Göç Ve Göç Sorunları Dersi 1. Ünite Özet
Göç Kavramına İlişkin Temel Bilgiler
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
İnsanların yer değiştirmesi/hareket etmesi olarak tanımlanan göç; birçok farklı disiplinde de ele alınmaktadır. Sosyolojik, kültürel, ekonomik, politik, tarihî, antropolojik, coğrafi, psikolojik ve hukuki boyutları olan göç, disiplinler arası bir konudur.
Göç Kavramı, Göç Nedenleri ve Türleri
Göç “toplumsal varoluşun her boyutunu etkileyen ve kendi karmaşık dinamiklerini geliştiren bir süreç” olarak kabul edilmektedir.
İnsani hareketliliğin tanımlanmasında en temel unsur ise bu hareketliliğin “iradi” mi (gönüllü) yoksa “iradi olmayan” (zorunlu) şeklinde mi gerçekleştiğidir. Bu bağlamda mülteciler, yerinden edilen kişiler, ekonomik göçmenler ve hatta 4-5 yılını başka bir yerde öğrenim görmek üzere geçiren öğrenciler de göç tanımına dâhil edilebilmektedir. Göç kavramının farklı disiplinleri ve alanları içermesi nedeniyle tanımlanması zorlaşmakta, bu nedenle de göç konusunda her disiplin ya da alan kendine özgü bir tanım kullanmaktadır. Farklı disiplinlerin ya da bilim alanlarının farklı tanımlamalar yapmalarına rağmen en genel anlamda göç, belli bir alanda yaşayan insanların ulusal ya da uluslararası boyutta bir yerden başka bir yere anlamlı bir uzaklık ve etki yaratacak süreyle yer değiştirmeleridir.
Savaşlar, yaşanan kıtlıklar, inanç ve etnik ayrımlar, doğal afetler, ekonomik krizler, terör,cuz işgücü talebi, merak güdüsü göç hareketinin nedenlerinden sadece bazılarıdır.
Gelişen bir ekonomide nüfus ve nüfusun özellikleri, ekonomik sektörler arasındaki dağılımı, ekonominin büyüme hızını, istihdam düzeyini, sektörel üretim artışını, ihracat ve ithalatı etkilemektedir.
Daha yüksek ücret arayışı göçün temel ekonomik nedenlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Ülkeler ya da bölgeler arasındaki ücret farklılıkları göçün temel nedenlerinden biridir.
Bireyler çoğu zaman ekonomik faktörler kadar; çocuklarına daha iyi eğitim imkânı sağlayabilmek, akrabalarıyla yakın olmak, dinî özgürlüklerini kullanmak gibi nedenlerle de göç kararı verebilmektedirler. Kişiler ailevi nedenlerle; ebeveyn ya da eşin yanına gitmek, eş ya da ebeveynin iş araması, eş ya da ebeveynin göç etmesi vb. nedenlerle olabileceği gibi can ve mal güvenliğine ilişkin kaygı vb. güvenlik nedenleriyle de yaşadıkları bölgeyi terk ederek başka bölgelere gitmektedirler. Tüm bu nedenlerin yanı sıra bulunduğu bölgede yaşam standartlarını yükseltemeyeceği düşüncesiyle yani psikolojik nedenlerle de bireyler göç kararı alabilmektedirler.
Günümüzde küresel ısınma ve iklim değişiklikleri gibi çevresel sorunlar kitlesel insan göçlerine yol açmaktadır. Genel olarak ekolojik göçler olarak adlandırılan iklim değişikliklerine bağlı göçlerin gelecek yıllarda da artarak devam edeceğine vurgu yapan çok sayıda çalışma bulunmaktadır.
Göç kavramına ilişkin çeşitli yaklaşımlar benimsenerek de göç olgusuna ilişkin farklı tanımlamalar yapılabilmektedir. Göç türleri;
- Gerçekleşme Nedenine Göre Göçler; “gönüllü” (iradi) ve “zorunlu” (gayri iradi ya da irade dışı) göç olmak üzere iki başlık altında toplanmaktadır.
- Hedef Yerine Göre Göçler; Gerçekleştiği yere göre göçler “iç göç” ve “dış göç” olmak üzere iki başlık altında toplanmaktadır. Eğer hareketlilik ülke içinde gerçekleşiyorsa iç göç, ülke sınırlarını aşıyorsa dış göç (uluslararası göç) olarak ifade edilmektedir.
- Yasal Duruma Göre Göçler; Yasal durumuna göre göçler; “düzenli” ve “düzensiz” göç olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Göçün nedeni ya da süresi ne olursa olsun bu hareket ancak iki şekilde gerçekleştirilebilir. Bunlardan birincisi menşe ülkeden ayrılışı ve hedef ülkeye gidişi, transit geçişi ve girişi düzenleyen, mevzuata uygun olarak insanların her zamanki ikamet yerinden yeni bir ikamet yerine gitmeleri olarak tanımlanan düzenli göç hareketidir.
- Hacmine Göre Göçler, Hacmine göre göçler “bireysel” ve “kitlesel” olmak üzere iki başlık altında toplanmaktadır. Bireysel göç kişilerin bireysel olarak ya da aileleri ile birlikte bir yerden başka bir yere gitmeleri durumudur. Bu tür göçler kişilerin kendileri tarafından finanse edilmektedir. Kitlesel göç ise çok sayıda insanın aniden yer değiştirmesi durumudur. Kitlesel göçler genellikle kişilerin iradeleri dışında gerçekleşen savaş, salgın, doğal afet gibi durumlarda ortaya çıkmaktadır.
- Süresine Göre Göçler; Süresine göre göçler de ise, göçün “gerçekleşme süresi” ve “hedef ülkede ya da bölgede kalış süresine” göre ayrım yapılmaktadır. Gerçekleşme süresine göre ani ve planlı göçler; hedef ülke ve bölgede kalış süresine göre ise kısa ve uzun süreli göçler söz konusu olmaktadır.
Şeklinde 5’e ayrılmaktadır.
Söz edilen göç türleri dışında; işgücü göçü, beyin göçü, kendiliğinden gelişen göç, kolaylaştırılmış göç, toplam/net göç, ikincil göç, gizli göç, döngüsel göç gibi daha birçok göç türü bulunmaktadır.
Göç Hukukunun Uluslararası ve Ulusal Kaynakları
Göç hukukunun uluslararası kaynaklarını uluslararası antlaşmalar, uluslararası örf ve âdet kuralları ile genel hukuk ilkeleri şeklinde sıralamak mümkündür. Türk hukuk sisteminde de göç hukukunun kaynakları ulusal kaynaklar ve uluslararası kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ulusal kaynaklar arasında Anayasa, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler, kanunlar, yönetmelikler ve mahkeme kararları yer almaktadır.
Uluslararası göç hukukuna ilişkin bazı temel uluslararası belgeler şu şekilde sıralanabilir;
- 1933 tarihli Mültecilerin Uluslararası Statüsüne İlişkin Antlaşma,
- 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Konusunda Antlaşma,
- 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme (MHSİS) – Cenevre Sözleşmesi ve 1966 tarihli New York Protokolü,
- 1965 tarihli Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme,
- 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme,
- 1979 tarihli Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme,
- 1984 tarihli İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçük Düşürücü Tutum ya da Cezalara Karşı Sözleşme,
- 1989 tarihli Çocuk Haklarına İlişkin Antlaşma.
Göç konusunda imzalanan antlaşmalar genel olarak bütün bir uluslararası toplumu ilgilendirebileceği gibi bazı durumlarda sadece belirli gruplara da yönelik olabilmektedir. Uluslararası hukukta devletlerin bir şekilde ülkelerine girmiş ve sığınma talebinde bulunmuş olanları, geldikleri yere “geri göndermeme” yükümlülüğü (non-refoulement ilkesi) altında bulundukları bir örf-âdet kuralı olarak kabul edilmektedir.
Ulusal mevzuat içinde göç hukukunu düzenleyen tek bir hukuki metin bulunmamakta, dağınık bir mevzuat yapısı içinde göç ile ilgili konularda düzenlemeler yer almaktadır. Bunlar;
- Anayasa,
- Tapu Kanunu,
- İskân Kanunu,
- Türk Vatandaşlığı Kanunu,
- Pasaport Kanunu,
- Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun,
- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun,
- Uluslararası İşgücü Kanunu,
- Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu,
- Bilgi Edinme Hakkı Kanunu vb. kanunlardır.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) 04.04.2013 tarihinde kabul edilmiş ve 11.04.2013 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Altı bölüm ve 126 maddeden oluşmaktadır.
6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu (UİK) 28.07.2016 tarihinde kabul edilmiş ve 13.08.2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun altı bölüm ve 29 maddeden oluşmaktadır.
Göçmen ve Göçmen Benzeri Kavramlar
Bireyin göç sonrası kendisini içinde bulunduğu kavram en genel ifadeyle yabancı olarak adlandırılmakta, statüsüne göre değişik adlar alabilmektedir. Bu yeni statü göçmen, mülteci, sığınmacı, vatansız gibi aralarında küçük farklılıklar bulunan birçok kavramla ifade edilebilmektedir.
Yabancı kavramı, yalnızca yabancı devlet vatandaşı olanları kapsayan dar bir kavramı ifade etmemektedir. Yabancı kavramı; yabancı devlet vatandaşı olanları, hiçbir devlet vatandaşlığına sahip olamayan vatansızları, göçmenleri/muhacirleri, mültecileri ve sığınmacıları, NATO mensuplarını, uluslararası kuruluşlarda çalışanları ve diplomatik temsilciliklerde olduğu gibi özel statüdeki yabancıları da kapsamaktadır.
Göçmen göç eyleminin öznesi ve göç eyleminde bulunan kişidir. Göç süreci; kişilerin kendi topraklarından ayrılma kararı vermeleriyle başlayıp, bilinmedik bir yerde, tanınmayan bir kültürde ve yabancı bir düzende yeni bir yaşama başlamaları ile sona ermektedir. İskân Kanununa göre göçmen; “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu hâlde Türkiye’ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır”. İskân Kanunu’na göre 4 çeşit göçmen kabul edilmiştir;
- Serbest göçmen,
- İskânlı göçmen,
- Münferit göçmen,
- Toplu göçmen.
Mülteci kavramı diğer göçmen tiplerine göre üzerinde daha fazla durulması gereken bir kavramdır. 1920-1950 yılları arasında uluslararası belgelerde yer alan mülteci tanımlarında hukuki yaklaşım, sosyal yaklaşım ve bireyci yaklaşımlar etkili olmuştur. Hukuki yaklaşıma göre mülteci bir gruba mensubiyetleri nedeniyle kendi devletlerinin uluslararası himayesinden faydalanamayan kişi olarak tanımlanmıştır. Sosyal yaklaşımda ise kendilerini devletlerinden ayıran bazı sosyal ya da siyasi yönü ağır basan olaylar nedeniyle korumadan mahrum kalan mağdur kişiler olarak tanımlanmıştır. Cenevre Sözleşmesi’nin mülteciye ilişkin tanımında yer alan “1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda…” ifadesi 1966 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Protokolle metinden çıkarılmıştır. Böylece Sözleşmedeki zaman sınırı kaldırılmıştır. Türkiye bu Protokole de katılmıştır. tutulacağı da açıkça ifade edilmiştir. Buna göre;
- Barışa karşı suç, savaş suçu ya da insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlendiğine,
- Mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce ve bu ülke dışında siyasi nitelikli olmayan ağır bir suç işlediğine,
- Birleşmiş Milletlerin (BM/United NationsUN) amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden dolayı suçlu olduğuna dair hakkında ciddi bir kanaat olan kişiler hakkında bu Sözleşme hükümleri uygulanmayacaktır (MHSİS, m. 1/f).
YUKK mülteci kavramını Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle ve Cenevre Sözleşmesinde tanımlanan hali ile almıştır.
Sığınma ilk olarak sığınılan bir yeri ifade etmektedir ve bu kişinin kendini güvendiği hissettiği yerdir. İkinci olarak da kişiye sağlanan korumayı ifade eder. Sığınmanın ne anlama geldiği bir yer mi yoksa koruma anlamına mı geldiği 1950 yılında Uluslararası Hukuk Enstitüsü’nün Bath’ta gerçekleştirilen toplantısında tartışılmış ve sığınmanın bir koruma fikri olduğu benimsenmiştir. Bu anlamda sığınma; devletlerin kendi topraklarında ya da başka bir yerde kendilerine sığınan ya da koruma talep eden kişiyi koruması hâlidir. Sığınmanın devletin yabancılara sığınma hakkı verme yetkisi ve devletlere kişiye sığınma hakkı tanıma yükümlülüğü olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Türk hukukunda sığınmacı ise çok farklı bir anlama gelmekte; mülteci olmak için gerekli şartları taşımakla birlikte “Avrupa dışında bir ülkeden, güvenli üçüncü bir bölge bulana kadar kendisine geçici koruma izni verilen kişiler” olarak kabul edilmektedir.
Hiçbir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmayan kişiler vatansız olarak kabul edilmektedirler. Diplomatik korumanın vatandaşlığa bağlı olması nedeniyle vatansızlar korumadan mahrum bırakılmışlardır. Vatansızlık; hukuki vatansızlık ya da fiili vatansızlık şeklinde olabilmektedir.
Yerinden edilme, insanların yaşadıkları yerden kendi hükûmetleri ya da vatandaşları tarafından zorla ve planlı bir şekilde koparılıp göçe zorlanmaları halidir. Kendi topraklarını iradeleri dışında terk etmeye zorlanan ve komşu devlet ülkelerine göç edemeyen bu kişiler, ülkeleri içindeki farklı bölgelere göç etmekte ve böylece zorunlu bir iç göç yaşanmaktadır.
Uluslararası koruma; 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme (Cenevre Sözleşmesi) 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 Protokolleri, Uluslararası Kızıl Haç Komitesinin (UKHK/ International Committee of the Red Cross-ICRC) inisiyatif hakkı, Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ/International Labour Organization-ILO) Sözleşmeleri ve insan hakları belgeleri gibi hukuki belgelerde öngörülen haklara devletlerin saygı göstermesini sağlamak için antlaşma yoluyla görevlendirilen bir örgütün sağladığı hukuki korumayı ifade etmektedir.
İkincil koruma; Avrupa devletleri uygulamada, mülteci tanımlamasına uymayan, fakat uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilerin “de facto (fiili) mülteci”, “savaş mültecisi”, “insani sığınmacı” gibi statüler altında ülkelerinde kalmalarına izin vermektedirler. Bu kişilere bazı devletler sadece geri göndermeme ilkesinin gereği olarak barınma izni vermekte, bazıları ise barınma ile birlikte birtakım temel hakları da yasal olarak tanımaktadır.
Geçici koruma; sığınma arayan, ancak 1951 Cenevre Sözleşmesi’nden yararlanamayan kişilerin koruma kapsamını genişletmekte ve bireysel statülerinin ispat edilmesinin mümkün olmadığı durumlarda grup tabanlı bir koruma sağlamaktadır. Bu kişiler, sığınma aradıkları ülkenin onları uluslararası korumaya alma noktasındaki takdir hakkına bağlıdır ve geri göndermeme ilkesinin bir gereği olarak sığınmacıların ya da mültecilerin acil şekilde korunması amacıyla daha güvenli bir koruma için durak noktası sağlamaktadır. Geçici korumanın temel amacı, mülteci ve sığınmacıların acil bir şekilde güvenli ortama erişmelerini sağlamak ve temel insan haklarını güvence altına almaktır. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin tamamına yakını geçici koruma kapsamı altındadır.