Bilgisayar Destekli Temel Tasarım Dersi 5. Ünite Özet
Renk
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Işık ve Renkle İlgili Yapılan Çalışmalar
Fizik derslerinden hatırlanacağı gibi, eğer güneş ışınlarıyla dünyamızı aydınlatmasaydı, bildiğimiz yaşam olmayacaktı. Kolaylıkla yapılan bir deney olan gün ışığının prizmadan (bu prizma yerine su damlası da olabilir) geçirilmesi sonucu ışın, renkli ışın demetlerine dönüşmektedir. Bunlar sırasıyla kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert (indigo-çivit mavisi) ve mor renkleridir. Güneş ışığını oluşturan bu renklere ana renkler denir.
Renkler çok eski çağlardan beri simgesel ve sembolik bir iletişim aracı olarak kullanılmıştır. İlk olarak Eski Çağlarda, yaşanılan mağaralarda duvar resimleriyle karşılaşılmaktadır. Bu mağara resimleri bazıları için resmin, bazıları için güzel sanatların, bazıları içinse iletişimin başlangıcını oluşturmaktadır. Lascaux, Altamira ve daha birçok mağara duvarlarında bulunan renkli hayvan figürleri, rengin kullanımına ilk örnekleri oluşturmuştur.
Renklerle ilgili bilimsel çalışmalar içinde ses getiren ilk çalışma, 1666 yılında ünlü fizikçi Isaac Newton ’un ilk renk dairesiyle başlar. Sistematik bir sınışandırma çalışmasıdır. Çalışmada gün ışığı prizmadan geçirilerek onu oluşturan yedi temel renk bulunmuştur. Bunlar;
- kırmızı
- turuncu
- sarı
- yeşil
- mavi
- lacivert (indigoçivit mavisi)
- mor
Yapılan bu deney tersine işletilmiş ve ayrışan bu renkler yine bir prizmadan geçirilerek beyaz ışığın oluşumu tekrarlanmıştır. Newton, bu deneyinde gözlemlediği yedi renge spektrum solaers (güneş tayfı) adını vermiştir. Aynı zamanda bu renkleri saf olarak nitelemiştir. Çünkü gün ışığını prizmadan geçirdikten sonra ayrışan renkleri tek tek prizmadan tekrar geçirdiğinde ayrışmadığını gözlemlemiştir. Bununla birlikte bu renkler, temel renkler veya meydana getirilemeyen renkler olarak da adlandırmıştır. 1731 yılında Jacob Christoph Le Blon , pigmentlerden oluşan boyaların temel renklerinin
- Kırmızı
- Sarı
- Mavi
olduğunu bulmuştur. Onun bu çalışmaları, çağdaş baskı teknikleri alanında öncü olarak kabul edilmektedir.
Albert H. Munsell: 1858-1918 yılları arasında yaşamış Amerikalı ressam ve sanat eğitmeni. Modern renk koordinat sisteminin temelini atmıştır. Rengin sayısal analizini sağlayan kişidir. Çalışmaları arasında “A Color Notation” (1905) “Munsell Color Atlas” (1915) sayılabilir. Munsell rengi;
- Üç bağımsız değişken özton (hue)
- Ton değeri (value)
- Doygunluk (chroma) ile tanımladı.
Johannes Itten ise renk seçimleri için önemli kabul edilebilecek olan zıtlıklarla ilgili yöntemler üzerinde çalışmıştır. Bu alanda ilklerden biri olarak kabul edilmektedir. Renk zıtlıkları ya da tamamlayıcı renk şemaları olarak da adlandıralan bu yöntem, renklerin birarada kullanımı, başarılı renk birliktelikleri ve uyumu temeline dayanmaktadır.
Günümüzde renk ile ilgili birçok kuruluş ve sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Yapılan araştırma ve üretimlerle ilgili küresel çapta belirli standartlar geliştirilmesi, rengin kullanımını bilinçli bir biçimde yapılmasını sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında renk ile ilgili ölçümlerde en çok kullanılan sistem Uluslararası Aydınlatma Komisyonu’nun (CIE) kabul ettiği sistemdir.
Renk
Tasarımcılar tarafından biçimlendirilen her ürün, belirli bir form ve malzemeye sahiptir ve şu şekilde ifade edilebilir: Her türlü varoluşun yapılaşmasını ve görünür kılınmasını sağlayan örgütlenmedir. Renk gözle algılanan bir ışık etkisi olarak kabul edilmektedir. Bulunduğu ürünün ya da malzemesinin ışıkla etkileşimi sonucunda algılanır. Işığın nesne üzerine düşmesi, sonrada yansıması sonucu oluşan ileti, gözümüz aracılığıyla beyne yollanır.
Rengin kullanımı her zaman kişisel beğeniler, etkileşim ve tarihsel edinimlerin sonucunda oluşmaktadır. Tasarlanan nesnelerde bilinçli ve dengeli yapılmış bir renk seçimi, hem psikolojik, hem estetik, hem de algısal nitelikleri içereceğinden tasarımın evrensel nitelikler kazanmasına yardımcı olacaktır. Bu nedenlerle, renk kavramını sadece fiziksel değil fizyolojik ve psikolojik açılardan da irdelemekte yarar vardır.
Fiziksel Açıdan Renk
Rengin fiziksel yapısını görebilmek için Newton’un deneyini tekrarlamak gerekmektedir.
Bu deney sonucu ortaya çıkan renk tayfı insanın görme sınırlarını da tanımlamaktadır. Görünen ışığın dalga boyu yaklaşık 400-700 nm sınırları arasındadır. Kızılötesi, morötesi kavramları bu görme sınırlarının dışındaki algılanamayan bölümler için kullanılmaktadır. Kızılötesi-Morötesi: Ultraviyole ve infraruj ışınları, insaların göz retinasını uyarmaması nedeniyle görülemezler.
Renkler, renk tayfında belirli bir konumda yer alırlar. Bu konum ölçülerle ve sayılar aracılığıyla belirlenebilir. Işığın dalga uzunluğu ve oranı, rengi nitelemek için temel veriyi oluşturmaktadır. Fiziksel açıdan renk türü, titreşimdeki ışık dalgalarından oluşmaktadır. Bu renk-ışık dalgaları değişik uzunluktadırlar. Dalga Boyu kısaca şu şekilde ifade edilebilir: Kırmızı, turuncu ve sarı ilk önce fark edilen ve önceden görülebilen bir özelliğe sahiptir. Bunun nedeni dalga boyudur.
Pigment
Varoluşların görsel yapısını oluşturan maddelere pigment denilmektedir. Pigmentler, renkleri oluşturan moleküllerdir. Genellikle, nesnelerin dış yüzeylerinde bulunarak renklerin oluşmasını sağlarlar. Renklerin oluşmasında da pigmentlerle ışık arasında bir ilişki bulunmaktadır. Güneş ışınları, canlılarda ve nesnelerde renk molekülü olarak bilinen söz konusu pigment molekülleri için önemlidir. Örneğin, çiçeklerde ve yapraklarındaki renk çeşitliliği, yapılarında bulunan pigment moleküllerinin ışığa verdikleri tepkidir.
Pigmentler,
- Boyaların tersine sıvılarda çözünmezler.
- Sıvılar içinde süspansiyon şeklinde dağılırlar.
- Bir tuz, tuzlar karışımı, oksit veya metal olabilir.
Doğal pigmentler doğada bulunan ve doğal yollarla elde edilen pigmentlerdir. Toprak, kil, ağaç kabuğu, bitki kökü, meyve, yemiş gibi organik varoluşlar belirli bir işlemden geçirildikten sonra pigment elde edilmektedir. Organik pigmentler, suda ve yağlarda çözündüğünden boyalarda kullanılabilmesi için, bazı işlemlerden geçirilmesi gerekir.
Doğal Işık
Işık, diğer olgulardan daha farklı bir konumdadır. Çünkü çevremizde yer alan her türlü varoluşun, görünmesini sağlayan en temel öğedir. Bir gerekliliktir. Olmaması durumunda görme eylemi gerçekleşemez. Işık olmadan ne bir form, ne formun öğeleri, ne de renk, doku gibi nitelikler görülebilir. Bu nedenle her ne biçimde olursa olsun, görmek için ışığa gereksinim vardır. Doğal ışık kaynağı güneştir. Güneş, beyaz ışık dediğimiz her türlü rengin niteliğini, tam ve olması gerektiği gibi göstermektedir. Ancak, güneşin durumuna göre, örneğin günün ilk saatleri ile günün son saatlerinde güneş ışınları dünyamıza açılı olarak gelir. Bu durumda çevreyi aydınlatan ışık beyaz ışık değildir.
Yapay Işık ve Aydınlatma
Doğadaki örneğine benzetilerek insan eliyle yapılmış, üretilmiş aydınlatma öğeleriyle ışık elde edilebilmektedir. Bunun için, yine kendinin ürettiği enerjiyi kullanarak bunu ışık enerjisine döndüren aygıtlar kullanılmaktadır. Yapay ışık kaynakları, işte bu aydınlatma öğeleridir. Gün ışığının yeterli olmadığı ya da hiç olmadığı durumlarda kullanılmaktadır.
Renk Sıcaklığı
Renk sıcaklığı ışığın rengidir. Işık kaynağından gelen rengin niteliğini belirlemek amacıyla kullanılmaktadır. Işığın miktarı ile bir ilgisi yoktur. Işıktaki renk sıcaklığı arttığında yani Kelvin (K) derecesi arttıkça, mavi ve mavi tonları artmaktadır. Işıktaki renk sıcaklığı azaldığında, yani Kelvin derecesi azaldığında, kırmızı ve tonları artmaktadır. Aydınlatma ile ilgili yapılan araştırmalarda, renk sıcaklığı yüksek olan ortamlarda insanların daha iyi bir görsel keskinliğe sahip olduğu belirlenmiştir.
Işığı oluşturan bütün renklerin renk sıcaklıklarına göre üç ana grupta toplanmaktadır.
- Sıcak beyaz 3300 K ve altı
- Doğal beyaz 3300-5000 K
- Gün ışığı beyazı 5000 K ve üzeri
Rengin Yapısal Özelliği
Bir rengi diğer renklerden ayıran ve sahip olduğu görselliği farklı kılan o rengin yapısal özellikleridir. Rengin tanımlanmasını sağlayan bu özellikler özton, ton değeri ve doygunluktur. Renk tanımlanırken bu üç değer hem baskın rengin belirlenmesinde hem de renk seçme sürecinde tasarımcının en önemli araçlarından olacaktır.
- Özton-Renk (Hue): Tanımladığımız rengin adıdır. Renk özü olarak da adlandırılmaktadır. Birincil, ikincil ve üçüncül renkler özton değerleri ile adlandırılırlar.
- Berraklık-Doygunluk (Chroma-Saturation): Rengin saflığı ve berraklığı ile ilgilidir. Rengin içindeki özrengin saflığı ve güçlülüğünün ifadesidir. Bu oran, saflaştıkça renk parlaklaşır. Tam tersine saflığını kaybettikçe donuklaşır.
- Ton Değeri-Aydınlık (Value-Brihtness): Bir rengin açıklık veya koyuluk derecesini gösterir. Bu derece öztona eklenen siyah ve beyaz rengin oranı ile ilgilidir.
Fizyolojik Açıdan Renk
İnsanlar için ışık yaşam kaynağıdır. Konumuz açısından da ışık, insanların görmesini, algılamasını ve çevresindekileri tanımlayabilmesini sağlayan bir olgudur. Kararlarımız, duygularımız ve davranışlarımız bunu izlemektedir. Bu nedenle önce görmek, görebilmek için de ışığın varolması gerekmektedir. “Renk ışıkla görülebilir. Işık olmadan rengin varlığından söz etmek olanaksızdır. Renk, mekânsal veya geçici ışık özelliklerini içerir. Işık, gözün retinasının uyarılmasından kaynaklanan ve görsel algılamalar aracılığıyla bir gözlemcinin farkına vardığı ışıksal enerjidir” (Hardeberg 1999).
Rengin algılanması sürecinde, bireyin sahip olduğu nitelikler, bu algıyı farklılaştırabilir. Form algısından farklı olarak renkler, tartışmaya ve beğeniye açık olan algılardır. Kişiden kişiye değiştiği gibi, her ortamda bulunan ışık değerine bağlı olarak farklı algılanabilirler.
Renk algısında karşılaşılan özel bir durum söz konusudur. Ardışık görüntü (after image-ghost image) olarak adlandırılan bu durum, bir uyarının sonucunda oluşan duyumun uyarıcı kaybolduktan sonra da devam etmesidir. Bu durumdaki sanal görüntü, ardıl görüntü olarak adlandırılır. Görüntü uzun süre gözlemlenen rengin, renk dairesindeki zıttının açık renk zeminlerde görülmesidir. Bu durum kendiliğinden oluşmaktadır ve bir fizyolojik bozukluk değildir. Son olarak renk körlüğünden bahsetmek gerekirse Kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir ya da birden fazlasını ayırt edemeyenlerde rastlanan bir bozukluktur.
Psikolojik Açıdan Renk
Renkler, fiziksel olarak ortak değerlere sahip olsalar da, her insanda değişik duygular uyandırabilirler. Birçok durumda, fizyolojik herhangi bir bozukluğa sahip olmayan iki birey arasında, aynı renk için değişik algılar söz konusu olabilmektedir.
Renk, genellikle formlar, bu formların biçimleri ve çevresiyle birlikte algılanırken işin içine bir de duygular ve kişilik yapılanışı da girmektedir. Renklerin iletişimde kullanılması genellikle, psikolojik duygularla ilişkilidir. İnsanların içinde bulunduğu psikolojik durum çoğu zaman davranışlarına yansır. Duygularıyla uygunluk göstermeyen bir ortamda, ortamın görselliğine bağlı olarak rahatsızlık duygusu oluşacaktır. Bireyin farkında olmadan yaşadığı bu durum, aslında psikolojik olarak o andaki durumu, iç dünyası ve kimlik yapılaşmasının bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Ortaya çıkan duygu yoğunluğu ise, bireyde rahatsızlık olarak ifade bulur.
Renk Psikolojisi
Renkler her kültürde, her insanda ve her yerde aynı etkiyi göstermeyebilir. Bazı toplumlarda ve coğrafyalarda bir renk çok önemli ve kutsalken, başka bir yerde hiç de o kadar önemli olmayabilir. Bu özellik, renklerin bireyler ve toplumlar tarafından farklı algılanmalarından dolayıdır.
Toplumsal farklılıklar: Örneğin, Anadolu’da halı ve kilim motiflerinde, geleneksel olarak, yeşil cenneti, kırmızı zenginliği, sarı kötülüklerden arındırma , siyahsa dünyevi sıkıntılardan arındırmayı anlatmak amacıyla kullanılmaktadır.
Renk psikolojisinde genelleme yapmak: Genelleme ya da ön kabullerin olması, tasarımı ve renk kullanımını sınırlayan kavramlardır.
Renk seçimlerinde temel yaklaşım, rengin kullanıcıya, izleyiciye, onların yaş ve cinsiyetlerine, beğenilerine ve kültürlerine uygunluğudur. Örneğin çocukların, ana renklerden, yaşlıların mavi ve mor renklerden hoşlandıkları söylenir. Fransızlar parlak renkleri, İngilizler sakin renkleri, Almanlar açık sarı ve maviyi, İtalyan ve İspanyollar ise kırmızı tonları tercih ederler. Bu tür bilgilere dikkat etmemek yapılan tercihin beğenilmemesi riskini doğuracaktır.