Sosyal Politika 1 Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Sosyal Politikanın Dünyadaki Tarihsel Gelişimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Sosyal politikanın modern yönünü açıklayınız
Sosyal politikanın dar anlamdaki yorumunun modern toplumlara özgü özgürlük ve eşitlik kavramları ile ifade edilmesi bu yorumun aynı zamanda modern yönünü de ortaya koymaktadır. Sosyal politikanın tanımındaki modern toplum ve öncesindeki döneme ilişkin farklılıklar, tarihsel gelişiminin de Sanayi Devrimi öncesinde ve sonrasındaki gelişmeler şeklindeki bir ayrımla ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
İlk çağ düzeninde sosyal politika kavramını nasıldı?
En ilkel dönemlerde dahi bütün toplumlarda iş ilişkilerini düzenleyen birtakım kurallara rastlamak mümkündür. Yazının icat edilerek kullanıldığı Mezopotamya bölgesi en eski yazılı hukuk kurallarının olduğu bölgedir. Bu bölgede kurulmuş Sümer, Babil, Asur, İbrani ve Eti medeniyetlerinin çalışma hayatına ilişkin birtakım yazılı kuralları ortaya koyarak emeğin hukuki statüsüne yönelik önemli adımlar attıkları görülmüştür.
Ekonomik yapının tarıma dayandığı ilk çağlarda toplum yapısının aile ekonomisi ve kölelik düzenine dayalı bir yapıda oluştuğu görülmektedir. Bu toplum yapısında beden gücüne dayalı olarak çalışmak ve üretmek köleler ve tutsaklar için geçerli bir çalışma anlayışıdır. Çalışma hür insanlar için onur kırıcı kabul edilmiş ve bu grubun askerlik, sanat, felsefe ve devlet işleri ile ilgilendikleri görülmüştür. Eflatun ve Aristo gibi ilk çağların ünlü düşünürlerinin öngördükleri demokratik düzende; vatandaşların fikri çalışmasının ürünü olan sanat, felsefe ve politika gibi faaliyetlerde bulunmaları, kölelerin ve halkın alt tabakalarının ise toplumun maddi ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla ağır işlerde çalışmaları öngörülmüştür. Bu anlayışın üstün sınıflar ve ezilen halklardan kurulu bir imparatorluk kuran Romalıların hukuk düzenine yansıdığı da görülmüştür . İlk çağlarda kölelik düzenine yönelik mücadelelerin, bu düzeni meşru kılan düşünce ve felsefe akımlarının hakim etkisi ile başarıya ulaşamadığı görülmüştür. Dönemin koşulları altında aile üyelerinin ve kölelerin iş ilişkileri ise aile başkanı tarafından onun otoritesi altında düzenlenmiştir. Hemen hemen tümü ile tarımsal faaliyetlere dayalı olan ekonomik yaşam, çoğu kez ailelerin birbirlerinden köle kiralamalarını da gerekli kılmıştır. Ancak bu sözleşmenin bir hizmet sözleşmesi değil kira sözleşmesi olması, taraflar arasındaki iş ilişkisinin eşya hukuku kapsamında ve özel hukuk çerçevesinde düzenlenmesine neden olmuştur
Ortaçağ ve Feodal yapı döneminde sosyal politika nasıldı?
Toprağın tek ve en büyük zenginlik kaynağını ifade ettiği feodal düzende toplumsal yapının da çeşitli sınıflardan oluştuğu görülmektedir. Bu sınıflar içinde asiller (aristokratlar) krala vergi vermeleri ve elde ettikleri imtiyazlar ile önemli bir gücün sahibi durumunda olmuşlardır. Para ekonomisinin çok sönük kaldığı Orta Çağ’da, esas zenginlik kaynağı toprak olduğundan, özgür insanlar arasında da görülen hizmetlerin karşılığı toprak üzerinde sözleşme ile tanınan bir hak olarak ödenmektedir. Toplumun siyasal yönetiminde, aristokratlar ve onlar arasındaki hiyerarşinin etkili olduğu görülmüştür.
Orta Çağ’ın ilerleyen dönemlerinde Avrupa merkezli kölelik düzeninin katılığını yavaş yavaş kaybetmeye başladığı görülmüştür. İlk Çağ’ın kölelik işgücüne dayanan iktisadi düzeninin yerini Orta Çağ’da loncaların aldığı görülmektedir. Geniş çapta tarım ekonomisine dayalı olan Avrupa ekonomisinde, Avrupa ile Uzak Doğuyu, Orta Asya ve Orta Doğuyu bağlayan ipek ve baharat yollarından gücünü alan ticaret şehirleri gelişmeye başlamıştır. Orta Çağ’da, ticaret merkezi olan şehirlerin canlanması ve şehir ekonomisinin gelişmesi esnaf kuruluşlarının yaygınlaşmasına destek olmuştur.
Farklı meslek sahiplerinin meslekî kuruluşlar içinde organize oldukları yapılar, Orta Çağ egemen siyasi düşüncesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bütün yönleri ile yönetim hakkını elinde bulunduran siyasi otorite teşkilatlanmamış dağınık düzende yaşayan fertler üzerinde bir baskı aracı haline gelmiştir. Siyasi otoritenin mutlak egemenlik hakkının etkisi altında kalarak baskıya maruz kalmamanın yegâne yolu fertle siyasi otorite arasında kalacak sosyal grupların oluşturulması olmuştur. Bu gruplar zamanla ferdin sadece siyasi hayatının değil Lonca: Aynı bölgede yaşayan esnaf ve zanaatkârların örgütlendiği Orta Çağ üretim ve işgücü yapısının temelini oluşturan meslek organizasyonlarıdır. 32 Sosyal Politika I aynı zamanda iktisadi, sosyal, dinî ve kültürel hayatının da en büyük düzenleyici unsurlarından biri olarak gelişmiştir
Sanayi devrimi sonrasında sosyal politika nasıldır?
Sanayi Devrimi en basit ifadesi ile küçük zanaat üretiminin yerine fabrika üretiminin geçmesi ve makinelerin insan, hayvan, rüzgâr, su kuvvet ve kudretinin yerini alması şeklinde anlaşılmalıdır. Makinelerin çoğalması ve bu alandaki tekniğin hızla yenilenmesi, sermayeye duyulan ihtiyacın ve üretim içinde sermayenin değerinin artmasına neden olmuştur. Bu teknik gelişmelerin yaşama ve çalışma şartları üzerinde etkili olması gecikmemiştir. Şehirlerin nüfusları hızla artmış, gayriinsani çalışma koşulları yaygınlaşmış, ücretler sefalet düzeylerine düşerek adaletsizliklerin arttığına şahit olunmuştur. Bu bağlamda Sanayi Devrimi’nin esas niteliği, insanlar ve makineler arasında yaratmış olduğu yeni ilişkiler içinde yatmaktadır. (Talas, 1967: 2) Sanayi Devrimin’in başlangıcına ilişkin kesin bir tarih verilebilmesi mümkün değildir. Ancak 18. yüzyılın içinde barındırdığı birçok gelişme ile Sanayi Devriminin başladığı yüzyıl olarak tanımlanması literatürde de geçerli olan bir görüştür. Buna karşın dünya tarihinde en önemli değişimlerden biri olarak görülen bu olayın 18. yüzyılın öncesine dayanan bir tarihsel arka planının olduğu da açıktır. Sanayi Devriminin ortaya çıkmasında rol alan unsurlar daha önceki dönemlerde ortaya çıkmış, çeşitli safhalardan geçerek ve birbirini tamamlayarak biriken bilimsel ve teknolojik bilgiler, iktisadi ve sosyal hayatı etkileyen bir güç haline gelebilmiştir (Turan, 1979: 33). Bu çerçevede Haçlı Seferleri, Coğrafi Keşifler ile deniz ticaret yollarının keşfedilmesi, Rönesans ve Reform hareketleri 18. yüzyıldaki dönüşüme altyapı hazırlayan ve birbirini tamamlayarak ilerleyen bazı gelişmeler olarak değerlendirilebilir.
Sanayi devriminin oluşumunda icaretin etkileri nelerdir?
Sanayi Devriminin oluşumu ve hız kazanmasında o dönemin ticaret hayatının önemli etkileri olmuştur. Kapalı bir ekonomiden üretim ekonomisine geçişte ticaretin önemli bir fonksiyona sahip olduğu görülmektedir. Üretim ölçeğinin büyümesi, maliyetlerin düşmesi ve bunun fiyatlara yansıması ile pazarın genişlemesi ekonominin büyümesine yol açmıştır. Üretimde verimlilik ve sermaye stokunun artması ulaştırma başta olmak üzere birçok sektörde yeni yatırımların yapılmasına imkân sağlamıştır. Zanaat ve basit aletlerle donatılmış tezgâh ve atölye üretiminin yerini, teknik ve makinelerle donatılmış fabrika üretiminin aldığı Sanayi Devrimi, İngiltere başta olmak üzere Avrupa kıtasında ortaya çıkmış ve sonrasında bütün dünyayı etkilemiştir. Zanaat yaşamı içerisinde şekillenen meslek örgütleri olan loncalar ve bu sistemin çalışma ilişkileri, yerini kitle üretim sistemlerine terk etmişlerdir. Kentleşme ile birlikte büyük endüstri merkezlerine hareket eden kırsal nüfus, sanayi üretiminin vasıfsız işgücü talebini karşılamıştır. Üretim araçlarına sahip olmayan, sadece ücreti karşılığı yaşamını sürdüren bu grup hızla büyümüş ve yeni bir çalışan sınıfı ortaya çıkarmıştır
Sanayi devrimi ve teknolojik yapı ilişkisini açıklayınız
Sanayi Devrimi olarak adlandırdığımız oluşum önce buhar daha sonra elektrik ve gaz gibi yeni enerji güçlerinin bulunması, bu enerji güçlerinin uygulandığı makinelerin yapılması ve bu makinelerin üretimde kullanılması gibi bir dizi teknolojik gelişmeyi içermektedir. Sanayi Devrimini başlatan teknolojik gelişmelerle üretim süreci, ilk kez yeterli, düzenli ve sürekli bir güç kaynağına kavuşmuştur. O güne kadar insan, hayvan ve doğa gücüne dayanan mekanik düzenlemelerin yerini, buhar ve elektrik gücüyle çalışan makineler almıştır. Öncelikle dokuma sektöründe başlayan fabrikalaşma sanayinin gelişmesi ile paralel olarak diğer sektörlerde de giderek yaygınlaşmıştır. Teknolojik gelişmelerin 18. yüzyılda kısa sayılabilecek bir süreçte büyük bir hızla yayıldığı görülmektedir. 1750 yılına girilirken İngiltere’de az sayıda da olsa buhar makinesinin kullanıldığı bilinmektedir. İngiliz Newcomen ve Savery’nin üzerinde çalıştıkları buhar makinesi 1750’li yıllara kadar gelişerek basit bir pompa şekline dönüşmüştür. 1750-1800 yılları arasında Sanayi Devriminin temelini teşkil edecek buluşların birbiri ardına ortaya çıkışına şahit olunmuştur. Franklin 1752’de paratoneri, 1754’te Black karbonik asidi bulmuş, 1764’te Hagreaves dokuma sanayinde büyük bir dönüşüm yaratan otomatik mekik mekanizmasını üretime uyarlamıştır. 1769 yılı buhar makinesinin en gelişmiş formunun sanayi üretiminde kullanılmaya başladığı yıl olmuştur. İskoçyalı mucit James Watt tarafından geliştirilen buhar makinesi, sanayi üretiminde o güne dek kullanılanların en başarılısı olmuştur. 1770 yılında Robert Owen’ın ortağı Arkwrighe tekstil sanayisinde su gücü ile işleyen makineyi üretime sokarken, Priestley 1774’te oksijeni, Volta 1800 yılında pili bularak teknolojik gelişmelerin belirleyicisi olmuşlardır. Yeni makineler ve iş organizasyonlarının oluşturduğu çalışma yaşamı ve onun etkisinde gelişen sosyal yaşam günümüzde bile çözülememiş sorunların doğmasına neden olmuştur. Üretim yapısındaki gücünü sürekli olarak artıran sermaye, dönemin her türlü müdahaleyi reddeden anlayışlarının da etkisi ile üretimin hakim belirleyicisi olmuştur. Bu durum çalışma hayatında sermaye ile yeni üretim sisteminin emekçileri arasındaki gerginliklerin giderek tırmanmasına zemin hazırlamıştır.
Sanayi devrimi sırasındaki ekonomik yapı nasıldı?
18. yüzyıl boyunca matematik, fizik, kimya, biyoloji ve hatta astronomi alanında kaydedilen büyük gelişmeler toplumların ve sosyo-ekonomik olayların evrensel doğal kanunlar sisteminin bir sonucu olarak değiştiği tezinden hareketle, iktisatçılar ve sosyologlar etkili olmaya başlamıştır. İktisatçılar fiyat, maliyetler, ücretler, rant ve kâr gibi piyasa ekonomisi konularının, birbirleriyle tam bir bağımlılık içerisinde olduğunu ileri sürerek, belirli düzene ve kanunlara sahip bilimsel bir anlayışı işlemeye başlamışlardır. Yeni dönemde iktisat biliminin işlevi, ekonomik hayatın ayrıntılı olaylarının birbirleriyle olan ilişkilerini düzenli bir yapıda ortaya koymak, servet ve gelir, üretim ve dağıtımını yöneten kuralların milletlerin zenginleşmesi ve ekonomik kalkınmaları yönünde kullanılmasını sağlamak şeklinde olmuştur. Bu yaklaşımın feodalizm ve Orta Çağ uygulamalarının sert müdahalelerine değil, doğal kanunlara, insanların özgürlüklerine ve tam rekabet sistemine dayandığı görülmüştür (Ulutan, 1978: 237) Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan yeni üretim düzeni ve yeni sınıflar ekonomik hayatı yönlendiren düşünürlerin de ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler sloganı ile özdeşleşen liberal iktisadi düşünce piyasa dengelerine saygı duyulması, bunu zedeleyecek her türlü müdahalenin piyasa güçlerince cezalandırılacağı ve rekabetçi ortamda fertlerin kendi menfaatlerini gerçekleştirirken aynı zamanda toplumun da zenginleşeceğine ilişkin tezlerle ekonomik yapıyı belirlemeye çalışmıştır.
1776 yılında Adam Smith liberal doktrini açıklayan ve kısaltılmış adı ile Milletlerin Zenginliği adlı ünlü yapıtını yayınlarken İngiltere’de Sanayi Devrimi başlamış ve geride birkaç aşama da bırakmıştır. 17. ve 18. yüzyıllar Avrupa’da sömürgeler yoluyla ticari faaliyetlerin geliştiği bir dönem olmuştur. Bu ticaret ülkeleri zenginleştirmiş ve yeni sanayi kollarının kurulmasına yardımcı olmuştur. Gelişen ticaret, yeni ihracat sanayinin yeni pazarlar bulmasına yol açarken sömürgelerden yapılan ucuz ithalat da rekabet edebilmenin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Tarımda yaşanan dönüşümün bir sonucu olarak köylülerin topraklarını bırakarak ya da satarak şehirlere yöneldiği görülmüştür. Tarım nüfusunun köylerden kentlere hareketi kentlerde yeni doğmakta olan sanayi sektörü için bol bir iş gücü kaynağı oluşturmuştur
Sanayi devrimi öncesi toplumsal yapı nasıldır?
Sanayi Devrimi öncesi Avrupa toplumlarının asiller ve din adamları dışında, geniş halk kitlelerinin en zengin ve güçlü tabakasını temsil eden burjuva sınıfı, zenginlikleri sayesinde köylü ve esnaf tabakasını da çevresine alarak büyük bir toplumsal güç oluşturabilmiştir. Tasarruf ve ticaret yolu ile zenginleşen burjuva sınıfı iktisadi zenginliklerinden faydalanarak ülke yönetimlerinde kralların önemli dayanakları haline de gelmiştir. Avrupa toplumlarının sınıfları arasında kurduğu ilişkilerle saygın, etkili ve güçlü bir sosyal sınıf olarak doğmuştur. Bunun yanında dönemin düşünürlerini, bilginlerini, fikir ve aksiyon adamlarını yetiştiren ve koruyan burjuva sınıfı, Avrupa’da Sanayi Devrimi’ne giden yolun sosyal, siyasi ve teknolojik şartlarının da hazırlayıcısı olmuştur
Sanayi devriminin çalışma koşulları nasıldır?
Sanayi Devrimi, ortaya çıkardığı değişimlerle yeni bir toplumsal yapının da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu yapılanma işletmelerin aileden kesin olarak ayrıldığı, teknolojik iş bölümünün zaruri olduğu ve sermaye birikiminin esas olduğu özellikler arz eder. İşletme sahiplerinin yatırımlarını genişletmek amacı ile maliyet hesaplarına sıkı sıkıya bağlı olması ve üretimin işyerine toplanan işçiler eliyle yürütülmesi, sanayi toplumunun diğer belirgin özellikleridir. Sanayi Devriminin oluşturduğu çalışma ilişkilerinin ilk ve en önemli öğesi, üretim sahasında emeği ile geçinen ve üretimin araçlarından biri olarak tanımlanan emek sahiplerinin yani işçilerin ortaya çıkmasıdır. Ekonomik, siyasal ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak gelişen sanayi sektörü, ihtiyaç duyduğu insan gücünü, önemli ölçüde tarım kesiminden koparak kentlere yönelen gruptan temin etmiştir. Ancak bu ilişki dönemin hakim ekonomik ve siyasal düşünceleri ile uyumlu olarak her türlü müdahalenin reddedildiği bir yapıda gerçekleşmiştir. Emeği ile geçimini sağlayan bu yeni sınıf sanayi toplumlarının işçi sınıfını oluşturmuştur. Sanayi Devrimi’nin ilk döneminin kuralsız ortamı bu sınıfların ağır çalışma şartları altında önemli zararlar görmelerine neden olmuştur. Dönemin tek yanlı özgürlük anlayışı, sermaye sınıfları için öngördüğü özgürlüğü çalışan sınıflar için buna itaat olarak ele almıştır. Sermaye sınıfının hiçbir sınırlama olmaksızın bol emek gücünü kullanma hakkı, kısa sürede büyük bir istismara ve sömürüye dönüşmüştür. Liberal yaklaşımların özgürlükler ve zenginleşmeye yönelik belirledikleri kuralların bu zenginliğin dağıtımı noktasında büyük bir adaletsizliğe dönüştüğü görülmüştür. Ortaya çıkan zenginliklerden en düşük pay emek kesimine düşerken bu zenginliklerden en çok yararlanan grup ise burjuva sınıfı olmuştur. Emek sınıfı için ortaya çıkan düşük gelir düzeyi de birçok ekonomik teori ile desteklenmeye çalışılmıştır. Ücret artışının hızlı nüfus artışından dolayı mümkün olamayacağı, bir an için mümkün olsa dahi işsizlik etkisi ile ücretlerin yeniden azalacağı ifade edilmiştir. Yaygın bir sefalet ve yoksullukla aşırı kapital birikimi arasında oluşan ekonomik dengesizliklerin 19. yüzyılın ortalarına doğru daha da belirginleştiği görülmüştür. Ağır çalışma koşulları ve işsizlik, kadın ve çocukların sanayide acımasızca kullanılmaları, aile birliği ve düzeninin bozulması ve fabrikalarda yaşanan çatışmalar bu dengesizliğin görüntülerinden birkaçıdır. Benzer sorunların İngiltere başta olmak üzere sanayileşmede onu izleyen tüm ülkelerde küçük farklılıklarla sergilendiğine şahit olunmuştur.
Sanayi devriminde sınıf hareketi ve sendikal hareketler nasıldır?
İnsan emeği ile ilgili derin gelişmelerin Sanayi Devrimi ile birlikte olduğu görülmektedir. Sanayi Devrimi ile oluşan fabrika üretim sisteminin en kalabalık grubunu yarı vasıflı ya da vasıfsız olarak bu sürece dâhil olan emek sahipleri oluşturmuştur. Sanayi Devrimi, nüfusun artması, topraktaki çözülme ile buradaki nüfusun sanayi merkezlerine yönelmesi ve fabrika üretimi ile başa çıkamayan zanaatkarların faaliyetlerini terk etmesi ile gittikçe büyüyen bir işçi sınıfının oluşmasına neden olmuştur. Fransız İhtilali’nin eşitlikçi ve liberal karakterine karşın sonrasında yaşanan gelişmelerin tümünün işçilerin örgütlenmesinin önüne geçmeye yönelik olduğu görülmektedir. İhtilal’in hemen sonrasında korporasyonların kaldırılması, her türlü işçi örgütlenmesinin de yasaklanması ile birlikte ele alınmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte çalışma ilişkilerinin o güne değin düzenlendiği kurumlar olan loncaların ortadan kalkması, çalışma yaşamında hiçbir kurum ve kuralın bulunmadığı bir yapıyı beraberinde getirmiştir. Makineli üretime geçişle birlikte ortaya çıkan yoğun üretim, çok sayıda işçinin çalıştığı büyük işletmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu işletmelerde emek-sermaye ayrışması yaşandığı gibi, işyeri yönetimi ile çalışanlar arasında da giderek büyüyen bir hiyerarşi ortaya çıkmıştır. Özellikle kırdan kente gelerek büyük sanayi merkezlerinde ağır çalışma koşullarında çalışan vasıfsız işgücü giderek büyümüştür . Gerek devletin emek sınıfına yönelik olumsuzluklara kayıtsız kalması gerekse de sermaye grubunun işçilerin çalışma şartlarını tartışmaktan kaçınmaları, çalışma hayatında emek ve sermaye sınıfları arasındaki gerginliğin daha da derinleşmesine neden olmuştur. Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışından itibaren yaşam koşulları olumsuz yönde ilerleyen işçi sınıfı, bozulan iktisadi ve sosyal dengeyi yeniden sağlamanın, yoksulluk ve sefalete son vermenin yolunun kendi aralarında örgütlenmekten geçtiğine inanmaya başlamıştır. 18. yüzyılın sonlarında başlayan örgütlenme düşüncesinin 19. yüzyılın ilk çeyreğinde kurumsal yapılara dönüştüğü görülmüştür
Liberalizm nedir?
18. yüzyıldan itibaren yaşanan iktisadi ve sosyal gelişmeler tüm dünyada önemli değişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Temel felsefesini tabiatçılık ve bireysellik üzerine kuran liberal düşünce, toplumu devletin ve diğer kuruluşların müdahalesinden kurtarmayı amaçlayan, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler şeklinde özetlenen sloganları ile iktisadi düşüncelerine uygun bir sosyal yapılanmayı hedeflemiştir. Sanayi Devrimi sürecinde, teknolojik gelişmenin iktisadi liberalizm üzerindeki en önemli etkisi, liberalizmin kapitalizme dönüşümü olmuştur. Bu dönüşüm temelde iki sosyal değişimi de beraberinde getirmiştir. Bunlardan ilki, sabit sermaye yatırımlarının önem kazanması ve bunu sağlayamayan işverenlerin çalışan grubuna katılması olmuştur. İkincisi ise işçi için gelir, işveren için maliyet olan ücretlerin bu iki grup arasında sürekli bir çatışma konusuna dönüşmesidir
Neo-liberalzm nedir?
Neo-liberalizm, liberal gelenekteki sosyal liberalizm ve refah devleti sapmalarına karşın liberal tezlerin yeniden canlanmasını ifade etmektedir. Bu canlanma serbest piyasanın işletilmesi ve toplumdan bireye yöneliş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle neo-liberalizm, iktisat teorisinin bir restorasyonu ve aslına dönüş hareketi olarak da görülebilir. Ancak bu süreçte devletin rolü, klasik işlevlerin yanında eğitim ve sağlık gibi başka alanları da kapsayacak şekilde genişlemiştir
Sosyalist düşünceyi açıklayınız.
Liberalizmin ekonomik ve sosyal etkilerine karşı bir fikir olarak ortaya çıkan sosyalizm, özellikle Sanayi Devrimi’nin sonuçlarına yönelik olarak gelişme göstermiştir. Sanayi Devrimi’nin başlangıcındaki emek-sermaye ilişkisinde emeğin zayıf konumu (ücretlerin düşüklüğü, ağır çalışma koşulları, kadın ve çocukların çalıştırılması vb) sefalete mahkûm olarak yaşayan büyük bir sınıfın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sosyalist düşünce, liberal düşüncenin temelinde yer alan bireycilik düşüncesine karşı toplumun bireye üstünlüğü düşüncesini geliştirmiştir. Sosyalist düşünce sistemi içinde farklı ekollerden bahsetmek mümkün olsa da genel ilkeler itibarıyla bir ortaklık söz konusudur. Üretim araçlarının bireylere ait olmasının emek sahipleri için bir sömürü unsuru olacağı düşüncesinden hareketle özel mülkiyet anlayışı reddedilmekte, yerine kolektif mülkiyet hakkı ikame edilmektedir. Bireyciliğin yerine toplumun önceliği, rekabet fikri yerine kolektif ya da devlet teşebbüsü ve işçi sınıfının çıkarlarına uygun bir yapılanmanın kurulması, sosyalist düşünce sisteminin yaklaşımları içerisindedir
Müdehalecilik sosyal düşüncesi nedir?
Leonard Simon de Sismondi’nin Ticari Zenginlik adlı eserinde mevcut ekonomik işleyiş ciddi eleştirilere tabi tutulmuştur. Liberalizm uygulamalarına teorik anlamdaki ilk tepki Sismondi’nin Müdahalecilik Okulu’ndan gelmiştir. Makinelerin çalışanları işsiz bırakarak sanayi toplumlarını iki sınıfa ayırdığı ve bu çatışmanın önlenmesinde devletçe uygulanacak sosyal politikaların önemi üzerinde durulmuştur. Sismondi, devlet müdahalesinin, üretim artış hızını kontrol eden, hızlı icatları önleyen ve gelişimi tehdit etmeyen bir niteliğe sahip olması gerekliliğini savunmaktadır. Devletin müdahalesi ile yeni bir ekonomik örgütlenme tanımının ortaya çıkacağını iddia eden Sismondi, çalışma hayatında yapılacak bir dizi mevzuat düzenlemesi ile sorunların çözüleceğini savunmaktadır. Rekabetin olumsuz etkilerinin azaltılması, kadın ve çocukların fabrikalarda çalıştırılmasının yasaklanması, işçilere dinlenme hakkı verilmesi ve mesleki tehlikelerin önlenmesi, bu sosyal politika uygulamalarından bir kısmını ifade etmektedir
Sosyal Hristiyanlık kavramı nedir?
Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı sosyal sorunların önüne geçilmesinde, Hristiyan dininin değerlerinin uygulamasını öngören yaklaşımlar, sosyal katoliklik ve sosyal Hristiyanlık olmak üzere iki grupta incelenir. 19. yüzyılın sonlarına doğru Katolik kilisesi içinde ortaya çıkan Sosyal Katolikliğin Fransa’daki uygulamasını Le Play (1806-1882) temsil eder. Yaşanan sosyal sorunların nedenini dinin emirlerine uyulmamasında bulan yaklaşım, emek ve sermaye arasındaki uyumun sağlandığı bir lonca düzenini öngörmektedir
Dayanışmacılık sosyal düşünce sistemi nedir?
Toplum içerisinde yaşayan insanların doğumlarından önce mevcut olan bir bağ ile birbirlerine bağlı olduklarını, bunun da bir borçluluk ilişkisi olduğunu ortaya atan Fransız Leon Bourgeois’in geliştirdiği ekoldür. İnsanlar arasındaki bu borç ilişkisi çalışma hayatında çalışanlara asgari bir geçim sağlamayı ve sosyal hayatın risklerine karşı korunmalarını içermektedir. Bu nedenle ekolün temsilcilerinin hazırladıkları sosyal programlarda sosyal sigortaların kurulması, yardım kuruluşlarının teşvik edilmesi, işyerlerinde sağlık ve koruyucu tedbirlerin alınması, çalışan kadın ve çocukların himayesi ve benzeri düzenlemeler devletin sorumluluk sahası içinde ele alınmaktadır
Anarşizm akımı nedir?
19.yüzyılın en aşırı sosyal protesto hareketlerinden biri de anarşizmdir. Bireyin üstünlüğü düşüncesine dayanan yaklaşım, gücünü baskıcı otoriteden alan siyasi, sosyal, ekonomik ve dini bütün kurumlara karşıdır. Anarşistlere göre bu kurumların ortadan kalkmadan tam bir hürriyetin gerçekleşmesi mümkün değildir. Kendisini anarşist olarak niteleyen ilk düşünür Fransız Pierre Joseph Proudhon’dur. Proudhon sınıfsız bir toplumun esaslarını ortaya koymaya çalışmıştır. Mülkiyeti hırsızlık olarak değerlendiren Proudhon, rant, faiz gibi çalışılmadan elde edilen serveti ve özel mülkiyeti reddetmiş, bunların kendi kendilerine bir değer yaratma ve üretim yapma yeteneğinden yoksun olduğunu belirtmiştir.
Sendikalizm nedir?
Anarşizmin başarıya ulaşamaması 19. yüzyılın sonunda sendikalizm hareketinin doğuşunu getirmiştir. Bu hareketin önemli temsilcisi Fernand Pelloutier’dir. Sendikalizm, kapitalist sistemin ortadan kaldırılmasını ve bunun yerine iş birliğine dayanan bir sosyal düzenin kurulmasını öngörmüştür. Bu hedefe ulaşmak için ortaya konulan ideoloji çeşitli doktrinlerden alınmış, fikir ve taktiklerle karma bir özellik taşımıştır. Sendikalizmin felsefesine “genel grev” kavramını getiren Georges Sorel ise işçilerin kurtuluşunun ancak yapacakları bir genel grevle kapitalizmi yıkarak işçi sınıfını hürriyete kavuşturacak bir düzenin kurulmasıyla mümkün olabileceğini savunmuştur
Beveridge raporu nedir?
Beveridge Raporu: Sir William Beveridge tarafından 1942 yılında İngiliz Hükümetine hazırlanan, işsizliği azaltmayı, ulusal bir sağlık sistemi kurmayı ve asgari bir ücreti garanti etmeyi hedefleyen, günümüz modern sosyal güvenlik sistemlerinin de temelini oluşturan belgedir
Refah devletinin krizi nasıl ortaya çıkmıştır?
Sosyal devletin, sosyal politika uygulamalarını yoğunlaştırması ve bu alandaki harcamalarını sürekli artırması, özellikle liberal yaklaşımlarca sıklıkla eleştirilmiş, ancak Keynezyen politikalarla sağlanan ekonomik ve sosyal başarı, eleştirilere cevap niteliği taşımıştır. Mevcut ekonomi politikaları ile 1970’li yıllardan itibaren yaşanan krizlerin üstesinden gelinememesi, bir yandan sorumluların aranması sürecinin başlamasına neden olmuş, diğer yandan ise yeni bir yapılanmaya doğru olan hareketliliği başlatmıştır. Yeni yapılanmanın temelini arz yanlı politikaların yönettiği neo-liberal anlayış oluştururken sorumluluğun, sosyal harcamaları sınırsız bir şekilde artıran sosyal devlete yüklenmesi de çok uzun sürmemiştir.