başlayarak 1930’lu yıllar boyunca devam eden sanayileşen ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada yıkıcı etkiler yaratan ekonomik krizdir. 1929 bunalımı 50 milyon insanın işsiz kalmasına neden olmuştur. Devletçi uygulamaların bir sonucu olarak yapılandırılan planlar sonucunda birçok KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsü) kurulmuştur. 1936 tarihli 3008 Sayılı İş Kanunu, sosyal nitelikleri ağır basan ve çalışma hayatında döneminin ihtiyaçlarına cevap veren bir kanun olmakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk İş Kanunu olma özelliğini de taşımaktadır. Bu ilk İş Kanunu tek partili sistemde planlı devletçi ekonomi politikasının ve devlet paternalizminin derin izlerini taşımaktadır. Paternalizm, yönetimde hiyerarşik bir yapının varlığını ve alınacak kararların da ideal kişi ya da kişiler tarafından alınması gerekliliğini savunan yönetim sistemidir. Tek Parti Dönemi, kamusal nitelikli sosyal politikaların da izlendiği bir dönem olmuştur.
Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş ve Sosyal Politika Kurumlarının Oluşumu
Nazi Almanya’sından kaçarak Türkiye’ye gelen Alman profesörlerin İstanbul Üniversitesi İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü bünyesinde toplumsal gerilimleri azaltmak ve toplumun bütünlüğünü korumak için aşırı siyasi akımların önlenmesi konusunda verdikleri eğitimlerin Türkiye’de sosyal politika bilincinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Prof. Dr. Gerhard Kessler ülkemizde sendikacılık hareketlerinin gelişmesi ve 1945 yılından itibaren Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumun oluşumunda önemli katkılar sağlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrası ABD, komünizme karşı kapitalist bir cephe kurma yolunda “Marshall Yardımı” olarak bilinen program ile ekonomiyi canlandırma ve devlet müdahalesini sınırlayıcı bir düzenin kurulmasında önemli katkılar sağlamıştır. Marshall Yardımı, II. Dünya Savaşı sonrasında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülkeye yönelik olarak ABD kaynaklı ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi amaçlı yardım programıdır. 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı ile birlikte ithalat bolluğu ve dış yardım, tarımda makineleşme, iyi ürün yıllarının birbirini kovalaması ekonomide hızlı bir gelişmeyi başlatmıştır. Dönemin başında izlenen liberal politikadan 1954 yılından itibaren ekonomik nedenlerle uzaklaşıldığı görülmektedir. İlk Çalışma Bakanı Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak olmuştur. Çalışma Bakanlığının kuruluşunun ardından önemli sosyal politika yasaları birbirini izlemiştir. 1945 yılında Çalışma Bakanlığı’nın ardından İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştur. Aynı yıl 4772 sayılı yasa ile İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası Kanunu ile ülkemizde ilk kez bir sosyal sigorta koluna işlerlik kazandırılmıştır. 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu da 1945 yılında hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. 1949 yılında ise kamu görevlilerine yönelik olarak önceki tarihlerde kurulmuş olan çeşitli kurum ve kuruluşlara ait yardım ve biriktirme sandıkları 5434 sayılı kanun ile kurulan Emekli Sandığı çatısı altında bir araya getirilmiştir. 1949 yılında 5417 sayılı kanunla “ihtiyarlık”, 1950 yılında ise 5502 sayılı kanunla “maluliyet, ihtiyarlık ve ölüm” sigortaları uygulamaya konulmuştur. 1951 yılında çıkarılan bir yönetmelikle asgari ücretin belirlenmesi ve uygulanmasına başlanmıştır. Yine 1951 yılında yürürlüğe konulan bir kanun ile hafta tatili günü için işçilere yarım günlük ücretinin ödenmesi hükme bağlanmış, 1956 yılında yapılan düzenleme ile bu tam günlük ücrete dönüştürülmüştür.1957 yılında kabul edilen 6972 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun da sosyal yardımlar konusunda uygulamaya konulan ilk hukuki düzenleme olma niteliğini taşımaktadır.
1960-1980 Dönemi
1961 Anayasası ile ilk kez Türk Anayasa sistemine giren “sosyal devlet” düşüncesi, endüstri ilişkileri sisteminin demokratik kurallar çerçevesinde oluşumuna katkılar sağlamıştır. Anayasa’nın çizdiği çerçeve doğrultusunda 1963 tarihinde “274 Sayılı Sendikalar Kanunu” ve “275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu” yürürlüğe girmiştir. 1965 yılında kamu görevlilerine sendikalaşma hakkı verilmiş; fakat 1971 yılında daha önce tanınan bu hak kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulanagelen kimi zaman liberal kimi zaman da devletçi nitelikteki sanayileşme politikaları, 1960’lı yıllardan sonra belirli bir işçi sınıfının oluşmasına neden olmuştur. 1964 yılında yürürlüğe giren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile daha önce kurulmuş olan sosyal sigorta kolları genişletilerek bir araya getirilmiştir. Bunu 1971 yılında Bağ-Kur’un kuruluşu izlemiştir. Anayasa gereğince hazırlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1963 yılında uygulamaya konulmuştur. 1970’li yıllar ise Türkiye açısından çalkantı ve bunalımların yoğun olduğu bir dönem olmuştur. İthal İkame Modeli, yurt dışından ithal edilmekte olan malların sağlanan destek ve teşviklerle yurt içinde üretiminin sağlanmasına dayalı sanayileşme modelidir.
Liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyal Politika
1970’lerin ithal ikameci sanayileşme ve birikim modeli 1980’den itibaren yerini dışa açık büyüme ve yeni liberal piyasacı uygulamalara bırakmıştır. İhracata dayalı sanayileşme politikaları önemli bir ihracat artışını ortaya çıkarmıştır. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile benimsenen neo-liberal politikalar ekonomide genel olarak kamu kesiminin, özelde KİT’lerin etkinliğini ve yerini azaltmak, yeni hukuki düzenlemelerle kamu kesimine geçmişten farklı fonksiyonlar yüklemek ve özel kesimin daha hızlı gelişmesini sağlamak amacını taşımıştır. Neo-liberalizm, 1970’li yıllarda petrol şokları ortaya çıkan ekonomik sorunların aşılmasında piyasa ve rekabet temelli politika önerileri ile serbest piyasa işleyişini öngören yaklaşımdır. 1982 Anayasası liberal felsefesi ile devletin sosyal denge ve uzlaşma sağlayıcı rolünden uzaklaşmasına yol açmıştır. 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu 1983 tarihinde kabul edilmiştir. Bu kanunların yanında iş hukuku alanında sınırlayıcı, geçmişte elde edilen hakları ortadan kaldırıcı düzenlemeler de gündeme gelmiştir. 1983 yılında iş başına gelen Turgut Özal hükümetleri geleneksel sosyal dayanışma kurumlarının aile sistemi ile birlikte teşvik edilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Yapısal nitelikli ekonomik sorunlar istihdam üzerindeki vergilerin yüksekliği, yatırımsızlığı ve kayıt dışılığı besleyen bir niteliğe sahip olmuştur. Yaşlı›, malul ya da sakat olan vatandaşlara aylık bağlanması, sağlık hizmetlerinin ücretsiz gerçekleştirilmesi sosyal yardım uygulaması olarak gerçekleştirilmiştir. 1980’li yıllara kadar süren sosyal hizmetlerin yürütümüne ilişkin kurumlar arası dağınıklık 1983 yılında 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ile giderilmiş ve bu alana ilişkin mevzuatın birleştirilerek hizmetlerin tek çatı altında toplanması sağlanmıştır. Türk sosyal güvenlik sisteminin finansmanında temeli oluşturan primler, sigortalılar ve işverenlerden alınmaktadır.
Türkiye’de Sosyal Politikanın Tarafları
Sosyal politikanın ulusal taraflarını devlet, sendikalar ve sivil toplum örgütleri oluşturmaktadır. Bir yandan temel hak ve özgürlükleri toplumun geniş kesimleri ve işçi sınıfı için talep eden toplumcu düşünceler, diğer yandan örgütlü sınıf yapısı ve siyasal demokrasi talepleri, yeni dönüşümleri gerekli kılmıştır. Kazanılan temel hak ve özgürlüklerin örgütlenme ve siyasal haklar boyutunda gelişme göstermesi, fertlere sadece klasik özgürlükler sağlayarak onlar için zorunlu maddi gereksinimleri karşılamayı görev edinen liberal devlet anlayışının terk edilmesine neden olmuştur. Örgütlü toplum yapısının gelişimi ve kendi kendine yardım mekanizmasının işleyişinin güçlenmesi, devletin çalışma ilişkilerini düzenlemedeki rolünü sınırlasa da liberal görüş tarafından devletin müdahaleci anlayışı sürekli bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Türkiye’de devletin çoğu kez, sosyal politikanın kapsamını, uygulamaların içeriğini ve boyutlarını belirleyen tek güç olarak ortaya çıktığı görülmektedir. İşçilerin bir araya gelerek oluşturdukları kolektif organlar, çalışanların sermaye karşısında güçlü bir blok oluşturmasını sağlamıştır. Sendikaların toplu pazarlık, grev ve toplu sözleşme hakları ile donatılması, çalışma hayatının güçlü bir aktörü olarak ortaya çıkmalarına ve sosyal politikaları şekillendiren etkin bir unsura dönüşmelerine neden olmuştur. Ancak Osmanlı’dan devraldığı tarım toplumu yapısını Cumhuriyet tarihinin önemli bir bölümünde de taşıyan Türkiye’de sanayileşme politikalarının istenilen başarıya ulaşamaması, Batı benzeri bir işçi sınıfının ortaya çıkmasını da engellemiştir. Sivil toplum örgütleri; siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetler yerine getirerek, insanı evrensel değerlere dayalı bir değişim içine sokmaya ve yurttaşlık kavramını yaratmaya çalışmaktadırlar.
Sosyal Politikaların Düzenleyicisi Olarak Devlet
Osmanlı döneminde toplumsal yapıda ortaya çıkabilecek sorunlar İslam dininin yardımlaşma ve dayanışma yapısı ve yine dinî yansımalarla oluşan Ahi Teşkilatı gibi kurumların eliyle gerçekleştirilmiştir. Tanzimat dönemi ile başlayan süreçte ise modern devlet anlayışına uygun değişiklikler yapılmaya başlanmış; sağlık alanında, eğitim alanında, çalışan haklarında çeşitli düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Cumhuriyet döneminde ise 1930’lu yıllardan itibaren başlayan devletçi politikalar, devleti büyük bir işveren konumuna getirerek, müdahaleci ve düzenlemeci rolünün artmasını sağlamıştır. 1961 Anayasası ile birlikte sosyal hukuk devleti ve sosyal adalet anlayışı gelişerek çalışma hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, sendika hak ve özgürlükleri anayasal güvence altına alınmıştır. Fakat bu haklar suiistimal edilerek, grev ve lokavtlarla ekonomiye olumsuz etkiler söz konusu olmuştur. 1982 Anayasası ile çeşitli demokratik mekanizmaların güçlenmesi engellenmiş, sosyal devlet uygulamaları sekteye uğramıştır. 1980’li yıllardan itibaren uygulanan liberal politikalar, bir yandan sosyal sorunlara muhatap olan grupların büyümesine neden olurken diğer yandan geleneksel kurumların güçlerini önemli ölçüde yitirerek sosyal politikalara olan ihtiyaçların artmasına neden olmuştur
Türkiye’de Sendikacılığın Tarihsel Gelişimi
Kendi kendine yardım mekanizması işleviyle ortaya çıkan sendikalar, sanayi toplumlarının vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Toplu pazarlık, grev ve toplu sözleşme hakları ile güçlenen sendikalar, sosyal politikaları şekillendiren önemli bir unsurdur. Türkiye’ye bakıldığında özellikle tarım toplumu yapısı ve sınıf ayrılıklarını hoş karşılamayan dini ve sosyo-kültürel yapısı nedeniyle sendikalaşma geç başlamış bir olgudur. 20. yüzyılın sonlarında işçi haklarını savunma amaçlı kurulmuş çeşitli cemiyetler zamanla baskıcı ve amacını aşan uygulamaları nedeniyle uzun süre varlıklarını sürdürememişlerdir. İşçilerin iş bırakma gibi eylemlerle çalışmalarını aksatması sebep gösterilerek Tatil-i Eşgal Kanunu, işçi eylemlerini yasaklamıştır. Tatil-i Eşgal Kanunu, I. ve II. Meşrutiyetin sağladığı haklar çerçevesinde yaygınlık kazanan grev eylemlerini yasaklayan, mevcut sendikaları feshederek sendikaların kurulmasını yasaklayan 1909 tarihli düzenlemedir. 1923 yılında Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkasına üye aydınlar, İstanbul ve yurdun diğer bölgelerindeki işçi örgütlerini bu örgüt altında toplayarak Türkiye Dernek Birlikleri İttihadı adı altında sendikaları temsil eden bir yapı oluşturmuşlardır. 1937 yılına kadar yürürlükte kalan Tatil-i Eşgal ve Takrir-i Sükûn Kanunları, Cumhuriyet’in ilk döneminde sendikalara örgütlenebilme imkânı vermemişlerdir. 1946 yılında Cemiyetler Kanunu’nda değişiklik yapılarak sınıf temelli cemiyet kurma yasağının kaldırılması yeni sendikaların kurulmasını sağlamıştır. 1952 yılında kurulan Türk-İş’i, 1967 yılında Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 1970 yılında Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ve 1976 yılında da Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (HAK-İŞ) kuruluşları izlemiştir. 1958 yılında Koç Topluluğu’nun önderliğinde kurulan Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) 1962 yılındaki genel kurulunda örgütlenmenin ülke genelinde yaygınlaşması ve adının da “Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu” (TİSK) olmasına karar verilmiştir. 1961 Anayasası’nın 46. maddesi tüm işçi ve işverenler için sendika kurma hakkını tanıyarak özgür sendikacılığın temel ilkelerini benimsemiştir. 1980 sonrası Türk sendikacılık hareketi, bölünmüşlük, yasal sınırlamalar ve değişen ekonomi politikaları çerçevesinde zor bir döneme girmiştir. Kamu sendikacılığında başlayan tartışmalar ise, 2001 yılında kabul edilen Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu ile kamu görevlilerinin sendika hakkına sahip olması ile sonuçlanmıştır.
Sivil Toplum
Sivil toplum kuruluşları, sosyal sorunlar karşısında toplumsal gücün ve toplumsal refleksin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Bu kuruluşlar, devletin de üstünden bir yükü alarak, birçok sorunu toplumun kendisinin çözmesine imkân tanımıştır. Bu örgütlenmelerin devlet müdahalesini hiçbir şekilde kabul etmeyen ve vatandaşların gönüllü çalışmalarını içeren bir niteliğe sahip olması, sosyal politika işlevlerinin yerine getirilmesinde de önemli katkılar sağlayacaktır.